* 1987 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde eğitimini tamamlayarak aynı yıl Trabzon Devlet Tiyatrosunda profesyonel tiyatro hayatına başlayan Reha ÖzcanDevlet Tiyatrolarında uzun yıllar sayısız oyunda rol aldı.

* Oyunculukla birlikte “Külkedisi”“Cimri” ve “Küçük Prens” gibi oyunlarda yönetmenlik de yapan, sinema ve televizyonda rol aldığı başarılı yapımlarla seyircinin sevgisini kazanan Özcan, birçok kez En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldü. Nerede reyting kıran bir dizi var orada Reha Özcan...

Suskunlar, Kurtlar Vadisi Pusu, Muhteşem Yüzyıl, Karadağ, Adı Efsane ve şimdi de Bizim Hikaye’de Fikri Bey rolüyle karşımıza çıkan Reha Özcan’ın oyunculuğunu konuşmaya gerek bile yok. Hele hele insanlığına ve mütevazililiğine sözler bile yetersiz kalır. Reha Özcan, önce İstanbul Baltalimanı’nda devam eden “Bizim Hikaye” dizisinin çekim öncesinde karavanında dinlenirken, bir fotoğraf ricamız üzerine yatağından güler gözlerle kalkmış ve hiç gocunmadan bizim olduğu gibi daha nice hayranıyla fotoğraf çekinmiş. Akabinde nereli olduğumu ve gazeteci kimliğimi öğrenince de üç gün sonra Bursa’da Nilüfer Belediyesi’nin de desteğiyle Nazım Hikmet Sahnesi’ndeki ‘Ruki’ adlı tek kişilik oyununa davet etmişti…

SİZLER İÇİN…

Ve her daim olduğu gibi o gün de, gerek insanlığıyla, gerek oyunculuğuyla, seyirciyi yine kendine hayran bıraktı Reha ÖZCAN. Bizde agazete olarak bu vesileyle, tanımaktan onur duyduğum ve kendimi bu anlamda şanslı bulduğum, yılların değerli tiyatrocusu Reha Özcan'la siz değerli agazete okurları için çok özel ama kısa bir söyleşi yaptık...

Reha Özcan kimdir? Bize kendinizi kısaca anlatır mısınız?

Ben bir postacıyım. Mektuplarım var yerlerine ulaştıracak. O mektupları yazıya alamadıkları için büyük büyük kitaplara aktarmışlar, benimde onları birilerine anlatmam lazım. Bunun eğitimini aldım zaten ve şu an yaptığım da bir postacılık başka da hiçbir şey değil.

İşimi çok seviyorum, bu işi yapıyor olmaktan çok gururluyum, bu yüzden de işimi çok iyi yapmak istiyorum. Ve tabi o mektuplar zaman içerisinde aşına aşına yeniden bir dil oluşturmak gerekiyor ve bende o dili yakalamaya çalışıyorum. Ruhumla, bedenimle ve bana öğretilenlerle gördüklerimi bir araya getirerek yeni bir dünya yaratmaya, teknolojinin nimetlerinden faydalanmaya çalışıyorum. Bütün yaptığım bu! Başka da bir şey yapmıyorum ve bu çok güzel bir şey.

Daha 10 dakika önce ırkçılığı çok güzel bir şekilde anlatan bir oyun sergilediniz. Bunu da tek başınıza yaptınız. Bu sadece eğitimle mi oluyor ya da…?

Şimdi… Benim abim Serhat Özcan da oyuncu biliyorsunuz. Ve onun çok güzel bir lafı var; Abim, tekste yazılanı söyleyene oyuncu diyor, söylediğini sahne üzerinde savunana da sanatçı diyor. Ben  söyleyeceklerimi sahne üzerinde savunmak istediğim projeleri yapmak istiyorum. Devlet Tiyatrosundan bu yüzden emekli oldum. Çünkü Devlet Tiyatrosu’nda 35 yıl çalıştım, 76 oyun oynadım… Orada kendini kandırmanın yöntemlerini, bir oyuna tutunmanın nedenlerini buluyorsun. Sahnede olmaksa zaten çok önemle bir nimet bizim için. Ama o sahne üzerinde seyirciye yeni dünyalar açabilecek ve kendisini sorgulayacak oyunlar her zaman denk gelmiyor kurumsal tiyatrolarda. O yüzden 50 yaşımda emekli oldum ve artık sadece yapmak istediğim işleri yapıyorum ve bunu dünyaya tanıtmak istiyorum! Bu oyunda (RUKİ) onlardan bir tanesi.

RUKİ oyunu, ırkçılıktan ziyade başka bir şeyi daha anlatıyor. Ve o daha değerli geliyor bana. Irkçılığa karşı bizim nasıl gözümüzü yumduğumuzu ya da ötekileştirmeye karşı biz sadece yaşamda kalma mücadelesi içerisinde kalırken yeniden üretme ve yeniden hayata bakma zevkini yitiriyoruz. Ve sadece bir ağaç bile bizden daha faydalı oluyor zaman zaman ya da bir hayvan bile doğada, bizden çok daha fazla yararlı oluyor.

Biz kendi doğal yararlarımızı unutarak, gözlerimizi kapatarak ve sadece nefes alarak hayata devam ediyoruz. Sanatın görevi biraz bu konuda dikkat çekmektir, kendisini muhalefet etmektir, sevdiği iktidar bile olsa ona muhalefet bulmaktır. Ve bende bunu yapıyorum, insanları incitmeden, biraz kendimi de için içine katarak, kendi riskimi alıyorum çünkü ben böyle olduğumu düşünüyorum. Ben böyle olduğumu düşünüp, buna itiraz etmek istiyorum. Hep yaptığım şey bu… Yoksa çok da, uç noktalarda güzel, çok daha yaratıcı şeyler yapan insanlar var dünyada. 

Zaten ödüller almış, reyting kıran dizilerde rol olan ve de Türkiye’yi temsil etmiş bir oyuncusunuz?..

İnşallah bu oyunla da Edinburgh’a gideceğim ve oynayacağım. 

Tarihler belli mi peki?

Evet. 1-14 Ağustos arası İngiltere’de 55 kişilik bir salonda ve hayatımda ilk defa İngilizce oynayacağım. RUKİ’yi nasıl oynayacağım İngilizce bilmiyorum ama… O yüzden de çok heyecanlığım.

7 Haziran’da Londra’ya gidip kampa gireceğim. O zamana kadar mevcut diziye, yani Bizim Hikaye’ye devam. Sonra da inşallah 14 gün oynadıktan sonra, tekrar geri döneceğim. Dizi seti 15’ine kadar izin verdi. O yüzden 15’inde Türkiye’de olmak zorundayım.

Dizi demişken… Bizim Hikaye dizisi bizi de dahil bir çok seyirciyi Perşembe günleri ekran başına kilitliyor. Ve siz bu dizide sarhoş, hatta halk dilinde ayyaş bir babayı canlandırıyorsunuz. Reha Bey’le Fikri Bey arasında bir benzerlik var mı?

Aslında birbirimizden çok farklıyız. Bazı rollerde siz karaktere gidersiniz bazı rollerde size yakın olur. Ben Fikri beyi ziyaret ediyorum işte bu… Ben burada role gidiyordum ama evde karım diyor ki zaman zaman “Bu Fikri değil, sensin” diyor ve bende böyle kalıyorum…(gülüyor).

Alkolle aranız nasıl diye sorsam…?

Ben alkol almıyorum günlük hayatımda, alkol almıyorum derken, bazı disiplinlerim var. Ertesi gün dersim, setim, oyunum varsa asla alkol almıyorum. Ve bir baktım ki bir senenin içinde bir tane bile boş günüm yokmuş ve bende böylece alkolü bıraktım zaten. Öyle bir şey yüzünden, yoksa alkole karşı olduğumdan falan değil. Ve Fikri Bey karakteri için gidip Londra’da Ceyms Carly’le çalıştım üç gün. Biraz pahalı bir koç ama insanın ufkunu açıyor ve onun açtığı yer benim için çok faydalı oldu. Böylece de rolü kendime getirmedim, direk role gittim. Ama role giderken de çok ince eleyip sık dokuyan bir yapıya sahip olduğum için çok çaba sarf ettim. Çünkü ben taklidi sevmiyorum. Yaşamayı seviyorum ve bu yüzden de dizide tam anlamında bir Fikri Bey’im.

Bir sürü reyting rekorları kıran dizilerde rol aldınız. Senaryo konusunda seçici davranıyor musunuz? Gelen teklifleri neye göre seçiyorsunuz?

Elbette seçerken seçici davranıyorum senaryo ve fiyat konusunda çok seçiciyim. Örneğin Fikri rolü bana 3 sene önce geldi ve ben kabul etmedim çünkü ben tam bir Shameless hayranıyım. Ve bu dizi de Shameless uyarlaması aslında. Bu yüzden de Türkiye’de yapılamazdı. Bende bunu yapamazsınız çünkü bu bir üvey baba olur dedim. Sonra aradan 6 ay geçti ve Haluk Bilginer’in rolü üstlendiğini öğrendim. İşte o anda kafamda bir şimşek çaktı. Çünkü Haluk abinin bir fırlama tarafı vardır (Şahsiyet diye bir dizide oynuyor şu an, mutlaka seyredin…) ve “Haluk Bilginer oynuyor’u” duyduğum anda “Reha, sen nasıl bu oyuna hayır dedin” dedim. Ancak rol kabul edilmişti artık. Aradan bir sene geçti, o arada ben başka dizilerde oynamıştım ve bu dizi sürekli ertelenmişti… Ve ‘Adı Efsane’ diye bir dizide oynuyordum, Erdal Beşikçioğlu’yla, Hazal Kaya ile Yazcan aradı ve “Biz buradayız. Bu rolü iki tane adam var oynayabilecek, ya sen ya da Erdal abi. Ancak ikiniz de bağlısınız” dediler. Ve uğursuzlar… (gülüyor) ‘Adı Efasane’ dizisini bitirdiler ve çıktığım günü bu işi kabul ettim. İyi ki de ettim. Çok çok seviyorum.

İyi ki de rolü kabul etmişsiniz. Çünkü bana göre de, sizden başka bu rolü bu kadar güzel ve hakkını vererek oynayabilecek herhalde gerçekten başka bir isim yok. Son olara sormak istiyorum. Bu konuda kesinlikle yeteneksizim dediğiniz bir şey var mı?

İddiacı bir tip değilim yapabildiklerimi yapıyorum. Yapamadıklarımla ilgili hiç bir fikrim yok.

Şimdiye kadar canlandırdığınız hangi karakter sizin en sevdiğiniz rolünüzdü?

Fikri’yi çok seviyorum, Sait’ten en az sizin kadar nefret ediyordum ve onu da çok sevdim..