Hem çocukluğumuzun hem de çocuklarımızın en büyük genel ve ortak sıkıntısı muhtemelen ki ödev. Oturmak, başlamak, onu sürdürmek en zor durumlardan biri olsa gerek. Ödevle yeni tanışan, hem okul hem sosyal hayatının farklılığına alışmaya çalışan bir çocuk için, bir de evde beklenen bu sorumluluk oldukça zor ve bıktırıcı. Ama anneler telaşlı, öğretmenlerimizi yetiştirme çabasında, çocuklarımız ise doğaları gereği oyun ve keşfetme telaşesinde. Peki ne yapmalı bu durum için. Nasıl bir yol izlenmeli ki, hem sevsin, yapsın, bıkmasın.

Yoksa çok mu fazla şey istiyoruz?

Öncelikle ödev verimi kesinlikle sorumluluk katan bir durum olup dozunda olduğu sürece desteklediğim bir metod. Fakat bunu çok sistemli bir şekilde yapıp henüz hayatının çok başında olan çocuğa sevdirerek yaptırmalıyız. Okul öncesi döneminden başlayıp ufak ufak sorumluluklarla pekiştirilmeli ki; ödevlerin çoğaldığı ilkokul dönemi başladığı zaman çocuk depresif bir hale gelip, sıkıştıran annesini de yormadan sorumluluklarını severek yerine getirsin. Bu nedenle klasik okul öncesi yöntemlerinden biraz daha farklı olarak çocuğa, oyun yöntemiyle, kimi zaman belki de oyunu ödev vererek bu kazanık elde edilmeli. Kültürel olarak ve eğitim sistemimizn ileriki dönemleri bize rahatlığı ve fazla serbestliği vermiyor maalesef. Bu nedenle bizler de çocuklarımızı daha okul öncesi vw ilkokul dönemnden kendi kültürel yapımıza, eğitim sistemimize göre yetiştirmeliyiz ki çocuklarımız bir anda ne oluyor diye bocalamasın.

Buraya kadar ödevsiz olmaz tezini sonuna kadar savunuyoruz.

Ama bu demek değildir ki; çocuğa dayanamayacağı, oyunlarını engelleyecek kadar ödev vermek doğrudur. Çok ödev vermek iyi öğretmen demek olmadığı gibi çok ödev yapan çocukta zeki çocuk demek değildir. Peki ya annelerin arasındaki yarışma, hırs, benim çocuğum en iyisi durumu nedir? Ve bu anneler bu yarışı yaparken mini mini çocuklara ne kadar zarar veriyorlar farkındalar mı acaba? Bu hafta bende dahil olmak üzere biraz anneleri bu konuda eleştirmek istiyorum.

Haydi zorla yaptırılan ödevin çocuklar üzerindeki etkilerine bakalım biraz…

Okuldan gelen çocuk belki yaşadıklarını anlatmaya çok meraklı veya çok yorgun. Anne ödev hemen bitsin fazla çalışmalar yapsın çabasında. Haydi ödev diye diye çocuğu devamlı azarlıyor. Burada çocuk artık annesinin uyarılarına duyarsızlaşıyor. Bir süre sonra onu duymamaya başlıyor. Daha da büyük kaos oluşuyor. Zorla ödeve oturan çocuk zaten isteksiz, isteksiz olmasından kaynaklı da dikkatini asla ödevine vermeyecektir. Bu süreç onun için artık öğrenme ve pekiştirme üzerine değil zorunluluk üzerine kurulu olacaktır. Annesinin baskısından kurtulmak için öürenmekten vazgeçen bir çocuk oldu. Ve başladı ödevine… Ama dedik ya isteksiz bir çocuk. Görmüyor aklı başka bir yerde. Anne TV izliyor bir yandan, ya da telefonuna bakıyor, ama çok şanssız bir çocuk olarak o ödev yapmak zorunda. Yazamadıkça anne bağırıyor, okuyamadıkça anne daha da çok sinirleniyor. Çünkü çabuk yapması lazım, en hızlı ve güzel onun okuması lazım. Anne bağırdıkça çocuk telaşlı olur, kendisine ve öğrenmeye olan isteksizliği artar, öğretmene sinirli olur bu duruma kendisini ittiği için, kendisine ve ebeveynine olan güveni sarsılır. Öz yeterlilik kapasitesi azalır. Kendini yönetemez, zaman becerisi kazanamaz. Annenin baskısı altında ezilir. Bir ödev çocuğun gelişiminde nelere etki etti değil mi? Halbuki bizler için sadece ödevdi.

Ne yapmalı peki? Çözüm nedir?

Elbette ödev için uyarmalı, hatırlatma yapılmalı. Ama çocuğu etkilemeden. Ödev saatini belirleyip, o zaman zarfında uyaranları azaltarak. Açık olan Tv’yi kapatıp, elimizdeki telefonu bırakarak. İlgi ve odağını ödeve yönlendirerek. Rol model olarak; kendimize de ödev bularak, elimize kitap alıp okuyarak teşvik ederek. Onun çalışma saatini dağıtmadan, dağılmasına çok izin vermeden düzenleyebilmek bunun çözümü. O sürede yeni bir dil öğrenelim, kendimizi onların yerine koymakta daha az zorlanır, empati kurabiliriz. Yeni bir şey öğrenmenin zorluğunu görürüz biz de. O zaman zarfında ne kadar ve nasıl yapabiliyorsa çocuk, zaten ödev ve yeterlilik kapasitesi okadar seviyededir o çocuğun. Önce çocuğumuzun düzeyini bilmeliyiz. Fazlasını ondan beklememeli, seviyesinde gelişim gösteren çocuğumuz için şükür eden olmalıyız. Sadece ödev için mevcut güvenini kaybettirmemeliyiz. Anne olarak onlara sorumluluklarını, örnek olarak kazandırmalıyız. Onları geliştirirken kendimiz de geliştirmeliyiz ki, her şey tam kıvamında olsun. Bağırmadan, yormadan yorulmadan, sabırla, severek, öğrenmeyi sevdirerek kazandırdığımız süreç olsun. Yapabildiği bizim olsun, yapamadığı başkalarının. Sabırla bekleyelim onları. Çocuk olalım, çocukça olalım onlarla.

Çocukça kalın…