İnsan olan yanımıza dokunsun bu yazı.

Her yazıya bir amaç belirlemeye başladım sanırım. İstiyorum ki Dünya’yı değiştirsin yazdıklarım. Çok şey, evet.

Başta beni değiştirsin. Bu daha da çok şey. Beni büyütsün, yetiştirsin, olgunlaştırsın istiyorum.

O çok sevdiğim kaleme kâğıda bağımlı yaşadığım günlerimi geri getirsin. Bana içimdeki beni versin.

Sonra da insanları değiştirsin. Bu çoktan daha çok, biliyorum. Ama yazan herkes dile getiremese de yazdıkları Dünya’yı değiştirsin ister.

Çok şeyler, istemeden olmaz. Çok şey isteyin. Ama unutmamak gerek; çok şey isteyen, çok şey yapmalı.

Çok sevmeli, çok çalışmalı, çok yaşamalı… Çok düşünmeli, çok okumalı, çok gezmeli…

Öyle ikiye ayıranlara bakmayın siz. ”Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?”cilere kanmayın.

Çok okuyan, gezdiği yerlerde okuduğu o yerleri arar, bulur. Çok gezen, okumanın verdiği o özgürlüğü ister, yürür. Çok gezerek okuyun, en iyisi olur.

Neyse, başa dönmek gerekirse en “insan” kalan yanımıza bu yazı da.

İçimizde bizi kendi ruhumuzdan utandıracak, böyle bir insan olmaktan yüzümüzü kızartacak bir şey var. Kimimiz nefs demişiz, kimimiz id, bazımız hırs, bazımız his. İşte o içimizdeki meşhur şeytan bizi bu doymazlığa iten. Kardeşi kardeşe kırdıran, “bana ne?”ci yapan, “hep bana!”da yarıştıran.

Onu öldürebildiği kadar insandır insan…

Kulaklarına kurşun bu şeytanın! Dillerine gem. Hırslar düşüverince o kara kalbine çiğner geçer tüm güzel renkleri. Kör edip gözlerini, başlar keser gibi hep kendine yontmaya.

Çok mu soyut oldu?

Fazla mı zülf-ü yâre dokundu?

Anlatayım…

Kirli lâflarla doldururuz her gün ağızlarımızı başkalarının arkasından konuşa konuşa.

İçimizin irinini dışarı akıtmamız için bizim gibi bir kara kalplinin bir dokunuşu yeter. Hani patates çürür de dışarıdan belli etmez ya.

Bir koku verir sadece, insan ölüsünü andırır. Ama dokununca eli o pis gövdeye geçer ya insanın… Tüm pisliğini akıtıverir hemen… İşte aynı öyle.

Dedikoducu insan, kendi gibisini bulunca ağzından öyle pis bir koku yaya yaya başlar konuşmaya.

Dünyaya verecek bir iyiliği kalmamış kimselerdir bunlar.

Başka hiçbir işe yaramaz mı beyinleri?  Bu gereksiz ayrıntıları saklamaktan daha fazlasına yetmez mi?  Güzellikleri anlatmaya yetecek kelimeleri yok mudur da –miş’li geçmiş zamanla birilerinin hayatlarını tekrarlamak zafer mi? Savaş, açlık, haksızlık, mazlumların âhı-u zârı zerre kadar kulaklarında yer etmez mi?

Diyeceksiniz ki neden hep “onlar” diye bahsettin? “Sen yok musun bu pisliğin içinde?” Belki de varım. Ama içimde çığlıklar atan bir vicdanım var.

Başkasının yolunu takip etmeyen ayaklarım, gidecek kendime ait bir yolum var.

En azından içimdeki insanı yaşatmaya niyetim var. İnsan yanımdan sesler hâlâ kulağımda.

Bu karanlıktan çıkma umudum hep yüreğimde. Masumlaştırmayın bu işe yaramazlığı.

Sıradanlaştırmayın. “Ben duyduğumu söyledim.” demeyin. Daha söylenmeye değer sözlerimiz var.