Anne! Baba! Ağabey! Abla! Çocuk! Akraba! Arkadaş!

Kimdir? Nedir? Nereden geliyor? Nereye gidiyor?

El kadar bir akıllı kutunun insan hayatını nasıl da esir aldığını görüyorum.

Aile bireyleri arasındaki sohbeti, paylaşımı unutturan, birbirlerinden habersiz kılan, cam kutuya kilitlenmiş suspuslar…

İş temposuna cacık olan telefon mesaj bildirimleri…

Trafikte sürücüyü meşgul eden çağrılar…

Öğrenciyi dersten alıkoyan geyik muhabbetleri…

Sokakta otobüste toplantıda ev gezmesinde ikili ilişkilerde beynimizin yarısını, bir kulağımızı, bir gözümüzü telefonda bırakıyoruz.

Sanal sevgilerin, dijital mesajların ruhu gerçeklikten tamamen uzaklaştırıp beyinleri nasıl da uyuşturduğunu görüyor hayıflanıyorum.

Hayatımızda olmazsa dünyanın sonu gelecekmiş gibi tükenmişlik sendromunu bütün insanlık üzerinde hissediyorum.

Markası her ne olursa olsun, tuşlu, dokunmatik, akıllı-akılsız, cam kutudan arayacağın kişi, duyacağın ses, öğreneceğin haber, araştıracağın bilgi aynıdır.

Bu denli bağımlılık yapan sosyal medya paylaşımları, kimle nerede gezip tozduğumuz, ne yiyip içtiğimiz fotoğraflar bize kişiliğimizi kazandırmıyor.

Aldığımız son sürüm cep telefonu ile gösterişli hayata mı atılıyoruz?

Sanal prestijimizi artırmanın peşinde koşarken bizi asıl tatmin edecek gerçekleri kaçırıyoruz. Hayatımızın merkezine yerleştirdiğimiz nesnenin bize neler ettiğini görebiliyor muyuz?

Oyuncağımız zannedip aslında onun bizi oynattığını fark edebiliyor muyuz?

Mutluluğumuzun ve yükselen yaşam kalitesinin sırrı bağlı olduğumuz nesneler değil insanlardır ilişkilerdir. Hayatı cep telefonundan ibaret sayarken mutluluğun dayanağı kalbin tamamlayıcısı olan anlamlı içten derin bağları unutuyoruz.

Sanki o olmazsa kıyamet kopacak!

Sahip olduğum tek şey yakıştırması ne garip!

Dünyaya fark atacağım derken fakirleşiyoruz.

Yokluğunu çektiğimiz her şeyin müptelası olduk, sizce de ironik değil mi?

Sıklıkla bastığımız tuşlara taviz, mutluluğumuzdan zamanımızdan daha fazla çalmasına izin vermeyelim.

Fukara bir yaşam hayatı kısıtlar…