* 78 kuşağı denildiğinde kimliklere saygılı olan ancak asla kimlikçi (etnikçi, mezhepçi cinsiyetçi, bölgeci vb)  olmayan, evini, ekmeğini, parasını paylaşan, dayanışmacı, özverili, idealist ve gözü kara bir gençlik akla gelir.

Büşra EKİM

Yer; Mudanya. Arnavutköy Marina manzaralı bir masada dört kişiyiz. Daha önce bu satırlarda farklı alanlarda sohbet ettiğim değerli hocalarım, bu kez aynı masada. Hal böyle olunca da üç ismin sohbetinden bir bilgi ve fikirler çeşnisi çıkıyor ortaya. Ben sadece keyifle dinliyorum bu bilgi ve yaşanmışlık dolu muhteşem sohbeti.

Büşra Ekim: Zeki Hocam, Köy Öğretmen Okulu mezunu bir edebiyat öğretmeni. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve ardından Çağdaş Eğitim Kooperatifinde yöneticilik görevlerinde bulunmuş. Şimdi ise çeşitli platformlarda yazılar yazıyor. Hakkı Hocam bir ODTÜlü. Aile Danışmanı - beden dili uzmanı ve tarih araştırmacısı. Ayrıca gazeteci. Levent Hocam, Ankara Dil Tarih mezunu. Uzman antropolog ve Türk Tarih araştırmacısı… Ve de Bursa UNESCO Derneği Yönetim Kurulu Üyesi...

Hakkı Güleç: 68 - 78 kuşakları bir arada yani :)

Büşra Ekim: Tam da bam telinden girdiniz hocam konuya. Nedir siz 78 kuşağının özellikleri?

Hakkı Güleç: 78 kuşağını anlamak için on yıl geriye giderek 68 kuşağının oluş nedenlerini bilmek gerekir.

1789 Fransa ihtilali dahil dünyayı etkileyen birçok kitle hareketlerinin başladığı yerdir.

 Fransa'da bugün dahi kapitalizmin en vahşi uygulaması devletin sosyal niteliğinin tasfiye edildiği neoliberalizme karşı geniş katılımlı ilk toplumsal tepki sarı yelekliler hareketi, zamanla Avrupa’ya yayılır. Fransa yine ülkemizde gözlemlenen 68 kuşağını etkilemiştir. 1960'lı yılların içinde bulunduğu ve tüm dünyada esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenmiş ve Türkiye'de genellikle devrimci gençlerin oluşturduğu bir akım olarak bilinir.

     68 kuşağının oluşturduğu altyapı üzerine gelişen 1955-1965 yılları arasında doğmuş 2020 yılı itibari 55-65 yaş aralığında yer alanların adıdır 78 Kuşağı.

  78 kuşağı denildiğinde kimliklere saygılı olan ancak asla kimlikçi (etnikçi, mezhepçi cinsiyetçi, bölgeci vb)  olmayan, evini, ekmeğini, parasını paylaşan, dayanışmacı, özverili, idealist ve gözü kara bir gençlik akla gelir.

    Çok fazla kitap okur, sabahlara kadar tartışırdık. 68 ve 78 kuşağı bugün dahi en çok okuyan yazan, mesleği ne olursa olsun politik zekası gelişmiş, siyasetle ilgilenen ancak asla hiçbir partinin, liderin sözcüsü gibi olmayan, eleştirel olan, sorgulayan ve aynı anda farklı disiplinlerle ilgilenenlerdir.  

40 YILDIR HALA HERKESE “HOCAM” DİYE HİTAP EDİYORUM.

    1976-1981 arasında öğrenciliğimin geçtiği ODTÜ'ye ilk adımımı attığım zaman işçisi, öğrencisi, öğretim üyesi, çalışanları statüsü ne olursa olsun herkesin birbirine “hocam” diye hitap etmesi kimliklerin değil, insan olmanın yüceltildiği bir atmosfer oluşmuştu. Bu yapıya anında adapte olduk ve çok da benimsedik. 40 Yıldır hala herkese “hocam” diye hitap ediyorum.

    Bizim dönem öğrenciler Ankara Dikmen'de gecekondu inşaatlarında çalıştılar; ellerimiz nasırlandı. O inşa ettiğimiz kondular da birer oda da kendimiz için düşünmedik! Bulunduğumuz yerlerde ağaç diktik.

    ODTÜ arazisinde on yıllar içinde milyonlarca ağaç dikildi.  Yemyeşil ormanlık sahalar oluştu. Şimdi o gecekondularda oturanlara 2-3 daire verdiler ve o ağaçlar kesildi. Lisede okuyan fakir öğrencilere derslerinde yardımcı olduk, eğitim seminerleri düzenledik, çeşitli gösterilere katıldık.

     Son 10 yılda zamanın Ankara Bel. Bşk İ. Melih Gökçek yol genişletme çalışmaları vb nedenlerle oluşturulmuş ormanları büyük ölçüde katletti.

    78 kuşağı Cumhuriyet tarihi boyunca en çok bedel ödeyen kuşaktır. 1975-1980 arasında gittikçe artan şiddet ortamı son dönemlerinde günde ortalama 20 kişinin, toplamda ise ortalama beş bin kişinin can verdiği, yüzlerce faili meçhul cinayetin işlendiği, binlerce işkenceden geçenlerin, yaralanan sakatlananların olduğu, mahallelerin şehirlerin paylaşıldığı kabus gibi en kaotik günler yaşandı.

Zeki Baştürk: Ben ise 68 kuşağı!

Büşra Ekim: Bir de 68 kuşağını dinleyelim mi sizden hocam?

Zeki Baştürk:  68 kuşağı , savaş karşıtı, özgürlük , barıştan ve sevgiden yana bir kuşaktır. Üniversitelerde bir hak arama mücadelesi olarak başladı bu hareket. Parasız eğitim, öğrencilerin yönetime katıldığı demokratik bir eğitimdi istekleri. Bu istekler tüm üniversitelerde dile getirilmeye başlandı. Sonradan tüm üniversiteleri kaplayan bir gençlik hareketine dönüştü. İsteklerin biçimi değişmeye başladı.

Neydi bu istekler? Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye sloganında özetlenebilir tüm istekler. "Petrol millileştirilsin, montaj sanayiine hayır, Nato'ya hayır, " gibi sloganlarla özetlenen isteklerin tümü ulusumuz ve halkımız içindi.

Çok okuyan, araştıran, öğrenmeye açık ve meraklı bir gençlikti. Dünyadaki tüm bağımsızlık ve devrim hareketlerini yakından izler, çözümlemeler yaparlardı. Emperyalizme karşı başlatılan ve sürdürülen tüm direnişler, başkaldırılar, onlar için birer kutsal isyandı. Bilinmeli, öğrenilmeli ve desteklemeliydi. Vietnam ve Filistin direnişleri , buna örnek gösterilebilir. O günkü gençliğin yaptığı tahlilleri bugünkü parti liderlerinde ve kadrolarında göremiyoruz.

Kitap elden düşmezdi. Bilime ve sanata düşkündüler. Tiyatrolar, sinemalar, konserler, dinletiler, konferanslar, söyleşiler, paneller, bu dönem gençliğinin en çok uğradıkları ve ilgilendikleri alanlardı. Sanatın her türüne ilgi duyarlardı. Şiir yazarlar, makale yazarlar , resim ya da spor yaparlardı. Her yönüyle dolu dolu, birikimli, donanımlı yurtsever bir gençlikti.

En önemli özellikleri ise Mustafa Kemal'i örnek almalarıydı . "Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir" diyen Mustafa Kemal , onlar için tek önder ve liderdi. Samsun'dan başlattıkları " Mustafa Kemal ve Bağımsızlık yürüyüşü" bunun en güzel kanıtıdır. Yasalara bağlıydılar. Ankara'da yapılan " Anayasaya saygı " mitingi buna örnek gösterilebilir.

İşçiden ve köylüden yanaydılar. İşçi direnişlerinde, grevlerde işçilerin yanında; toprak işgallerinde köylünün yanında oldular. Bu gençlik salt siyasal anlamda değil , okullarının en çalışkan ve en başarılı öğrencileri oldular.

Aydınlanma yolunda en büyük kötülük, Köy Enstitülerinin kapatılması ise ikinci kötülük de 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle bu yurtsever gençliğe vurulan darbelerdir. Bu gün bile isteklerinin ne denli önemli olduğu görülmektedir. Ülkemize ve ulusumuza yazık oldu.

Aşktan öte tutku okumak

Büşra Ekim: Levent Hocam ya siz? Sizin ilgi alanlarınız, çalışmalarınız öylesine özel ki. Ben ne zaman sizinle sohbet etsem kendimi farklı biri olmuş gibi hissediyorum vallahi... Biliyorum çok özel ortamlarda, çok özel insanlarla bulundunuz. Böylesine bir araştırma ve okuma aşkında neler etkili oldu mesela?

Levent Sevik: İlgi alanlarım için, oldukça geniş tabirini kullanabilirim. Bu ilgi alanlarını şöyle sınıflayabilirim; Prehistorya, Antropoloji, Paleopatoloji (eski hastalıklar bilimi),  Arkeoloji, Türk tarihi, Atatürk ile ilgili herşey, Şamanizm, Kadın şamanların tarihi ve ille de ölü gömme gelenekleri.

Okuma benim için aşktan da öte bir tutku. Bunun nedeni bir insan olarak dünyada olan biten her şeyle ilgilenme içgüdüm diyebilirim.

Büşra Ekim: Bu arada Hakkı Hocam Antalya / Akseki kökenli, Konyalı. Zeki Hocam İnegöl, Levent Hocam Urfa doğumlu. Doğduğu şehrin hakkını verip, yıllardır Göbeklitepe’yi araştırıyor. Bu farklı şehirleri biraz konuşalım isterim.

Hakkı Güleç : Konya, Selçuklu Başkenti iken Konya il sınırları Akdeniz’e kadar uzanır.

    1243 Anadolu’ya Moğol istilası ile milyonlarca Yörük Türkmen Toros dağlarını vadilerini mesken tutmuşlar ve Akseki - Taşkent - Hadim - Ermenek - Karaman ve yöresi  bütünüyle Türkmenleşmiştir.

    Osmanlı döneminde ise Karamanoğulları - Osmanlının uzun süren çatışmaları ve Fatih Sultan Mehmet’in görevlendirilmiş oğlu Cem Sultan bu bölge Türkmenlerini Balkanlar'a Avrupa’ya sürer.

    Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ataları Kocacık Yörük Türkmenlerinin yerleşim yeri eski adı Karaman/ Kızıllar köyü yeni adı Taşkale’den, Makedonya’nın Üsküp’e bağlı dağlık arazide Kocacık Köyüne gelirler.

 Yıl 1466 dır. Aradan 550 yıl geçmesine rağmen bu iki yörenin akraba insanlarının fiziksel benzerlikleri, çoğunluk renkli göz, sarı saçlı olmaları, gelenek görenekleri, yemek kültürleri, halı motifleri, dilleri birbirlerine oldukça benzediğini yöreye yaptığım ziyaretlerde gözlemledim.

     Konya Antalya Karaman illerine bağlı Toroslarda yer alan Ermenek, Hadim, Taşkent, Akseki ve yöreleri Taşkale köyü gelenek görenekleri kültürleri birbirine oldukça benzerler ve 1460-1500 li yıllarda bu yörelerden Balkanlara, Makedonya'ya oldukça fazla Yörük Türkmen göçe zorlanmıştır.

Zeki Baştürk: Bu arada Levent Bey, Göbeklitepe’yi yeni gezdim. Bu insanlar o tarihte, nasıl bir araya toplanıp böyle bir yapı inşa etmiş? Onları bir arada tutan şey neydi sizce?

Yani Göbeklitepe hakkında biraz dinlemek isteriz sizi.

 Levent Sevik: Göbeklitepe olağanüstü bir yer, ancak kitabımda da bahsettiğim gibi orasını sadece bir tapınak olarak görmek ya da böyle reklamlamak bana göre biraz sığ ve yanlış bir bir düşünce açısı. Çünkü tapınak olmaktan öte bana göre Göbeklitepe öncelikle kutsal bir alan. Bu şekilde tanımlanınca sanırım çok daha doğru ve geniş bir tanımlama olacaktır. Çünkü kutsal alan tanımı içerisine pek çok konuyu alabilirsiniz.

Ayrılıkların özeti 'Yaban'

Büşra Ekim: Bu arada biz Hakkı Hocam ile çok güzel bir 30 Ağustos röportajı yaptık. Bilhassa Atatürk’ün dünya genelindeki etkisi ve duruşuna değindik. Şimdi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı röportajımıza hazırlanıyoruz.

Hakkı Güleç: 1. Dünya savaşında yedi cephede savaşan Osmanlının en önemli cephesi Çanakkale’dir. Çanakkale tüm savaşın seyrini ve bölge ülkelerin dengelerini değiştirmiştir. Bulgaristan Sofya’da Ataşemiliter (askeri elçi) olan Mustafa Kemal, Osmanlı Genel kurmayına Çanakkale’de savaşmak için dilekçe verir. Ve cephe gerisinde yedekte tutulan 19. Tümen komutanı olarak atanır. Karargah Biga Köyünde yedi gün kalır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Biga’da kaldığı ev bugün Müze haline getirilmiştir. O evi gezme fırsatınız olursa Kurmay Subay Mustafa Kemalin saraydan ve yurt dışından getirttiği kitapların çoğunluğu sanat kitaplarını görebilirsiniz.

Zeki Baştürk: Yaban romanından bir örnekle katkıda bulunmak isterdim ben de...

Yakup Kadri, anı tarzında yazdığı “Yaban”da, köylü ile aydınlar arasındaki ayrılığı ortaya koymuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarındaki olayların konu edildiği romanda gerçekçi olaylar çoğunluktadır.

Roman, I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybetmiş, otuz beş yaşında, yalnız, karamsar, okumuş, genç bir subay olan Ahmet Celal’in anılarından oluşmaktadır.

Bir paşanın oğlu olan Ahmet Celal, I. Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılmış, bu savaşta sağ kolunu kaybetmiştir. bu yüzden savaşamayacağı için İstanbul’a gönderilir. Ahmet Celal’in hayatta beklentileri tükenir, umutsuzluğa kapılır. İstanbul İngilizler tarafından işgal edilince Ahmet Celal, Emir eri Mehmet Ali’nin köyüne yerleşir.

Bu köydeki insanlar ya Ahmet Celal’in farkına varmazlar ya da onu önemsemezler. Oysa Ahmet Celal kolunu onlar için kaybettiğini bilmelerini istemektedir. Ahmet Celal ile  köylü arasında çatışma buradan başlar. Ahmet Celal’e göre köylü geri ve cahildir, her bakımdan acınacak haldedir. Köylüye yaşanan günlerin Mustafa Kemal’in başlattığı Kurtuluş Savaşı’nın önemini ve gerçek yüzünü anlatmaya çalışır. Köylü ise yoksul ve bilgisizdir. Kimse ona inanmaz. Onları bu hale getiren Salih Ağa’nın sözünden çıkmazlar. Salih Ağa’nın her dediğine inanırlar ve onun etkisiyle Ahmet Celal’e cephe alırlar. Hizmet eri Mehmet Ali bile ağanın sözünden çıkmaz. Ahmet Celal ile sadece Mehmet Ali’nin anası Zeynep Kadın ve kardeşi İsmail dost olur. Diğer köylüler ise onu “YABAN!” olarak niteler.

Ara sıra köye Şeyh Yusuf gelmekte, köylülere okuyup üflemekte, ellerinde avuçlarında ne varsa almaktadır. Bu kez yine geldiğinde Ahmet Celal de Şeyh Yusuf'un söyleşisine katılmak ister. Emir eri karşı çıksa da Ahmet Celal , köylülerle birlikte toplantıya katılır. Şeyh , bu ziyaretten rahatsız olmuştur. Ahmet Celâl'i köylülerin nazarında aşağılamaya, küçük düşürmeye deyim yerindeyse ezmeye çalışır. Aydın biri olan Ahmet Celal, şeyh ile tartışır, şeyh köyden kaçar.

Burada şeyhlerin bilgisiz olmalarına karşın köylünün üzerindeki etkisi ile aydınların ise köylülerden uzak ve kopuk oluşu anlatılır. Aydınlar nedense Türk halkı ile uyumlu bir iletişim içine girememiştir. Günümüze bakıldığında değişen bir şey yoktur. Bu romanın yazılışının üzerinden yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine karşın sorun aynıdır. Aydınlar yine halktan kopuktur. Bilgisiz olan Şeyhler, şıhlar, tarikat liderleri yine toplum üzerinde egemendirler. Düşünülmesi gereken nokta budur.

Kafa yormadan ezbere öğrenmek

Hakkı Güleç: Düşünme, aklımızın yönetiminde zihnimizin ürettiğidir. Üzerinde düşünmeden, neden-sonuç ilişkisi kurmadan “kafa yormadan” ezbere öğrenmek ve olduğu gibi ezber  bilgilerle doldurmakla, beynimizi  depo gibi kullanmış oluruz.

    Ancak üzerinde düşünerek, araştırarak anlayarak ve kendimize mal ederek öğrenmekle beynimizi depo gibi değil, imalathane gibi kullanırız ki bu durumda kullanılan aklımız gelişir, akıl çapımız gelişir. Beynimiz tıpkı adalemiz gibi zorlandığı ölçüde gelişir. Sudoku, satranç gibi oyunlar geliştiricidir.

    Gelişmiş ülkelerde öğrencilerin 12 yaşına kadar hiçbir konuyu ezberlemesine izin verilmez.  İstenir ki öğrencilerin mantık, muhakeme, analitik düşünme yetenekleri gelişim içinde olsun.

    Ülkemizde ise son dönemlerde merkezi sınavlarda matematikten sıfır çeken öğrenci oranının artması, en başarısız dersin fizik olması 4+4+4 ile 12 yaşına kadar çocukların gerek eğitim dönemlerinde, gerekse aralarda yönlendirildikleri kurslarda sürekli ezber üzerine öğrenme yapmalarıdır.

     Sonrasında o çocukların gelişemeyen akılları nedeniyle biat etmeleri kolaylaşır. Sorgulama araştırma merak ve şüphe mahkum edilmiştir.   Buradan bilim adamı çıkmaz, sanatçı çıkmaz, filozof çıkmaz. Gelişim değil gerileme olur.

   Buradan ancak sadece mesleğinde uzmanlaşmış ve edindiği mesleki bilgilerinin, hayatın diğer alanları ile ilgisini çok da kuramayan meslek robotları çıkar.

    İyi bir üniversite mezunu öğretmen doktor akademisyen ama bir kısmı cahildir! Nerede nasıl davranacağını tam olarak kestiremeyen, kendisine yabancılaşmış ego sorunlu bir yapıdan bahsediyorum. Ayrıca sohbetlerde sözü kimseye bırakmadan sürekli kendisini ispat etmeyi isteme, “ben ben” sözleri onun çocukluk dönemlerinde varoluş sorunlarına işaret eder. Kendisini göremeyen kendisine körleşmiş olanın meslek evlilik sosyal hayatta çok da başarılı olamadığını gözlemlerim.

 Tarihte bilime sanata felsefeye sırt dönmüş nice devletler yıkılıp yok olup gitmişlerdir.

    Ayrıca bilinmelidir ki, düşünme işlemi sonunda gelişen nöral ağların, yeni nesillere epigenetik yolla aktarıldığı tespit edilmiştir.

     Bu anlamda düşünen sorgulayan araştıran okuyan anne ve babaların çocukları daha avantajlıdır.

   Toplumun entelektüel gelişim ortalamasının yüksek olması, gelecek kuşakların da avantajlı olmasının sonucu olarak da çağdaş ve gelişmiş ülke olmanın şartları sağlanmış olur.

    İnsanlar sistemli düşünme becerileri sayesinde dünyayı kendilerini ve kendilerinde ki dünyayı çok daha iyi kavrayabileceklerdir.

     Sistemli düşünmenin olmadığı yerde hayat hayvanlarda olduğu gibi genetik akıl ile devam edecektir. Kavga, gürültü, bağırma, çağırma, tehdit etme çıkarcı ve bencil hareketler gözlemlenecektir.

Felsefeyi mahkum etmek gerileme sebebidir.

   Sistemli düşünce sayesinde bilim üretilir, bilim ise teknolojik gelişim sağlar; teknolojik gelişim sanayi gelişimine neden olur; sanayi gelişimi ise refahı sağlayacak finans kapital üretilmesini sağlar.

Sistemli düşünmeyi ve aklımızın gelişimini sağlayan ise felsefedir.

“Küçük insan kendine; orta insan topluma; Büyük insan, insanlığa katkı yapar”

“Kendisi için çalışan kendisinin; Toplum için çalışan toplumun; İnsanlık için çalışan insanlığın sonuna kadar yaşar. “

Çare Büyükşehir'de Çare Büyükşehir'de

“Hangi alanda olursan ol, o alanın mutlaka önce bilim insanı, sonrada düşünürü ol!”

“Düşünmek; insan olmanın kendisidir.”

Ben böyleyim, siz nasıl isterseniz öyle yapın!” Kierkegaard

 

KİTAPLAR İMZALANIYOR

Sohbet öylesine çok yönlü gelişti ki ihtiyacımız olan paylaşıma kavuşmanın huzuru vardı hepimizde. Derken bir ara çantalar açıldı ve Hakkı Hocam Ailemiz ve Biz kitabını ile Zeki Hocam Yaşamımdan Yansımalar kitabını masadaki herkes için imzaladı.

Büşra Ekim: Levent Hocamın basım aşamasındaki kitabını ise sabırsızlıkla bekliyoruz! Zira çok çarpıcı bilgi ve araştırmalarla dolu olacak. Levent Hocamla ınstagram üzerinden bazı konularda canlı yayınlar yaptık. Bize, Nazar İnancı – Albastı İnancı ve Trepanasyon konularını anlatmıştı. Araştırmaları benim çok ilgimi çekiyor. Bilhassa mezarlar, ölü gömme gelenekleri, Kadim Türk Dini gibi konular. Hocam bilhasa ölü gömme geleneklerinden biraz bahseder misiniz bize?

Levent Sevik: Ölü gömme geleneklerini  neden çok önemli bulduğumu söyle ifade edeyim. Bir milletin ya da topluluğun birçok unsuru değişebilir. Bunlar içerisinde, din, dil, bayrak, ülke, ya da farklı unsurları sayabiliriz. Örneğin pek çok Türk devleti buna örnek gösterilebilir. Ancak ölü gömme gelenekleri oldukça zor değişen karakterlerdir. Bu nedenle milletlerin kültürel geçmişi incelenirken ele alınması gereken en önemli kültürel unsur ,ölü gömme gelenekleri dir. Örneğin Türkler Müslüman oldukları halde hala bazı şamani gelenekleri devam ettirmektedirler.

Hakkı Güleç : Zeki Hocam sizi daha fazla dinlemek isteriz.

Zeki Baştürk: Hakkı Bey, benim benimsediğim bir ilke vardır. Sürekli konuşursam bildiklerimi tekrar ederim ama dinlersem öğrenirim! Bu prensibi öğretmenliğim ve yöneticiliğimde de daima uygulamaya çalıştım.

Hakkı Güleç: Demiştik ya çok yönlü olamadan mesleğinde uzman olmak insanı cehaletten kurtarmaz ancak meslek robotu akademisyen, mühendis, doktor, öğretmen vb olabilir. Hayatın bütün yönleri ile elimizden geldiğince ilgili olmak hayat boyu öğrenci olmak ve sürekli gelişim içinde olma zorunluluğu vardır.

   Gerek eğitim kurumları rehberlik servisleri kurum yönetimi, gerekse Aile Danışmanlığı çalışmalarım, son on yıldır seminer vb için gittiğim yurt dışı seyahatlerim, düzenlediğim söyleşiler dolayısı ile görüştüğüm binlerce kişi bana kaynaklık ettiler. Örneğin en son aile içi iletişim sorunları nedeniyle görüşmekte olduğum ailede anne öğretmendir, baba ise oldukça başarılı bir akademisyendir. Konusunda yayınlanmış kitabı vardır. Onları hep dinledim kritik sorularım oldu. Kritik sözlerini tepkilerini duruş davranış cümle kalıplarını not aldım

    Belki inanması güçtür ancak akademisyen babanın aile bireyleri üzerine kurmaya çalıştığı otoriter baskıcı denetimci “ben ne diyorsam o”  yaklaşımına karşın öğretmen olan eşin son derece açık şeffaf halden anlayan korku kültürü yerine değerler kültüründe yetişmiş olması en temel çatışma nedeni idi. Kadın Erkek aynı kültürden yani korku kültüründen ya da değerler kültüründen gelmiş olsalardı daha kolay anlaşacaklardı ancak onların duygusal zekalarının gelişmesi farkındalıklarının artması çözüme yönelme isteklerinin olmasının faydası olabilecekti. Bizler danışanların geçmişe ve soruna değil geleceğe ve çözüme daha çok odaklanmalarını sağlamaya çalışıyorduk. Geçmişten sadece ders çıkartmak yeterliydi, çözüm gelecekteydi.

   Yani benim yetkin bir danışman olabilmem için psikoloji, sosyoloji, tarih ekonomi ve siyaset biliminin yanında felsefe sanat ile de ilgimin olması olmazsa olmazdı. Beyin kapasitemiz aynı anda birçok farklı disiplinde lisans üstü derecesinde uzman olabilmeye uygundur.

 Ancak zaman ve maddi şartlar uygun olmasa da bizler esas uzmanlaştığımız alanlar dışındaki bilimlerle de elimizden geldiğinde ilgilenmeliyiz.

    Toplumun bugününü anlayabilmek için tarih bilimine, insanın bugününü anlayabilmek için geçmişini bilmek ve içinde bulunduğumuz koşulların farkına varmak, izlenen siyaseti sosyolojiyi ve belirleyiciliği olan üretim biçimlerini ekonomiyi bilmek gerekiyordu.

Adalet duygusu için matematik zekasına ihtiyaç vardı. Çünkü mantık muhakeme analiz yeteneği olmayan matematik yapamazdı, adaleti sağlayamazdı. 

En başarılı mutlu ve güçlü kişilerin en yüksek iletişim becerilerine sahip olduğu, iletişim becerilerinin ise insanın en büyük ihtiyacı olan anlatmak, anlaşılmak ve anlaşma olmasa da önyargısız halden anlamasına dinleyerek onu önemsemek ona değil onunla konuşmak konuşurken sürekli egosunu tatmine yönelmemek, kendini bilmek için kendisine rehberlik edecek duygusal kalıplarının farkında olmak gerekirdi. Cümle kalıplarımız sözlerimiz duruşumuz beden dilimiz mikro beden dilimiz ses tonumuz dinleme ve konuşma anında kendimizin farkında olabilmek en temel konulardı.

ZEKİ DEĞİL İLETİŞİMCİ

 Levent Sevik: Gerçekten de öyle. Günümüzde artık şirketlerin insan kaynakları bölümleri çok zeki insanları değil, çok iyi iletişim kurma becerisine sahip insanları işe alıyor. Bunun nedeni bana göre; hayatın farkında olan ve sorumlu bir benliğe sahip olan insan, kurumsal kimliğine de sahip çıkar diye düşünüyor olmalılar.

Büşra Ekim: Saatlerce süren sohbette öylesine farklı ve derin konular konuşuldu ki... Bu yazı iki sayfaya sığdığı kadarıyla bir özet oldu sadece. Değerli hocalarıma bu güzel sohbet için teşekkür ediyorum.