Okuyacak olduğunuz bu yazı, birçok sanayici ve iş insanının hoşuna gitmeyecek.

Ama inanıyoruz ki, bugün bize kızacak olanlar, gelecekte bize hak verecek!

Bizlere şöyle öğretilmişti; "Yabancılar bizi, yani Türkleri sevmez!"

Yedi düvelin Anadolu'yu işgale geldiğini düşündüğümüzde, bu algının doğru olduğuna kanaat getirebiliriz.

Fransızlar, işgal için bu mübarek topraklara ayak bastılar.

İtalyanlar, turizm için gelmemişlerdi, işgal için can vatandaydılar.

Peki, ne oldu da, bizi sevmeyenler, işgal etmek istedikleri topraklara, 50 yıl sonra devasa fabrika kurdular!

Sahi, neden?

Teknik altyapımızdan, teknik personel fazlalığımızdan dolayı mı?

Hammadde teminindeki kolaylıktan ve ucuz hammaddeden dolayı mı?

İşçiliğin ucuz olmasından mı?

O dönemde, teknik altyapımız, teknik personelimiz, otomobil sektörüne dönük hammadde varlığımız yeterli seviyede değildi, işçilik maliyetleri de bu ülkede hiç bir zaman düşük olmadı.

Bize göre...  

Bu ülke sanayisinin gelişmemesi, sanayi kuruluşlarının kurumsallaşmaması ve markalaşmanın önüne geçmek için, Bursa'da iki ana sanayi kurulmuş ve sanayileşmenin, markalaşmanın ve kurumsallaşmanın önüne set çekilmiştir!

Bu son cümlenin sıkıntılı olduğunu, yazının başında ifade ettik, hemen celallenmeyin!

Yabancı sermayeye ve yabancı yatırıma asla karşı değiliz.

Ancak, ülke sanayisini "tedarikçilik ve fasonculuğa" alıştıran bu sektör, ülke sanayisini kendilerine mahkum etmiş ve bu rahatlığa, döviz üzerinden yapılan anlaşmalar neticesinde "döviz oynaklığından" kaynaklanan kur farkındaki yükselişleri kar olarak gören bir sanayi anlayışı ortaya çıkmış ve yabancı ana sanayilere mecbur ve mahkum olan bir sanayi portföyü ortaya çıkmıştır.

Bu yüzden, bilgi ve tecrübenin zirvesine çıkan sanayicimiz, tedarikçiliği bırakıp ana sanayi olma yolunda bir vizyon geliştirmiyor.

Dövizdeki kur farkını kar olarak görüyor, adeta onunla yetinerek yoluna devam ediyor.

50 yıl önce tedarikçiydi...

50 yıl sonra bugün, yine tedarikçi...

Fabrikayı kuran baba tedarikçi, babadan fabrikayı devralan çocuklar tedarikçi, çocuklardan fabrikayı devralan torunlar da tedarikçi...

Üç nesil tedarikçi...

Böyle giderse, fabrika ayakta kalırsa, yabancı ana sanayi Bursa da devam ederse, on nesil sonrası da tedarikçi!

İstihdama sağladıkları katkıdan dolayı, yabancı ana sanayiye ve bizim tedarikçilere elbette teşekkür ediyoruz.

Ancak!

Kurumsallaşmak ve markalaşmak gerekiyor.

Kendi markalarımızı oluşturmamız gerekiyor.

Almanya gibi olmamız için, tedarikçiliği ve fasonculuğu terk etmemiz gerekiyor.

Bursa'da planlanan ve yatırımı devam eden otomobil fabrikasını bu yüzden önemsiyor, 50 yıllık tedarikçilik tarihinin değişecek olduğu günleri sabırsızlıkla bekliyoruz.

Bu konudaki düşüncemizin netliğini uygunluk değerlendirme alanında örnek vererek ifade etmeye çalışalım.

Bu sektörde bir Standard var.

Eski adıyla IATF 16949, yeni adıyla ISO 16949...

Bu ülkede...

Bu konuda...

Bu ülkenin hiç bir kurum ve kuruluşuna ve de bu ülkenin milli belgelendirme kuruluşu olan Türk Standardları Enstitüsü'ne (TSE), belgelendirme yetkisi verilmediğini biliyor musunuz?

Bu konuyu kimsenin dert edinmediğini, dert edinenlerinde başına dertler açıldığını biliyor musunuz?

TSE için bu konuda belgelendirme yapmanın çocuk oyuncağı olduğunu, buna rağmen, bu konunun sadece yabancı belgelendirme kuruluşları kontrolünde olduğunu biliyor musunuz?

Sonuç olarak;

Fasonculuk ve tedarikçilikle bu ülkenin atılım yapması mümkün olmayacaktır!

Çözüm;

Yabancı ana sanayilerin tedarikçiliğini yapan bizler, kendi milli ana sanayimize yabancıları tedarikçi yaptığımız zaman, bu ülke daha hızlı kalkınacaktır.

Velhasıl...

Tedarikçilik - fasonculuk ile sanayimizin gelebilecek olduğu yer burasıdır.

Ötesi yoktur!

Bir soruyla bitirelim;

"Eski adıyla IATF 16949, yeni adıyla ISO 16949 konusunda, TSE'ye belgelendirme yetkisi verilmemesi kimlerin işine yarıyor?"

***

NOT: Evde kalmak zorunda kaldığınız bugün, canınızı biraz sıkmak istedik. Başarılı olduysak, yarınlardan umudumuz var demektir!