Bazen klavyenin tuşlarına basmak istemezsiniz.. Evvelden büyüklerimizden görürdük, canları sıkıldığında  "Bugün yazacak bir şey yok" der sayfalarını boş bırakırmış..

Benim de yazacak bir şeyim yok bugün ama bir Cemalettin Altun alıntısını paylaşmak istiyorum 30'un üzerinde şehit verdiğimiz şu günlerde: "Bazen sözün bittiği yerdir" derler ya işte o cinsten bir yazı... Sabredip sonuna kadar okuduğunuzda hak vereceksiniz.

Bir komutan yazmış:

"Siz oğlu şehit olan aileye

acı haberi vermeye gittiniz mi hiç?

Hayır mı? Dinleyin o halde;

Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bi emir düşer önünüze

Yukarı köyden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür

Yarabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem.. Ama giyersin tören üniformanı,

birkaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı

alırsın arkaya, düşersin yola.

Vatandaş da öğrenmiştir artık,

önde bir askeri araç,

arkada bir ambulans ile geliyorsa

bir eve ateşin düştüğünü.. Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin

İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar..

Neyse varırsın köye.

Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini,

“aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini duyar gibi olursun.. Bütün köy donmuştur adeta..

Herkes büyülenmiş gibi izler seni

Hangi eve gidilecek diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı..

Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini,

 Elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün.

Ayakların geri geri gider.

Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar,

bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere.Oğlu daha toprak altına girmeden

o ana düşer toprağa..

Öyle bir vurur ki yere,

Zelzele oluyor sanırsın..

Konu komşu yığılır,

Bin feryat bin figana karışır,

Dersin ki kıyamet budur…

Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır,

son bir umutla yüzüne bakar, “Yaralı değil mi komutan?” der;

Başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin.

Dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın..

Hemşire elinin titremesinden,

gözünün yaşını silmekten

sakinleştirici iğneyi yapamaz bile..Baba..

Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar..

Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya garkolmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun

şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın

Kimi içine akıtır gözyaşlarını,

kimi de donar kalır.. Kimi günlerce konuşamaz,

Kimi dua eder, kimi beddua..

Kimi kendi saçlarını,

kimi saçlarımızı yolar,

ne şapka kalır başınızda

ne rütbe omuzlarınızda, söker atar..

Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra kopar. Gerçekle yüzleşme günüdür..

Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye Tören mören hak getire..

Köylü alır şehidini omuzlarına,

yer yerinden oynar,

ne protokol kalır ne düzen..

Kimi “Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum” der,

görmek istemez naaşını…

Kimi de ille de “Göreceğim” der,

Gösteremezsin ki;

Ya yüzü yoktur ya bacağı.. Yanımızdaki bi üsteğmen yada yüzbaşı

elinde daha önce de okuduğu,

sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur,

“Kanı yerde kalmayacak” diyerek,

bitirir konuşmayı..

Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, gardaşlar duymaz bile bunu,

duysa da inanmaz.. Sonuç olarak; Orada bir mezar,

bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır..

Her gün daha da duyarsızlaştırılan

toplumumuzda akşam 45 saniyelik haber olarak izlersiniz siz de...

Ben okurken dayanamadım...

Allah sabır versin o analara babalara

Dayanılmaz tarif edilemez bir acı..."