Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarından Ömer Seyfettin’in Üç Öğüt hikâyesini bu Pazar sizlerle paylaşacağım.

Durmuş’un bir anasından başka kimsesi yoktu. Fakirdi. Ama gençti kuvvetliydi. Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi. Para kazanmak ve tekrar çiftini düzebilmek için gurbete gitmeye karar verdi.

Durmuş da gurbetçilerin arkasına katıldı. Dere tepe aştı. Nihayet İstanbul’a geldi.

Ne iş yapacağını bilmiyordu. Bir mesleği yoktu.

Arkadaşları ona Edirnekapı’da oturan Müstakim Efendi’nin uşak aradığını söyledi.

Durmuş gitti. Aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyar... Elini öptü:

-Uşak arıyormuşsunuz, beni alın efendim, dedi.

Müstakim Efendi, onu tepeden tırnağa süzdü.

-Evli misin? - Hayır. -Anan, baban var mı? -Yalnız anam var. -Ne zaman İstanbul'a geldin? -On gün evvel... -On gün boş mu gezdin?

-İş aradım. - Bulamadın mı? -Bulamadım.

Kazanacağı parayı ne yapacağını ve borcu olup olmadığını sordu. Durmuş’un verdiği cevaplardan memnun oldu. Peki oğlum dedi. Ben seni yanıma alayım ancak çok para veremem… Durmuş: Ben çok para istemem dedi. Ama ben pek az para veririm. Ne kadar verirsiniz? Bir kuruş. Günde bir kuruş mu? Hayır. Haftada bir kuruş mu? Hayır. Ayda bir kuruş mu efendim? Hayır! Senede bir kuruş… Bu ihtiyar kendisiyle eğleniyor sandı. Güldü. Önüne baktı.

Bir de nasihat vereceğim. Durmuş gözlerini yerden kaldırdı: Ben nasihati ne yapayım? Bana para lazım efendim. Para harcanır biter, yahut kaybolur ama insanın aldığı nasihat hiç bitmez. Ölünceye kadar işine yarar.

Kuru lafın işe yarayacağına hiç aklı ermedi. Çıkıp gidecekti dur oğlum dedi. Ömrüm ilim ile geçti. Saçım, sakalım kitap üzerinde ağardı. Aklın paradan daha kıymetli, paradan daha işe yarar bir şey olduğuna kanaat getirdim. Nasihat, hazır bir akıl demektir. Yoksa ben sana senede beş on lira verebilirim. Fakat paradan daha kıymetli olan nasihati veriyorum. Aklın varsa kal. Bana hizmet et.

-Hayır efendim, bana para lazım, nasihat lazım değil dedi ve ayrıldı oradan.

Yalnız kalınca düşündü. Acaba bu paradan kıymetli olan nasihat neydi? O gece merakından hiç uyuyamadı. Sabah olunca Müstakim Efendi’ye gitti. Vereceğiniz nasihati merak ettim bir sene hizmet edeceğim. Tam bir sene çalıştı, Müstakim Efendi’nin her hizmetini yaptı. Nihayet bir sabah efendisi onu çağırdı: İşte oğlum, yanıma gireli tam bir sene oldu. Kulaklarını iyi aç. Nasihatini ve kuruşunu vereyim: “Yolunu, izini bilmediğin yere gitme!” Canı sıkıldı. Büyük bir nasihat alacağını sanıyordu. Ben bu nasihati zaten biliyordum efendim, dedi. Müstakim Efendi güldü: Biliyorsan iyi… Şimdi o bildiğini hatırladın, bu daha iyi… Demek ki bir sene hep bu iki çift laf için çalışmıştı ha… Çıkıp gidecekti istersen bir sene daha kal. Yine bir nasihatle bir kuruş veririm. Hayır istemem efendim, diyerek çıktı. Gece yine merakından uyuyamadı. Acaba bu vereceği nasihat ne idi? Bir sene sabretmiş, birinci nasihat için çalışmıştı. Şimdi meraktan çatlayacaktı. Acaba ikincisi ne idi? Dayanamadı gitti kabul etti. Bir yıl daha çalıştı.

İkinci senenin sonunda “Emanete hıyanetlik etme” dedi. Durmuş’un yine canı sıkıldı. Efendim ben bu nasihati biliyordum. Bildiğini hatırlamak yeniden bir şey öğrenmek kadar faydalıdır. Oğlum eğer bir sene daha kalırsan sana bir kuruşum, ama son bir nasihatim daha var…

Bir gece, iki gece, üç gece… Rahat uyuyamadı. Acaba efendisinin son nasihati ne idi? Belki bildiği bir şeydi. Ama ne idi? Hep bunu düşünüyordu. Çok iş aradı bulamadı. Madem ki iki senelik emeğim havaya gitti bir sene daha uğraşıp, şu son nasihati da alayım merakta kalmayayım. Bir sene daha hizmet etti. Sene sonunda efendisi onu çağırdı. Kuruşunu eline verdi: Al nasihatini da dedi. “Karını kendinin gitmediği yere gece yatısına gönderme!” İçinden dipsiz bir laf işte dedi. Artık memlekete dönme vakti efendim. Üç sene oldu gurbetteyim. Anam ihtiyar gideyim bakayım, ne oldu? Pekala oğlum sana bir hediye vereceğim. Anana benden götür olur mu? Olur efendim dedi. Hemşerilerinin kahvesine gitti. Başına geleni anlattı. Hepsi güldüler. Ulan sen deli misin dediler. Ama memlekete nasıl gidecekti? Cebinde üç kuruşundan başka para yoktu.

Hemşerileri haline acıdılar. Efendisinin evine veda etmeye gitti. İşte gidiyorum efendim. İhtiyar kalktı al şu hediyelerimi anana götür, diye ona iki büyük somun uzattı. Durmuş içinden şu gönderdiği hediyelere bak diye kızdı. Somunları aldı heybesine koydu. Arkadaşları ile birlikte atlara bindiler ve yola çıktılar. Dağlar aştılar. Ormanın kenarında taşkınca bir suya geldiler. Geçecek yeri bulamıyorlardı. Durmuş bu kadar bir su karşısında hemşerilerinin ürkekliğine güldü. Atını suya sürecekti. Tam bu sırada efendisinin verdiği nasihat aklına geldi. Yolunu izini bilmediğin yere gitme! Dizgini topladı. Yanındaki arkadaşı durmadı. Atını sürdü. İki adım atınca birden suyun içinde kayboldu. Civarda bir çoban buldular. Suyun geçilecek yerini öğrendiler. Meğerse orası bir girdapmış. Durmuş efendisinin nasihatini hatırlayarak, atını o zavallıdan evvel sürmediğine şükretti. Bir senelik hakkını helal etti. Yolda ona yiyecek de veriyorlardı. Bir gün karnı çok acıktı. Efendisinin hediye gönderdiği şu somunlardan birisini koparıp yesem dedi. Elini heybesine atarken, tam bir senelik emek sarf ederek işittiği nasihat aklına geldi: Emanete hıyanetlik etme! Elini çekti. Şeytana uymayayım dedi. Birkaç gün, birkaç gece daha yürüdüler. Nihayet karanlık bir ormanın kenarından geçiyorlardı. Ağaçların arasından: Teslim olun diye bir ses işitti. Onunla beraber bütün kervan durdu. Eşkıyalar her tarafı çevirmişti. Canını kurtarmak isteyen üzerinde, başında nesi var, nesi yok buraya bıraksın. Selametle yoluna gitsin diye haykırdı. Kimse dayanamadı. Can maldan tatlı. Herkes nesi var nesi yok efenin önüne döktü. Senelerce emeklerle kazanılan paraları hediyeleri teslim ettiler.

Durmuş benim bir şeyim yok dedi. Efe inanmadı. Ne demek sen gurbetten gelmiyor musun?

Üstünü aradılar sonrada arkadaşları da Durmuş’un para kazanmadığını, senede bir kuruşa hizmet ettiğini anlattılar. Efe Durmuşun aptallığına hem güldü hem kızdı hem de dövdüler. Durmuş gibi hepsi evlerine parasız döndüler. Durmuş’un anası üç senedir çektiği sefaleti anlattı. Niye para kazanmadın a oğlum? Kazansaydım yine eşkıyalara kaptırarak, elim boş dönecektik.

Heybeden bir somun çıkardılar. Kırınca etrafa altınlar yayıldı. Şaşırdılar. Öbür somunu da kırdılar. Onunda içi altınla dolu idi. Sevinerek hepsini topladılar.

Bir sene hizmet ederek yolunu izini bilmediğin yere gitme nasihatini aklına getirmeseydi boğulacaktı. İkinci sene aldığı, emanete hıyanetlik etme nasihatini hatırından çıkarsaydı, yolda somunları kıracak ve altınlar meydana çıkacak diğerleri gibi soyulacaktı. Efendisinin ne kadar büyük ne kadar akıllı bir adam olduğunu anlamaya başladı. Ona İstanbul da iken aylık verseydi, ihtimal biriktiremeyecekti. Yahut diğerleri gibi parayı kaptıracaktı.

Durmuş düşündükçe akıl olmazsa para hiçbir işe yaramazdı.

Durmuş zengin olunca tarla aldı. Bağ aldı. Koca bir çiftlik kurdu. Köyünün ağası oldu.

Sonunda şartını kabul eden biri ile evlendi.

Onun üçüncü tavsiyesini de yerine getirerek hanımını hiçbir gece evinden uzaklara göndermemiş. Hep beraber gezerlermiş. Çocukları olmuş. Mutlu bir aile olmuşlar. Ömrünün sonuna kadar Müstakim Efendi’yi hep anlatmış hem de dualarından hiç eksik etmemiş...

Bazen paranın değiştiremediği hayatınızı iyi bir öğüt değiştirebilir.

Her şey gönlünüzce olsun…