Bu nasıl bir tezattır. Özellikle son bir kaç yıldır daha yoğun olmakla beraber bu Osmanlı konusu her geçen gün daha sık karşımıza çıkmakta.

Bir Osmanlı özentisi almış başını gitmiş.

Hem yeni Türkiye’den bahsedeceksiniz, hem eskiye dönüp ikide bir Osmanlı diyeceksiniz. Bu nasıl bir çelişkidir. 

Peki nedir bu Osmanlı?

Osmanlı yaklaşık 100 yıl önce  Mondros Antlaşması ile bitkisel hayata girmiş ve 1 Kasım 1922 yılında da 623 yıllık Osmanlı saltanatı fiilen sona ermiştir. Osmanlı’nın çöküşü ile ilgili ciltler dolusu kitaplar yazılabilir. Yazılmıştır da.

Ama özetleyecek olursak, bunun başlıca sebebi gelişen dünyaya ayak uyduramamak denilebilir. 

Her ne kadar 15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da Rönesansın ilk  dönemlerinde Fatih, Yavuz ve Kanuni ile Osmanlı çağa ayak uydursa da ilerleyen zamanlarda gelen padişahların hiçbiri onların ayarında olamamıştır. 

Ve son ikiyüz yılda Abdulhamit Han’ı ayrı tutarsak ki Osmanlı için sonun başlangıcı asıl Abdülhamit Han’ın bazı şer odaklar tarafından tahttan uzaklaştırılması olmuştur. Abdülhamit Han tahtta kalsaydı Osmanlı’nın son yıllarında düştüğü rezil durumlara maruz kalmayabilirdi. 

Burada bir parantez dehıyanet ve gafletiçinde olan  İttihat ve Terakki denen mason örgütüne açmak gerekir. Osmanlı’ya son darbeyi indiren de bunlar olmuştur.

Sonuç olarak Osmanlı saltanatı yüz yıl önce şanlı tarihine yakışmayan şekilde üstelik işgal edilerek son bulmuştur. 

Tabi şanlı tarihe sahip bütün uluslar gibi biz de tarihimizle gurur duyuyoruz.

Osmanlı’nın yönetim anlayışında öyle ilkeleri vardır ki, yüzyıllar boyu Osmanlı’nın ayakta kalmasına sebep olmuşlardır. Öyle ilkelerdir ki, günümüzde de örnek almamız gereken ilkelerdir.  O ayrı.

Ama bizim  anlatmak istediğimiz başka birşey.

Eskiye özlem duyarak,eskiyi örnek alarak  biryere varılamaz.

Hayatın tabiatı bunu gerektirir.

Siz Dünya güçleri arasında yer almak istiyorsanız yeni şeyler söylemeniz lazım.Ama  bunu yaparken de gerçekleri  konuşmak lazım.

Osmanlı büyük başarılar ve zaferler ile geçen dört yüz yılın ardından, son iki yüz yılında Sanayi devrimi ile başlayan gelişmelere ayak uyduramamış,bilimden, ilimden ve en önemlisi halkından uzak kalarak yozlaşmış ve çökmüştür.

Ve bu gün birileri kalkacak devletimizi yok olma eşiğine getiren bu gerici zihniyete ve yönetim tarzına özlem duyacak ve diğer taraftan da yeni Türkiye’den bahsedecek.

Günümüzün gelişmiş ülkelerine baktığımızda hangisi geçmişine özlem duyarak veya geçmiş yönetim tarzını örnek alarak ilerlemiş.

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğuna ve güneşin batmadığı topraklara sahip olmuş Britanya İmparatorluğu bile gelişen dünyaya ayak uydurarak ilerlerken, Osmanlı özlentisi neyin kafası. 

Geçmişten sadece sembolik anlamda monarşileri kalmıştır o kadar.

Geçmiş başarılara takılıp kalanlar ve buna göre hareket etmek isteyenler yeni birşey üretemeyen kompleksli zihniyetlerdir.

Diğer taraftan son zamanlarda birde ne oldukları belli olmayan, bir baltaya sap olamamış kişilerin kurduğu Osmanlı ocakları denen kuruluşlar var ki tam abes ve iştigal.

Osmanlıya özlemin hilafet ile ilgili dini boyutu da var ki bu da çok ayrı ve ayrıca ele alınması gereken bir konu.

Burada sadece şunu söyleyelim ki bazı kişilerin göstermeye çalıştığı gibi Osmanlı eşittir dindarlık demek değildir.

Bilakis son ikiyüz yıldaki çöküşün başlıca sebebi Hak yolundan çıkmak olmuştur.

Nihayetinde Osmanlı sevapları ve günahları ile yaşanmış ve geri gelmemek üzere bitmiştir. Oradan alacaklarımızı alıp, içlerinden gurur duyacak atalarımız ile gurur duyup yolumuza devam etmeliyiz. 

“Eski eskide kaldı. Artık yeni şeyler söylemek lazım cancazım” -Bu sözlerin kime ait olduğunu söylemeye gerek yok sanırız.