İstanbul Kasımpaşa’da zindan arkası kabristanında kavuklu bir mezar vardır. Şimdinin Haliç tersanesinin sırtlarında kalan bu yerde halkın Meyyitzade kabri diye isim verdiği ana ile oğulun beraber yattığı mezar vardır. Mezarın hikayesi şöyledir; Osmanlı'nın askeri yeniçeri altı aylık hamile karısını sık sık ziyaret etmek için görev yerinden ayrılıp İstanbul’a gelirdi. Onları emanet edecek kimsesi yoktu. Ferman Padişahın deyip savaşa giderken Allaha yalvarır; "Ben seferden dönmeden şu hatunum doğum yapacak, artık çocuğum sana emanet " Diyerek Rabbine duada bulundu. O anda Eşim ve çocuğum değil de sadece oğlum diyerek eksik duada bulundu. Yeniçeri gider gitmez eşi ağır hastalığa yakalanıp doğum vakti gelmeden ölüm vakti geldi. Vefat etti. Mahalleli onu son yolculuğuna uğurladı. Mezara konulan rahmetlik kadın birkaç gün sonra Allah’ın hikmeti sağlıklı bir oğlan çocuğu doğurur. Çocuk doğduktan sonra ölmüş annesinin vücuduna tırmanarak göğsüne yetişip emmeye başlar. Çocuğum bu ölü memesinde süt bulması, karnını doyurması, nerede olduğunu bilmeden karanlık bir dünyada uyuması, uyanması ağlayarak hayatta kalması tabi ki bir mucizeden başka bir şey olamaz. Bir süre sonra Yeniçeri orduyu - Hümayun Eğri seferinden döner ve ilk gittiği yer evi olur. Hakikati öğrenince inanamaz. - "Ben onları Allaha emanet ettim" der fakat hanımını değil, yalnızca çocuğunu emanet etmişti. Bunu unutur. Mahallenin erkekleri ona karısının mezarını gösterir. Dağ gibi yiğit asker kabre sarılıp ağlar. Ağlarken mezardan bir bebek ağlaması sesini duyar. Etrafındakilere bağırır. - "Bre kazma kürek getirin, evladım aşağıda sağdır". Hemen mezarcıdan aldıkları kazma kürekle mezar açılır, gördükleri manzara akıllara durgunluk verecek tarzdadır. Erkek bir bebek annesinin çürümeye başlayan vücuduna yapışmış, sağ memesinden süt emiyor. Bütün vücut çürümeye başladığı halde, sağ meme olduğu gibi korunmuş, süt gelmeye devam ediyordu. Ölmüş annesinin koynundan alınan bu çocuk, büyüdüğü zaman ulema sınıfına dahil olmuş ve Sultan 1.Ahmedin saltanatı zamanında 1603 - 1617 yılları arasında itibar gören, sözü dinlenen, bir zat olarak yaşamıştır. Halk onu daima ‘Meyyitzade’ ölünün oğlu lakabıyla bilmiş ve öldüğü zaman da yine doğduğu yere, annesinin mezarına defnedilmiştir. Bu hikayeyi günümüze taşıyan, değerli kişi, Seyahatnamesinin ilk cildini İstanbul’a ayırmış, orada olağanüstü vakalara, rivayetlere, şahit olmuş sevgili Evliya Çelebi’mizdir. Saygılar...