Kadınlar erkek şiddetine karşı, “Artık yeter! Yaşamak istiyoruz!” diye slogan attı. Yürüyüşe 100 bin kişi katıldı.

Nerede olduğunu sorduğunuzu duyar gibiyim. Türkiye’de değil. Yandaş kanallarda birinde, İtalya’da kadınlar erkek şiddeti ve faşizme karşı yürüyüş yaptıklarını, yürüyüşe 100 bin kişi katıldığını ve “Artık yeter! Yaşamak istiyoruz!” diye slogan attıklarını söylüyordu.

Kadın örgütleri böyle bir yürüyüş yapmak istese izin verilir mi? Yürüyüşe izin verilse bu yürüyüşü yandaş kanallar haberlerde böyle gösterir mi? Böyle bir yürüyüş ülkemizde gerçekleşmez, gerçekleşse de yandaş kanallar bunu göstermez.

Ana akım medya kanallarında ülkenin gerçek gündemiyle, paramızın pula dönmesiyle, zamlarla, hayat pahalılığıyla, pazarlarda çürük meyve sebze toplayan, ucuz ekmek kuyruğunda saatlerce beklemek zorunda olan insanlarla ilgili haberler göremezsiniz. Çocuğuna bir pantolon alamadığı için hayatına son veren, ihtiyaçlarını karşılayamadığı çocuklarını devlet korumasına vermek için dilekçe yazan babayı, 4 yaşındaki çocuğunu evde yalnız bırakıp “çalışmak zorundayım” diyerek işe giden anneyi göremezsiniz.

Yapılan bir araştırma, günde 16 lirayla geçinmek zorunda olan 4,5 milyon insanın var olduğunu gösteriyor. İstihdamda iş arama umudunu kesen ve evde anne babasının eline bakan yaklaşık 5,7 milyon genç işsizimiz var. Gençlerimiz umutsuz. Gençlerin %78’i torpilin liyakatten önde geldiğini düşünüyor. Her 100 gençten 86’sının borcu var. Her 100 gençten 76’sı geleceği yurt dışında görüyor. Binlerce ücretli öğretmen aylık 2 bin lira ve altında maaşla çalıştırılıyor. Çalışmadıkları gün maaş yok, sosyal güvence yok.

Yoksulluk artarken sorumlular sebebi başka yerde arıyor. Memleket yangın yerine dönmüş, yöneticiler hala yapay gündemlerle suçu üzerinden atma çabası içerisinde. Faizin düşürülmesinde dini, fiyat artışlarında stokçuları, istihdam azalmasında iş adamlarını, dövizdeki yükselişle paramızın pula dönmesinde dış güçleri sorumlu tutuyorlar. Peki, iktidar neden sorumlu? “Her başarısızlıkta bir sorumlu bulan iktidarın neden sorumlu olduğunu bilmiyoruz?”

Yandaş kanallarda bunları pek göremezsiniz. O kanallarda asayiş, polisiye, magazin… Gerisi algı oluşturma gayreti. Türkiye’nin başka problemi yok. Her şey güllük gülistanlık.

Anlatılanların daha etkili olması için de değerler üzerinden siyaset yapılıyor. Değerler üzerinde siyaset yapılırken değerlerin içi boşaltılıyor, kimin umurunda?

Hizmetlerinin yeterli olmadığının farkında olduklarından, taban kaybetmemek için kutsal değerleri kullanmaktan geri durmuyor ve kimlik siyasetine devam ediyorlar.

Değerler üzerinde yapılan siyaset safları netleştirip sıklaştırırken ayrımı derinleştiriyor. Toplumda kutuplaşmayı körüklüyor. “Mutlu azınlığın kaybetme korkusu” olarak tanımlanan bu yolun bizi daha da karanlık günlere götüreceği konuşuluyor.

Dini, milli ve kültürel değerlerimiz kimsenin tekelinde değildir. Değerler üzerinden siyaset yaparak insanları ayıran, ötekileştiren, kutuplaştıran, şeytanlaştıran anlayış, şeytanın ta kendisidir. Değerleri kullanarak, insanlara o değerler üzerinden eziyet etmenin en büyük şeytanlıktır. 

Bizler bu dinin, bu vatanın ve bu milletin mensubuyuz sahibi değil. Sahip gibi davranmak da kimsenin haddine değildir. 

Değerler ve kimlik üzerinden siyaset dış tehditlere karşı direncimizi artırmaz azaltır. Bu yüzden hizmet siyaseti, kimlik siyasetinin önüne geçmeli diye düşünüyorum.