10 Kasım 1989 totaliter rejimin fiilen sona ermesinden sonra ve gelen demokrasi ile beraber çok partili sisteme geçildi.
Azımsanmayacak soydaş nüfusa sahip Bulgaristan'da doğal olarak bu kitlenin haklarını savunacak ve koruyacak partiler de kurulacaktı.
Nitekim kuruldu da.
O tarihlerde tam dört parti kurulmuştu.
Ancak kısa sürede diğer üç parti bazı bilinen sebeplerden dolayı
varlıklarını sürdüremeyerek faaliyetlerine son vermek zorunda kaldı.
Böylece oradaki insanımızı temsil eden tek parti kalmış oldu-DPS.
Yani Hak ve Özgürlükler Hareketi.
Her ne kadar zaman zaman partideki yönetim anlayışına karşı bayrak açıp kopanlar olsa da bu yaklaşımlar partiye ciddi zararlar veremedi.
Ancak yıllar içinde seçmen nezdinde biriken tepkiler partinin meşru genel başkanı partiden ihraç edilince patladı.
 Ve bu gün bakıldığında DPS soydaş kitlesinin yarısını kaybetmiş durumda.
Her ne kadar önceki hafta yapılan yerel seçimler sonuçlarına göre bir önceki yerel seçimlere kıyasla gücünü korumuş gibi görünse de bu sonucun suni olduğunu ve gerçek tablonun yansıması olmadığı bilinmekte.
Bu sonuç nasıl elde edildiği konusuna girmeyeceğiz, zira anlatmak istediğimiz konu başka.
Son yerel seçimler sürecinde bazı arkadaşlarımız neden DPS'ye karşı olduğumuzu, neden bölünmemize sebep olduğumuzu sormuşlardı.
Onlara, DPS'ye karşı değil, karşı olduğumuz husus partideki yönetim anlayışı olduğunu anlatmıştık ki bu gerekçe aslında insanımızın yarısının bu partiden kopmasına sebep olan gerekçe ile aynı.
Bölünme konusunda neye göre bölündüğümüzü iddia ettiklerini sormuştuk.
Eğer mesele Türklük ise burada ciddi tezat söz konusuydu.
Bir insanın kimliğini belirleyen, bir insanı adam yapan ismi değildir.
Eylemleridir, duruşudur, karakteridir.
Her örgütün, ister parti, ister STK olsun, kuruluş amacı ve faaliyet alanı vardır.
Kuruluşundan bu yana ana seçmen kitlesi soydaş nüfusumuz olan DPS öncelikle onların çıkarlarını korumak ve beklentilerini karşılamak üzerine faaliyet yürütmek zorundaydı.
Ki beklentiler oradaki etnik, dini, kültürel kimliğimizi korumaktır.
Bundan öte bizim buradaki göçmen STK'larımızın, Bal-Göç başta olmak üzere, ana misyonu, kuruluş amaçları, aramızdaki yardım ve dayanışmayı sağlamaktan öte asıl geldiğimiz topraklarda kalan soydaş nüfusumuzun asimile olmadan varlığımızı sürdürmeleri için faaliyetler yürütmektir.
17 Ocak 1985 yılında, soydaşımıza yönelik "Soya dönüş" adı altında asimilasyon girişimlerinden sonra Bal-Göç tam da bu misyon ile kurulmuştu ve o dönem kurucu genel başkanı rahmetli Mümün Gençoğlu gerek iç kamuoyunda, gerek uluslararası platformlarda inanılmaz etkili faaliyetlere imza atmıştı.
Soydaşlarımızın Hak ve Özgürlüklerini koruma iddiası ile kurulan DPS yıllar içinde anlaşıldı ki bu anlayıştan çok uzak.
Burada detaylara girmeye gerek yok.
Zaten bu konularda değişik ortamlarda çok yazıldı ve tartışıldı.
Sonuca bakmak lazım.
Sonuç olarak mesele DPS'nin kendisi değildir ki buralarda saygı duyduğumuz ve değer verdiğimiz birçok arkadaşımız da var.
Mesele oradaki yönetim anlayışıdır.
Bütün mesele soydaşlarımızın çıkarları ve beklentileri doğrultusunda hizmet etmektir.
İşte bütün mesele budur.