Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sayısı son araştırmalara göre toplam 3 milyon 687 bin 244 kişi oldu. Bu kişilerin 1 milyon 998 bin 221’i (%54,19) erkeklerden, 1 milyon 689 bin 23’ü (%45,81) ise kadınlardan oluşuyor. 

Son bir yıldır başta Suriyeliler olmak üzere mültecilere yönelen tepkiler, yaşanan uyum sorunları ve bunların toplumda yarattığı rahatsızlık hat safhaya ulaştı. İç savaştan kaçan mültecileri ilk olarak misafir kabul eden anlayışın tahammülsüzlüğe dönüşmesi sonucu 3 milyon 687 bin 244 kişinin geleceği belirsizliğini koruyor. 
Türkiye’ye gelir gelmez çırpınıp çocuklarına iyi bir gelecek hayal ederken işini kuran da var, sabahın erken saatlerinde çocuklarını alıp dışarıda dilenen de ya da bakacak kimsesi olmadığı için sevmediği biriyle evlenen de var, gecenin belli bir saatinde dışarı çıkıp kağıt toplayan da…
Tabii kötüsü de var iyisi de. Neler duyduk-işittik, yargıladık, sevmedik, sevmiyoruz, gitsinler istedik ve hala da yüksek sesle bağırıp gitsinler diyenlerimiz var. 
Hala haberlerde görüyoruz Esad askerleri durmuyor ve kan dökmeye devam ediyor diye. Peki biz bile bile nasıl ölüme gitmelerini isteriz ki!.. Onlar da istemezler bu hayatı hangimiz isteriz vatansız olmayı, hangimiz isteriz vatansız doğmayı, çocuklar vatansız doğuyor…
Bir toplum düşünün ülkeleri yok, aile kavramı çökmüş, çoluk-çocuk-anne-baba dağınık ya da hayatta yok, hayatları darmadağın…
Her gün hikayesi geliyor karşımıza, kaçarken, umuda giderken, ayakta kalmaya çalışırken şu oldu bu oldu gibi. Her şeyden önce insan olarak bakıyorum, bizim de başımıza gelebilirdi ki ve geledebilir değil mi? Ama ne olursa olsun gözü dönmüş büyük güçler varken ben üzülmüşüm, siz üzülmüşsünüz bir şey ifade etmiyor. Yine de gören göz olarak huzursuz oluyoruz…
Metroda yere oturmuş 2 anne kucaklarında yavruları, hava çok soğuk benim üzerimde kaban ayağımda bot ama yine de çok üşüyorum. Anneler yavrularını sarmış kollarıyla incecik bir hırka. Yavrularının ellerinde marketten aldıkları yiyecekler, ayaklarında ayakkabı bile yok. Nasıl anlatayım o dehşet manzarayı bilemedim. Mültecilerdi ve yeni geldikleri hallerinden belliydi. Bakışlar hep onlardaydı, çocuklar hiçbir şeyden habersiz birbirleriyle oynuyorlardı. Anneler de aralarında sanırım konuşuyorlardı. Bir anda izlerken fark ettim ki diplerine kadar gelmişim. Onlar yerde ayaklarımı bastığım yerde oturuyor ben başlarında durmuş onları izliyorum. 
Kafasını kaldıran annenin bana bakıp gülümsemesiyle sordum ‘ablacığım siz nerelisiniz’ dedim. Cevaba hiç şaşırmadım ‘Suriyeliyiz-Halep’ten geliyoruz’ dedi. Çöktüm yanlarına nerde kalıyorsunuz deyince Panayır’da kampta kaldıklarını öğrendim. Eli ayağı çamur içinde olan minik yavrucak yüzüme baktı ve gülümsemesiyle elinde yediği krakeri yere düşürdü. Anne çok hızlı davrandı hiç vakit kaybetmeden krakeri yerden alıp yavrucağın ağzına koydu. Belliydi anne çocuğunu çok seviyor, ee tabii çocuk sevilmez mi!.. 
Aklımda yine deli sorular anne çocuğunu seviyorsa neden sıkı giydirmemiş, ayağına çorap giydirmemiş, mont giydirmemiş ya da neden herkesin çamurlu ayakla bastığı yere düşen krakeri çocuğunun ağzına verdi? Bu annenin yaptığı bilinçsizlik mi yokluk mu? Geldikleri yeri bilmiyorum daha bir saat önce ne yaşadıklarını ve nereye gittiklerini de bilmiyorum öğrenmek istedim ama konuşmak istemedikleri her hallerinden belliydi.  
Çocuk yüreğiyle kalın…