Çoğunluğun bir baba sorunu vardır hayatında. Ve bu insanlar birbirlerinin gözünden anlar ortak sorunları paylaştıklarını. Bazen buğulu, bazen düşünceli… Baba kelimesi geçince bazen sinirli, bazen donuk olur suratları. Bu insanlar birbirlerini tanırlar. Hiç tanışmamış olsalar bile, yıllardır tanışıyor gibidirler. Yaşadığımız olaylar, baba olmanın gerçekten hissedilen değil, öğrenilen bir şey olduğunu her seferinde yüzümüze vurur. Bazıları mükemmel öğrenir, bazıları öğrenemez, bazıları ise umursamaz… Eğer mükemmel öğrenen bir babanız varsa çok şanslısınız ve onu asla kırmamaya çalışmalısınız. Eğer diğerlerine sahipseniz orada şu söz devreye giriyor; ‘Kimse ailesini seçemez’

Bunlardan bahsettikten sonra size çok etkilendiğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Yönetmen Cenk Ertürk’ün filmi olan Nuh Tepesi… Nuh Tepesi tam bir baba oğul hesaplaşması diyebiliriz. Haluk Bilginer’in canlandırdığı baba karakteri olan İbrahim, kanser hastasıdır ve çocukluğunun geçtiği köyde, kendi diktiği ağacın altına gömülmek ister. Bu konuda ise yıllardır görüşmediği, arasının bozuk olduğu oğlundan yardım ister. Ali Atay’ın canlandırdığı Ömer karakteri, babasına her ne kadar kırgın olsa da onun son isteğini yerine getirmekte kararlıdır. Ancak bu istek ağacın köylüler tarafından kutsal olarak görülmesi sonucunda bağnaz köy halkı tarafından büyük tepki ile karşılanır. Burada film, din ve beraberindeki kutsal sayılan bazı şeylerin sorgusuzca kabul edilmesini ve inanılmasını da konu alıyor. Bu sorunlarla uğraşan baba oğulun mücadelesi kendi aralarında bir hesaplaşmayı da beraberinde getiriyor. Ali Atay ve Haluk Bilginer’in devleştikleri sahneler ise oyunculuk açısından oldukça iyi bir seyir keyfi veriyor. Oğul ise babasıyla ne kadar mesafeli olsa da, isteğini yerine getirmeye çalışır. Böylece film, baba oğulun hurafelere gerçeklerden daha bağlı olan bölge halkı ve çıkar ilişkileriyle birbirlerine kenetlenmiş yetkili kişilerle mücadelesini konu alıyor.

Yazının başında da bahsettiğim gibi, herkesin bir miktar baba yarası vardır. Bu yazı sizi daha da üzer mi yoksa yalnız olmadığınızı fark edip, biraz da olsa mutlu mu olursunuz bilemem. Orası da kalbiniz ve sizin aranızda. Ama unutmayın ki şu dünyada hiç yalnız değilsiniz.

Yazıyı Erdem Bayazıt’ın bir şiirinden kesitle bitirmek istiyorum;

Baharın rahiyasından akıp coşan çiçeklerle hatırlıyorum

Lise yıllarımızı!

Kimimize kış, kimimize bahar olup canıyla değen babalarımızı!

Bu memlekette insanlar belki de en çok baba sancısıyla inliyor,

En çok baba deyince aklımıza gelir çocukluğumuz!

Mazinin araladığı perdeden sızıyor eski günler!

Onlarla kavgalı onlarla sevdalı olduğumuz!

En çok baba yokluğunun hüsranıyla kazıyormuş zaman ayrılığın yarasını!