Bir sanayici dostumuzu ziyaretteyiz.

Anlatıyor, dinliyoruz.

Sekiz ülkeye yapmış olduğu ihracatın detaylarına giriyor ve diyor ki;

"Her ülke için o ülkenin kalite kuruluşundan belge almak zorunda kalıyorum."

Devam ediyor;

"Belgelendirme piyasasındaki akreditasyon meselesi bir hikaye, her ülke kendi belgesini almamızı istiyor, ancak sadece Türkiye'de durum farklı, Türkiye her belgeyi kabul ediyor!"

Devreye giriyorum!

"Akredite belgelerin kabul edilmesi gerekiyor, doğrusunu Türkiye yapıyor!" diyecek oluyorum. sözümü kesiyor;

"Olmaz böyle şey!" diyor, "Bizi kendi ülkesinin belgelendirme kuruluşuna mahkum edenler, kendi ürünlerini bizim ülkemizde rahatlıkla pazarlayabiliyor!" diyor.

Daha da celalleniyor ve sözü özellikle uzak doğudan gelen ithal ürünlere getiriyor ve diyor ki;

"Benim ürettiğim ürünün benzeri, Çin'den geliyor, TSE belgesi olmadan benim pazarıma giriyor."

Sesi daha da yükseliyor;

"Ben TSE'nin ve bakanlığın denetimindeyim ve belgelerimin maliyetini ödüyorum, tamam helali hoş olsun, devlet hizmetinin karşılığını alsın, ama yabancılara da TSE'den belge alma zorunluluğu getirsin.

Onlarda denetime girsin, kalitesiz ürünlere izin verilmesin!

Rekabet şartlarını devlet korusun ve eşitlesin!"

Devam ediyor;

"Mütekabiliyet esasları gereğince, ülkeye giren nihai ürünlere, TSE'den belge alma zorunluluğu getirilsin.

Kimse anlaşmalar var diye hikaye anlatmasın!

Bu hikayeye, AB ülkeleri başta olmak üzere kimse riayet etmiyor.

Bize mecburiyet getiren ülkeler, bizi kendi kuruluşlarına mahkum eden ülkeler, bizim pazarımıza diledikleri gibi girmesinler!

Devlet, TSE'den belge alma şartını getirsin!"

Sustum...

Sanayi de genel durum bu, bu genel durumun bir fotoğrafını sizlere ilettik.

Ve neyi hatırladım, biliyor musunuz?

Aşağıda yazdım, okuyun lütfen!

***

RUHSUZ!

Bursa'da...

Ayağına kadar gitmişiz, kaliteyi, temiz kaliteyi anlatmışız.

"Yapma!" demişiz, "Genel Müdürü olduğun bu yer bir kamu kuruluşu, bu milletin kaynaklarını yabancı belgelendirme kuruluşlarına aktarma!" diye de ısrar etmişiz...

Yine de bildiğini okumuş!

Yani, milletin ve devletin bir akredite belgelendirme kurumu varken, milletin ve devletin  kaynaklarını yabancı bir kuruluşa yönlendiriyor!

Varsa  genlerde, kanda, ruh da bir bozukluk...

Ve de RUH MİLLİ DEĞİLSE...

Nafile!

Maalesef, ses de MİLLİ çıkmıyor!..

***

BAŞIN SAĞOLSUN YILDIZ HEMŞİRE

İlk defa TV'lerde görmüştüm kendisini.

Eşkıya başının duruşmasında, yiğitçe duruşunu ve yiğitçe haykırışına şahit olmuştum, o gün bugündür, bu şehit eşine ve ailesine karşı, sevgi ve saygımız devam etmektedir.

Kundaktaki oğlu ile babasına sığınan ve devlet baba ile birlikte, Tahsin babanın kanatları altında yaşamını devam ettiren, aslan parçası oğlu Buğrahan'ı namerde muhtaç etmeden, yiğit bir delikanlı olarak yetiştiren, herkesin Yıldız hemşire olarak bildiği Yıldız NAMDAR, kendine her daim kol kanat geren babası Tahsin GÖKALP'i kaybetti.

Dostumuz, arkadaşımız Yıldız Namdar ve Ziya Gökalp'e, şehidimizin oğlu Buğrahan'a ve aileye başsağlığı diliyoruz.

Mekanın cennet olsun Tahsin amca. Sen, şehidimizin evladına babasızlığı hissettirmemek için bir ömür harcadın.

Ve Hamitler Kabristanlığında kabrin, şehit mezarlarına komşu oldu.

Rabbim, cennetinde seni şehitlerimize komşu eylesin...