’Besmele-i Şerif’ hat eserleri sanatseverlerle buluştu ’Besmele-i Şerif’ hat eserleri sanatseverlerle buluştu

İsmail TÜRKOĞLU

Megaralılar M.Ö 667 yıllarında tarihi yarımadanın doğusunda Sarayburnu civarında bu şehrin temellerini atarken bu denli büyük bir şeye kalkıştıklarını biliyorlar mıydı?
Çeşitli din, dil, ırktan oluşan insanların bir arada yaşadığı,kozmopolit ve metropolit yapısıyla eşsiz bir mozaiğe sahip bu toprakların yerleşik tarihi 300 bin, kentsel tarihi yaklaşık 3 Bin, başkent tarihi 1600 yıla kadar uzanan...

Lamartin'e; 'Dünyaya son bir kere bakacaksam, bu İstanbul'un Çamlıca'sından olsun isterdim' dedirten...

Birçok dünya ülkesinden daha büyük bir kent İstanbul.

Avrupa ve Asya'yı birleştiren, büyülü ve adeta kutsal bir mühür gibi olan bu şehir artık, eski Yeşilçam filmlerindeki Ediz Hun'un Filiz Akın'ı beklediği yemyeşil Tarabya sırtları gibi değil.
İstanbul içinde başka başka şehirlerin olduğu iyiliklere, güzelliklere olduğu kadar kötülüklere, kontrolsüzlüklere gebe bir şehir.
Normalde yaşayan insan sayısının çok çok daha az olması gereken bu topraklarda beklentilerin farklı, sonuçların farklı olduğu kaotik bir ortam var aslında.
Düzenli beslenemeyen, spor yapamayan, sosyalleşemeyen, tüm bunları sağlayacak iş ortamının olmadığı bir kesim genelin büyük yüzdesini oluşturmakta.


Sürekli akan, hareket eden, 7/24 yaşayan aktiften öte hiperaktif bir şehir.

Toplu taşıma araçlarına binerken gördüğüm günün her saatinde hiç bitmeyen bir keşmekeşlik, itiş kakış ..
Ben de bir fotoğrafçı olarak bu konuya dikkat çekebilmek amacıyla 4 yıl boyunca, sabahın en erken iş saatlerinin başlangıçlarında insanların hareketlerini gözlemledim.
Bu saatlerde evinden dinlenmiş olarak çıkması gereken insanların güne yorgun başlamaları YORGUN İSTANBUL projesinin çıkış noktası oldu.
Yaz, kış, sabah, akşam sürekli fotoğraf çeken, "bu saatte ne işin var git sıcak yatağında yat" diyenlerden,

"Biz şimdi artiz mi olduk?" diyenlere...

Konuyla ilgili ilgisiz soru soran, sorgulayan hep oldu, fotoğrafçı için hep de olacaktır.
Onlar için ne yapabilirim kaygılarını gücü oranında fotoğraflarına yansıtan biri olmak benim için motivasyon kaynağıydı.
Bu proje vücut bulduğunda ilk olarak Kadıköy Fotoğraf Günlerin'de Haydarpaşa Tarihi Gar'da geniş bir kitleye ulaştı.

Daha sonraları STK ve Fotoğraf derneklerinde insanların beğenisine sunuldu.


Benim İstanbul'um şöyleydi;
Garantisi olmayan, sürekli birbiriyle yarışan, ruhunu ekonomik getirilere ipotek etmiş, asosyal, sanattan uzak, kişisel çıkar gibi duygularını saymazsak kısmi robot olan insanlar...

İşte benim gördüğüm belki de daha çok göstermek istediğim İstanbul buydu...
Belki çok kötü bir tablo çizdiğimi söyleyecekler, şiirlerde, şarkılarda aziz İstanbul'u dinleyenler bu tabloyu reddedeceklerdir bundan eminim.
Ama diyerek bir cümleyi sürdürmeyi hiç istemememe rağmen burada kullanmak zorundayım.
İstanbul'un arka sokaklarına gitmenize hiç gerek kalmamaksızın, küçük bir gözlemle bunu Taksim, Beyoğlu, Kadıköy, Bakırköy, Kartal gibi büyük bölgelerin merkezinde görebilirsiniz.
Renkli bir şehir ve benim siyah beyaz düşüncelerim fotoğraflarımda lekeye dönüştü.

İstanbul fotoğraf için kocaman bir plato gibi.

Özellikle İstanbul dışından fotoğraf için bu şehire gelenlere, haritasız bulunan bir hazine sandığı gibi.

İstanbul'da yaşayan bizler bunun ne kadar farkındayız bilinmez.
İnsan ne görmek isterse gözler onu arar.
Gördüklerimle, görmek istediklerim elbette farklı şeyler...

Hayallerimi fotoğraflamayı isterdim aslında.

Hayallerinin içinde İstanbul var mı? diye soracak olursanız şu ana kadar pek olmadı.
Klasik bir Akdeniz, Ege kasabası hayallerinin peşinden koşan bir İstanbulluyum ben.
Her güne, "Seni yeneceğim İstanbul..." diyerek başlayan insanların olduğu, umudun tükenmediği ve sonunda kimsenin birbirini yenemediği, kazananın sadece insan ve insanlığın olduğu bir şehirden selam olsun.