Bu sayfada bu güzel yazıları okuyan siz güzel insanlar. Bugün de Sibel’i konuşalım. Farklı hayatlar, farklı yaşam tarzları. Bunlar da olmuş, böylesi de yaşanmış bilgisi için yazmayı düşündüm. Hayat herkese adil olmayabilir. Kimi dünyaya gözünü açar cennet gibi rahat bir yaşama. Kimi sefalet yokluk dolu hayata eksiden başlar. Bizim işimizde farklı hayatlardan haberdar etmek. Duyulması ve görülmesi gerekenleri okurlara paylaşmak. İyi ki hayatımızda medya var. Bazı olaylar kanımı donduruyor. Yok artık diyorum. İzlerken ya da okurken şeytanın aklına gelmeyecek kötülükler, yaşanan acı gerçekler. Diyorum ya bütün ilginç, korkunç olaylar medya sayesinde bizlere ulaşıyor.

Dönelim şimdi Sibel’e. Bu kızımız evleneceği kişiye severek gönül rızası ile gitmiş. Üvey dedesinin oğlu. Annesi ölmüş evin tek çocuğu Kemal. Köyün çobanı. Sabah gün ağarmadan köyün bütün büyükbaş küçükbaş hayvanlarını toplar, akşam gün ağarınca getirir. Bu iş için köylüden aylık maaş alırdı arkadaşı ile birlikte. Müstakil bahçeli köy evinde divan bile yok. Yer yatağında yatarlar. Tüp gaz bilmez ateş yakarak yemek ve çay yaparlardı. Aile arasında düğün yapmışlardı. Bir kız çocukları olmuştu. Sibel her gün erkenden kalkar kocasının çorbasını yapar, yolluğunu hazırlar onu yolcu eder sonra da yer yatağında kızını koyununa alır uyurmuş. Bir gün uyurken arkasında eşi sandığı kişi ona sarılmış. O da “Bugün iş yok herhalde” diye geçirmiş içinden. Ona sarılıp, koklayan, elleyen kişi meğer kayınpederi ve aynı zamanda anneannesinin eski kocasıymış. Yataktan kalkması ile eline baltayı alması bir olmuş. Adam kaçmaya başlamış, seslere anneanne ve komşular uyanmış. O gün komşular elinden baltayı zorla almasalar onu kesin doğrayacakmış. O dede kayıplara karışmış. Sırra kadem bastı dedikleri türden günlerce yok olmuş. O günden sonra bütün dedenin nefretini, iğrençliğini kızında görmüş. Onu evlat olarak asla kabul etmemiş. Yuva yıkılmış. Küçük bebeğe anneannesi sahip çıkmış. Ne anne ne baba bir daha birbirlerinin yüzüne bakmamış. Birbirlerini ömür boyu arayıp sormamış. Kızlarını da arayıp sormamışlar. Anneannesi ona son nefesini verene kadar gözü gibi bakmış. Kimseye onun hakkında laf ettirmemiş. O da anneannesi ölmek üzereyken hastanede başından hiç ayrılmamış. Kanser hastası olan anneannesi son nefesini onun kollarında vermiş. Ölmeden onu teyzesine emanet etmişti. Teyzesi elinden geldiğince ilgilendi Ayşe’yle. Otobüs şoförü olan bir gençle evlendirdi. Evlendiği adam sevgilisi Metin’di. Kendi aralarında nikah ve düğün yaptılar. İlk çocuğunu doğurunca eşi yıllardır evlat hasreti çeken kısır ablasına bebeği hediye eder. Ayşe’nin karşı çıkmasına karşı “Nasıl olsa biz yine yaparız ama ablamın yuvası yıkılmasın” diye kızlarını doğar doğmaz evlatlık verir. Tıpkı öz annesinin ona yaptığı gibi bebekten yaşadıklarının aynısını evladı yaşar. Boşuna dememişler kız çocukları genelde annesinin kaderini yaşar diye. İkinici, üçüncü, dördüncü çocukları olmuş ama ilk doğurduğu kızı onu hiç bir zaman öz annesi olduğunu bilmemiş. Eşinden bazı zamanlar şiddet gördüğü de olmuş. Sığınacak kapısı olmadığı için her şeye razı gelmiş. Bazen eşi onu aldatmış o bilmemezlikten gelmiş. Sonra üzerine yetmezmiş gibi kuma gelmiş. Resmî nikahını da vermiş, kendi çocuklarının yanında kalmış. Her şeye rağmen evlatlarını hiç bırakmamış. Yokluk, dayak, ihanet onu yıldırmamış. Böyle fedakar kaç anne vardır dünyada bilinmez. Sayılamayacak kadar çok olduğuna eminim. Bütün kalbimle tek dileğim anne ve babaların hatalarını evlatlar çekmesin.