Bu Pazar da sizlere bir hikâye aktaracağım… Keyifle okumanızı diliyorum.

İkinci Bayezid avdan dönüyordu. Saraya dönerken atını durdurdu, havayı kokladı ve derin derin nefes alıp ferahladıktan sonra sordu:

- Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?

Yanındaki veziri cevap verdi:

- Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, ona Gül Baba derler. Ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular onun bahçesinden gelmektedir.

Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinliyordu. Sözlerini bitirince kararını bildirdi:

– Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!

Gül Baba’nın kulübesine doğru yürüdüler. Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü gönlü açılıyordu. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu, onları kapıda karşıladı. Padişah, daha atından inmeden sordu:

Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!

Gül Baba mahcup olmuştu, güçlükle konuşabildi:

– Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağ olun!

– Sen ki, İstanbul’u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba. O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?

Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba’nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu. Gül Baba şerbet ikram etti. Padişah sonra şöyle bir teklifte bulundu:

– Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!

– Sağ olun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi. Amma bir iyilik yapmak istersen, şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep medrese yaptır ki, memleketimizin çocukları ilim irfan öğrensinler!

Gül Baba’nın sözleri Padişah’ı çok duygulandırmıştı. Yerinden kalkarken onu mutlu edecek cevabı verdi:

– Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!

Sonra bahçeyi gezdiler…

Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu. Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu. Padişah'a yanından ayrılırken bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi. Atını sürüp gitti.

Evliya Çelebi'nin aktardığı; Sultan II. Beyazıd (1481-1512) Gül Baba'nın isteği üzerine bu bahçeye bir mektep ve bir hastane inşa ettirir.

Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti. Daha sonraki yıllarda ise Mekteb-i Sultani adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul, Cumhuriyet döneminde de Galatasaray Lisesi adını aldı.

Gül Baba’nın Sultan İkinci Bayezıd’a verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü’nün sembolü oldu.

Şimdi, kıssayı okuyanlara sözümüz şudur ki: Liglerimizde oynayan takımlarımızın renkleriyle ilgili abuk sabuk benzetmeler kurmanın alemi yok... Bursaspor yeşilini ovasından beyazını ise karlı dağından almıştır...

Yukarıdaki kıssada geçen sarı-kırmızı renkler futbol takımının ötesinde bir maneviyat önderimizin padişahtan kendi adına değil ilim irfan adına isteklerinin sembolüdür...

Kolay değildir nefsinden vazgeçip toplum için bir şeyler istemek...

Hem de koca Osmanlı Padişahı Bayezid tüm imkanları sunarken...

Zaten Osmanlı'yı da cihan imparatorluğu yapan bu güzellikleri değil miydi...