Serpil anneannesi ile sabah erkenden postaneye gider akşama kadar Türkiye Almaya telefon bağlantısı beklerdi. Kesik kesik gelen seslerle konuşmaya çalışırlardı. Bazen Güler mektup yazdırır içine 50 Mark koyup gönderirdi. Mahalledeki üçkağıtçı bakkalda bu parayı yarı yarıya bozup verirdi. O yıllarda bankalar, pasaportu olmayanın yabancı parasını bozmazlardı. Turgut Özal bu durumu düzeltene kadar bu böyle devam etmişti.

Serpil’lerin yan komşuları deliydi. Her akşam eksik olmazdı. Serpil onları izlemeyi severdi ta ki bir gün kavga ettikleri esnada kaşının üstüne sivri bir taş atılana kadar. Eli yüzü kan olmuştu. Anneannede doktor bilmezdi. Hemen sigara tütünü basıp kanı durdurmuştu. Bu da Serpil’e kavgalardan uzak durulması gerektiğinin dersi olmuştu.

Sonunda Güler Almanya’dan izne gelmişti. 

Annesinin evini baştan sona sıfırdan döşemişti. Koltuk takımlarımdan, beyaz eşyasına, elektrik süpürgesine kadar eve her şeyi almıştı. Hatta mahallede eve ilk televizyonu alan Güler’di.

Abisinden 550 m2 hisseli yarı inşaat halinde olan ev almıştı. Evin yapımı 10 yıla yakın sürdü. 1976’da alınıp 1986’da biten bir ev.

Nihayetinde Serpil’in okul yaşı gelmişti. 7 yaşına girmişti. Henüz kimliği bile çıkartılmamıştı. Tanıdıklarından Binbaşı olan bir bey, normalde aylar süren işlemi bir günde halledip Serpil’in kimliğini çıkarttırmış ve onu okula yazdırmıştı. Hatta Serpil’e çanta, önlük, ayakkabı bile almıştı. Hayatlarında böyle iyi ve merhametli insanların olması ne kadar güzeldi.

Güler’in izni bitmiş tekrar Almanya’ya gitmişti. Serpil’i bu kez abi ve yengesine emanet etmişti. Yenge hamileydi. Serpil okula gider gelirdi. Bir gün öğretmeni sınıfta bitliler bitsizler diye sınıfı ikiye ayırmıştı. Sınıfım ortası boşluk, cam ve duvar kenarı olmak üzere ortadan ayrılmıştı. Maalesef Serpil’e de bit bulaşmıştı. Uzun süre ayrım olmuştu böyle. Dalga geçerlerdi. Bit ilacı verilip temizlenene kadar bu böyle devam etti.

Serpil’i okula gönderirlerdi ama hiç harçlık vereni olmazdı, aç gider aç gelirdi. Okulda biten defterin eski sayfalarını siler tahtada ki yeni yazılan yazıları yazardı elinde ki minicik bir kalemle. Silgi ve açacağı arkadaşlarından alırdı. Beslenme saatinde bahçede beklerdi, soran arkadaşlarına “ben hiç acıkmıyorum ki” derdi. Minicik bedeninde büyük gurur taşırdı.  Mis gibi kokan mandalinanın kokusunu içine çekerek ya da muz yiyen arkadaşları seyrederek beslenme saatini geçirirdi.  Serpil’in bu durumunu öğretmeni fark eder. Önce ona 1 kalem ve defter hediye eder. Serpil’in sevinçten gözleri dolmuştu. Hiç bir şey onu bu kadar mutlu etmemişti.