Her yerdeler onlar. Tüm dünyada varlar sadece Türkiye’de değil.  Hani herkes özlem duyar ya hayatın en güzel evreleri, çocukluğumuz ve çocukluk. ‘Çocuk ruhlu’, ‘içindeki çocuk’, ‘çocuk masumiyeti’, ‘çocuksu mutluluk’, ‘çocukluk anıları’ gibi en güzel deyimlerin kaynağı onlar.

Kimini ailesi büyütürken, kimini küçük elleri büyütür. Çocuk ayazda betonda oturup titreyen ellerinde bir selpakla bekler durur akşam çökene kadar. Kimi zorla dayatılarak böyle bir hayata mahkum bırakılır, kimi ailesinin ekonomik durumunu düşünerek koyulur yola. Belki de ekonomik durumu iyi ama bir kere bunu hayatına malzeme edinmiş bireylerin çocukları onlar. Kim derki, selpak satan o titreyen eller bir çocuğa ait. Hani çocukluk anıları, çocukluk masumiyeti, çocuk olmak gibi hayatın en güzel evreleri.

İşte hayatın en güzel evleri sokaklarda geçiyor. Kimi sokakları oyun oynamak için kullanıyor, kimi sokakları mendil satmak için. Ama neticede ikisi de çocuk değil mi?

Asıl burada anlatmak istediğim ne biliyor musunuz? O çocukların hayatın en güzel evrelerini yaşayamadığı. Ama nedense hep yüzlerinde bir masumiyet, bir gülümseme. Öyle gülümserler ki insanın içi ısınır. Belki de o gülümsemesi içinde kalan son kırıntı…

Ne yapıp edip o çocukların içinde kalan son kırıntı gülüşlerini kurtarmak mümkün mü bilmiyorum ama ben en azından şahsım olarak elimden geleni yapıyorum, belki de yaptığımı düşünüyorum.

Bir hafta önce akşamın karanlığı çökmüş en işlet caddelerden birinde betonda oturan 5-6 yaşlarında minik bir beden. Yanından geçtim başını kaldırdı ve bana baktı o masum bakışlarıyla. İleriye giden ayaklarım gidemez oldu yanına yaklaştım ‘ver bakalım bir mendil’ dedim. Hı bu arada kiminiz burada bana kızacaksınız. ‘Ya alıyorsun onları daha çok bu tür şeylere teşvik ediyorsun’ diyeceksiniz. Ama inanın o mendili ben almadım o çocuğun masum bakışları aldırdı.

Her neyse konuşmak istedim ama konuşmak istemediği ve çekindiği apaçık ortadaydı. İlerledim tekrar baktım kalan mendilleri sayıyordu. Elini çenesinin altına koyup düşünmeye başladı. Belki de ‘eve gitmeme az kaldı’ diye düşünüyordu.

Polisi aradım ve durumu anlattım, telefona çıkan polis memuru adres istedi ve hemen bir ekip göndereceklerini söyledi. Yaptığım doğrumu bilmiyorum ama yapacak tek bir şey geliyordu elimden, o da polisi aramaktı. Belki de polisi görünce nasıl korktu, o bana bakan masum bakışların yerini korku dolu bakışlar aldı.

Diyeceğim o ki o çocuklar için bir şeyler yapılmalı. Evet memlekette birçok dert ettiğimiz konu var ama bu memlekette en üst makamların konuşmadığı tek dert titreyen minik eller oldu. En derin yara minik elleri ısıtamamak. Dilerim bir gün hiç titreyen o minik ellere rastlamayız.

Bu çocukları hayata kazandırmak lazım, çocukluk anıları bitmeden!