Ailede 6 kızın ikincisiydi. Cuma günü dünyaya geldiği için Cumaziye adını almış. O bu ismi ömrü boyu hiç beğenmemiş. ‘Çevremde benden başka hiç kimsede bu ismi duymadım bir tek benim adım bu’ diye sürekli sitem ederdi. Eşi onu severek isteyerek almış, cicim aylarını çok çabuk bitirmişlerdi. Bir erkek evlat dünyaya getirmiş ama eşi tarafından sürekli dövülerek sokağa atılmaktaydı. Sokakta yatar yinede ailesinin evine gitmezdi.

Ağlar sızlar kendini zorla kocasına kabul ettirirdi. Adam da vicdana gelir bunu eve alır hizmetçi gibi kullanırdı. Evine karısının yanında istediği hayat kadınını atar, o yıllarda şofben olmadığından tüpgazda yıkanmak için kazan suyunu buna koydurur, eve attığı hayat kadınlarına hizmet ettirirdi. Kadın bulamayınca bunu koynuna alır, sıkılınca atar, kovar alır, 50 yıllık ömrünü böyle geçirdi. Dört kız, bir erkek toplam beş evlat verdi yaranamadı. Çektiği acılar onda tansiyon, kalp hastalığına sebep oldu. Genç yaşta evlatlarının evliliklerini göremeden, yüksek tansiyondan beyin kanaması geçirerek, gözü açık gitti. Evliliği boyunca Ankara-İstanbul arasında ailesini bir gün bile ziyarete gelmedi. Eşi yanına bir çocuk alır, kayınvalide ziyaretini yapar giderdi. Karısına iyi olduklarını, neler yaptıklarını anlatırdı. Bazen de onu çok özleyen kardeşi olursa görmeye giderdi. Eşi ile gelen kardeşinin eşini eve sokmazdı kocası olmadığı zaman. Çok namuslu olan kocasının kızabileceğini söyler, onca yoldan onu görmeye gideni sokakta bırakırdı. Annesinin ölümüne bile gelmedi, babası ölünce miras almak amaçlı cenazeye katıldı. Eşinin her yaptığı kötülükleri sineye çekti. Kendi öz kardeşine bile tacizde bulunmuş, alkollü iken, kız kardeşini başka yere kaçırıp ilişkiye zorlamış, bacağına tornavida batırmış, işkence yapmış ama bu olaylar kadını kocasından asla ayırmamış yine de eşini haklı bulmuş, ‘erkek adam, kadın kuyruğunu sallamasa erkek yapmaz’ kafasında olup, ailesinin eşi için açtığı mahkemeye eşini savunma amacıyla gelmiş, ‘kardeşimin eşimde gözü vardı, eşime iftira atıyor’ diyerek mahkemeyi eşinin ceza almadan bitmesini sağlamıştı. Hakim haklı tarafı adama iftira atıyorlar diye kovmuştu. Yıllarca ailesi yüzüne bakmadı. Olaylardan babanın ve dört erkek abinin haberi olmamıştı. Annesi vasiyette bulunmuştu, ‘Ölürsem sakın ölüme dahi gelmesin’ diye. Kızların büyüğü ve küçüğü yine bunu af ettiler, olay yaşandı ve acısı kaldı, unutulmadı. Yıllar sonra bu dünyadan ayrılınca sadece bir tek ablası katıldı cenazeye. Diğer kardeşler baş sağlığına bile gelmediler. Eşi de karısından birkaç yıl sonra kalp krizinden öldü. Giderken eşine ve çevresine yaptığı kötülükleri gözünden film şeridi gibi geçirdiğini umuyorum. Komşuların anlatımlarına göre hortumla yediği dayakların çığlıklarını bütün mahalle duyar korkudan yardımcı olamazlarmış. Hortum ve demirin bıraktığı çürük izleri günlerce geçmez, geçmeden yenisi tazelenirmiş. Böyle bir evliliğe değer mi? Evlilik bu mudur? İşkence esaret. Niçin evlilik yapılır? Hayatın zorluklarını paylaşmak, acı tatlı anıları birlikte geçirmek, hayırlı evlat sahibi olup yetiştirmeye çalışmak, hayatın güzelliklerini birlikte yaşamak, birlikte tadına varmak. Zihniyet böyle olmazsa evlilikte evlilik manasını taşımaz. Güzel beraberliklere birlikte varmak amacıyla. Saygılar…