Dördüncü Murat zamanında İlyas Paşa kudretli bir devlet adamıydı. Evliya Çelebinin ablası İnal Hatun ile nişanlıdır ve gücü büyüdükçe halka eziyet eder olmuştur. Bunu duyan Evliya Çelebinin babası Mehmet Zilli Ağa, halka zulmeden bir damat istemem diyerek nişanı bozar. Manisa (Saruhan)Sancak Beyi olan damat adayı İlyas Paşa da, Kütahya da evinde olan eski nişanlısı İnal Hatunu zorla kaçırarak imam nikahı ile nikahlar, çiftliklerindeki yedi bin baş koyun ve üç yüz atı eşinin çeyizi sayarak izinsiz alır. Olay halk arasında duyulunca İlyas Paşa devlet görevinden alınır ama gücü ve azameti sayesinde eşkıyalığa devam eder. Bunun üzerine Evliya Çelebinin babası iki oğlunu yanına alarak Kütahya’dan İstanbul’a gelir. Evliya Çelebi’nin kendisinden büyük iki ablası, bir de kendisinden küçük Mahmut adında erkek kardeşi vardır. Kızını kaçıran İlyas Paşayı Sultan Murat Han'a şikayet eder. Sultan Murat Han, hayatında bir sarhoşlardan, birde devlete baş kaldıran Eşkıya Celalilerden nefret ederdi. Babanın şikayeti üzerine damat İlyas Paşa, Bergama’daki çiftliğinde yakalanıp Sultanın huzuruna çıkartılır.Damat Sultandan ve Kayın pederinden af diler.Kayın peder af eder.Kızının hatırına, kızı genç yaşta dul kalmasın diye. Sultan Murat Han'a Damadının Revân seferine götürülüp hizmetinden faydalanılmasını ister. Sultan Dördüncü Murat Han, af etmesi ile değil cezalandırması ile nam salmış bir padişahtır. "Böyle asinin devlete hizmeti ne olsa gerek. Devlet adamı kıtlığı değildir ya" diyerek Sultan, af etmediği eski Paşasını kapıcılar kethudâsına verir. İstavroz köşkü önünde, Üsküdar sahilinde mavi bir taş vardır. O taşın üzerinde İlyas Paşanın kellesi kesilir. Malı hazineye alınır. On bin altın Evliya Çelebinin babasına verilir. Paşanın karısına verdiği servete dokunulmaz. İnal Hatun eşini sevdiği için onun ölümüne çok üzülür, babasının evine geri dönmeyerek, Bursa’da ailesinden ayrı yaşamaya karar verir. Bir yıl sonra üzüntüsünden ölür. Günümüz olaylarına gelirsek, insanların mahkemede bulunan davaları yıllarca uzayıp gidiyor. Haklı Hakkını Hak ederek aldığına inanmıyor. İnsanlar gerçekte Hak ettikleri haklarını nerede arayacaklarını bilemez durumda. Eski Padişahlarımızın hükümleri tabi ki sorgulanır. Kelle almak korkunç bir karar. Asla onaylanacak yanı yok. Yalnız görünen o ki, insanların kelle korkusundan duydukları endişe, hassasiyet karşısında suç işleme kabiliyetleri yok denecek kadar azdı. Hükmün anında verilmesi, halkın hakkını tez vakitte alabilmesi günümüz için arayıp da bulunamayan mucizedir. Şimdi bırakın kız kaçırmayı, adam eşini ve ailesini öldürdüğü ya da yaraladığı, gasp yaptığı, işkence yaptığı halde, hak ettiği yeterli cezayı almıyor, maalesef. Katil olmadığı zaman hapis yok. İşkence ve şiddet uygulamada serbest gezerek mahkeme günü bekleniyor. Suç işleyen adeta suçu cezasız gördüğü için rahatlıkla yapacağından geri kalmıyor. Sanki o zamanın hüküm veren padişahları, bu zamanın ceza kesen kocaları oldu. Devran tersine döndü. Adamlar kendilerini resmen kadınları karşısında Padişah kabul ediyor, ben ne dersem o olur. Benim hükmüm, benim kanunlarım geçerlidir felsefesinde yaşıyorlar. Suç işleyen eşlerde bir dirhem merhamet, vicdan, acıma hiç bir duygu yok hırs, nefret, öfkeden başka. Gözleri o derece dönmüş oluyor ki, yanlarında bulunan evlatlarına bile merhametten bir damla his yok. Bu tür vakalara verilen yeterli ağır cezalar da yok. Bazı insanlar maalesef şiddetten, cezadan korkuyor. Karşılarında kendi gibi ceza uygulayıcı bir duruma maruz kalmadıklarından korktukları, endişe ettikleri bir durum yaşamıyorlar. Şiddete karşı olmama rağmen, "Hak eden, Hak ettiğini bulmalı" taraftarıyım. Yinede her zaman umut ederek bir gün bu olaylar son bulacak beklentisini kaybetmeyelim. Kim bilir belki yarın. Belki yarından da yakın. Saygılar…