Aslında gündem dünyayı kasıp kavuran yeni tip koronavirüs (Kovid-19) meselesidir. Ancak İlkçağ Filozofu Aristoteles'in deyimiyle “İnsan politik bir varlıktır” (Zoon Politikon) ve bu yüzden de özellikle bölgelerimizde cereyan eden siyasi gelişmeler hepimizi birey olarak bizzat yakından alakadar ediyor, etmelidir. Zira çevremizde olup-biten veya olabilecek havadisleri okumamak ve analizini yapmamak irrasyoneldir.

DAİMA İSTİKRARSIZ BİR IRAK

Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra İngilizler tarafından işgal edilen Irak (Kasım 1918) hiçbir dönem istikrarı göremedi. Gerek Kraliyet dönemi, gerek 14 Temmuz 1958 tarihinde General Abdülkerim Kasım'ın kanlı ihtilal yaparak Kraliyete son vermesiyle Cumhuriyet döneminde ve özellikle 1979-2003 yılları arası Saddam döneminde ülke siyasi, ekonomi, askeri, sosyal vb. yönlerden hiçbir zaman istikrarlı olamadı. Ancak Saddam rejimi tarafından yapılan zulüm daha önce eşi ve emsaline rastlanmamıştı ve bu yüzden de halkın, yüzlerce katliamlara, tutuklamalara, idamlara, cephelerde boş hedefler uğruna evlatlarını kaybetmeye, her türlü sefalete sabrı tükenmiş ve bu gaddar rejimden kurtulmak istiyordu. Mamafih her ne kadar zulüm büyük olsa da, hiçbir şerefli ve milli bir vatandaş ülkeye yabancı/işgalci güçlerin sokulmasından yana değildi, fakat bir emrivaki neticesinde 9 Nisan 2003 tarihinde ABD, İngiltere ile birlikte ülkeyi resmen işgal ederek yeni bir dönem başlamıştır.

9 NİSAN 2003 SONRASI: SÖZDE DEMOKRASİ VAADİ

Hiç kuşkusuz halkın kahir ekseriyeti Saddam rejiminin devredildiğine sevinmişti, fakat bir yandan da işgale karşı rahatsız ve endişeliydi. Ancak sözde Iraklı muhalifler - ve daha sonra ülkeyi yönetecek liderler - demokrasi vaadinde bulunarak halkı tatmin etmeye çalıştılar. Ne var ki, bu vaatlerin üzerinden çok kısa bir süre geçince işin asıl muhtevası anlaşıldı: Meğer Irak'ı Avrupa'nın eski çağlarına götürme teşebbüsü imiş.

ÜLKENİN ASIL SORUNU

Saddam rejiminin devredilmesinin üzerinden tam 17 sene geçtikten sonra, ‘Irak niye halen aynı yerde, niye hala istikrarsız?’ sorusuna, birçoğu bunun nedenini seçilen başbakanlarda ve mevcut siyasi partilerin yöneticilerinin şahsında görür. Elbette bu da doğru, fakat asıl sebep ve önemli faktör bu değil. Bence asıl olan sıkıntı, sistemden kaynaklanıyor. Bunu iki başlık altında toplayabiliriz şöyle ki:

1. Dini müesseselerin/Din adamının ve askerin siyasete karışması, hatta bu iki öğenin asıl faktör olması.

2. Siyasetin yargıya ve yüksek seçim kuruluna karışması ve her iki müessesenin bağımsızlığını yitirerek siyasete teslim olması.

Tabii bu iki ciddi problemin yanı sıra dış güçlerin açıktan Irak'ın kaderine karışması meselesi de var elbette.

EKİM 2019 PROTESTOLARI

12 Mayıs 2018 tarihinde şaibeli seçimlerinden sonra, uzun polemiğin ve tartışmaların akabinde, Adil Abdülmehdi başbakan seçildi. Daha o günden itibaren bu hükümetin devam edemeyeceğini söyleyenler oldu. Zira işsizlik, kamu yönetiminde hizmet eksikliği, şiddetli yolsuzluk vb. sorunlar başını alıp gidiyordu. Gerçekten de hükümetin üzerinden bir sene geçmeden önce başkent Bağdat'ta daha sonra yoğun olarak Şiilerin yaşadığı şehirlerde de hükümete karşı protestolar başladı, hatta Şiilerin yoğun yaşadığı ve kutsal kabul ettikleri Necef şehrinde İran Konsolosluğunu ve Ali Hameney'in resimlerini yaktılar. Protestocu vatandaşlardan ve emniyet güçlerinden yüzlerce ölü ve yaralanan oldu. Nihayet 30 Kasım 2019 günü Başbakan Abdülmehdi protestoların isteğini kabul etmek zorunda kalarak istifasını sundu.

Tabii mutadı olunduğu her seçimden sonra aylarca süren müzakereler ve tartışmaların ardından ve özellikle dış güçlerin onayı alındıktan sonra bir başbakan seçilir. Şimdi bu hassas dönemde de elbette hükümetin istifa etmesinden sonra kısa bir sürede yeni bir hükümetin kurulması beklenemezdi. Aradan iki ay geçtikten sonra Cumhurbaşkanı Berhem Salih 1 Şubat 2020 günü eski İletişim Bakanı Muhammed Tevfik Allavi'yi yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi. Anayasaya göre en fazla 30 gün içerisinde hükümeti kurmak zorunda olan Allavi, sürenin de dolmasıyla 1 Mart 2020 günü, karşılaştığı zorluklar ve baskılardan dolayı hükümeti kurma görevinden çekildiğini bildirdi.

Daha büyük polemiğe yol açan bu süreç ve yine uzun tartışmalardan sonra geçtiğimiz 17 Mart günü cumhurbaşkanı, eski Necef Valisi (ABD vatandaşı) Adnan el-Zurufi'yi yeni ve geçici hükümeti kurmayla görevlendirmişti. Ancak yeni adayın da önüne duvar örüldüğü gözükmekte ve bu da hükümeti kuramayacağı anlaşılmaktadır. Zira asıl oyuncu razı değil.

İRAN YENİDEN SAHADA

3 Ocak 2020 günü Bağdat Havalimanı çıkışında Amerikan uçağı tarafından öldürülen İranlı General Kasım Süleymani, herkesçe aşikar bölgeyi ve özellikle Irak'ı yakından bilen ve sık sık gerek açıktan gerekse gizli ziyaretler yapan bir komutandı. Süleymani'nin öldürülmesi meselesi ve koronavirüs salgınından da ciddi etkilenen İran, artık en azından öncesi kadar Irak dosyasıyla yakından ilgilenemez kanaatleri doğmuştur. Meğer bu bir yanılgı imiş. Zira geçen hafta Süleymani'nin yerine geçen İsmail Kaani (Kudüs Gücü Komutanı) Bağdat'ı ziyaret etti ve yeni hükümet kurma mevzunu liderlerle yüz yüze görüştü.

Asıl mesele şu: İran, el-Zurufi'nin başbakan olmasına razı değil, hatta çok rahatsız. Bunun da nedeni onlara göre şu ki, el-Zurufi ABD'ye yakın bir isim ve dahası biraz laik düşünceyi benimseyen bir siyasetçi.

Kaani'nin Bağdat ziyaretinin hemen sonrası, Şii partiler sık sık toplantılar yaptı ve kulislerden alınan bilgilere göre el-Zurufi'nin Meclise sunacağı hükümete güven oyu verilmeyeceği kesinleşmiş. Bunun yerine Ulusal İstihbarat Kurumu Başkanı Mustafa el-Kazimi'nin yeni hükümeti kurmakla görevlendirileceği söyleniyor.

‘Şimdi ülkeyi bu zor ve hassas dönemde daha büyük polemik ve kaoslara sürüklemek kime hizmet etmektir? Kime yar olacaktır?’ sorusuna, ilgili herkes akli selim olarak ve vicdanı ile düşünmelidir.