Yeni hayatlar, farklı yaşamlardan küçük kesintiler yazmaya devam edelim.

Bu kez hikayemiz bir solukta okunsun bitsin. Bir içimlik kahve sohbeti tadında. Ülkemizde ve hatta dünyada kadınların yaşam hikayeleri erkeklere göre daha dramatik yaşanmakta. Özellikle bizlerin gelenek-göreneklerinden kaynaklanıyor bu dramlar.

Aileler çocuklarını kendi isteklerine göre yetiştiriyor, özellikle geçmiş yıllardaki aileler. Şimdiki zamanda çocuklar ailelerini yönetmeye başladı gerçeği var. Biz şimdi geçmiş zamandan bahsedelim. Yine bir kızımız yine aile büyüklerinin isteği ile evlilik yapmıştı. Kızımızın adı Birgül. Eşi Yeşilçam oyuncularından bir figürandı. Film olunca para kazanır diğer günler kahvelerde saz çalarak hayatına devam ederdi. Saz çaldığı için kendisine Sazcı Ahmet lakabı takılmıştı. Reyhan ismini verdikleri dünya güzeli bir kızları olmuştu. Anne, baba, komşu kızı ve babası ile kağıt oynamayı o kadar çok seviyorlardı ki boş zamanlarda, işsiz canı isterse işe gider kazanır, istemezse akşama kadar kumar oynarlardı. Bebeklerine bakmak akıllarına pek gelmezdi. Okul çıkışı yeğeni uğrar Reyhan bebeğin altını temizler, pirinç ununu su ile karıştırıp mama yapar, bebeği doyurur, sever evine giderdi. Bebek ağlamaktan ölse de bakanı olmazdı. O derece kumarcılardı. Ahmet Komşu kızı ile birbirlerine aşık olup çaktırmadan kendilerine başka semtte ev tutup oraya kaçmışlardı. Komşu kızı babasını da alır yanına. Birgül bebeği ile kalır. O da ne yapsın. Ailesinin yanına gider. Elinde bir meslek yok, işsiz, okumamış. Kocasının ihanetini kaldıramamışken bir de kızı Reyhan'ı kaybeder Zehirli ishalden ve kötü bakımdan hayata 3 yaşında gözlerini kapatır Reyhan bebek. Annesi onu “Dağlar Kızı Reyhan. Analar kuzusu Reyhan” diye severdi. Şimdi o yoktu ve onu kaybedince evlat acısını tatmış, o gün büyümüştü.

Tek tesellisi karnında taşıdığı ikinci bebeği olmuştu. Hayırsız koca hem elinde hem de karnındaki bebeği ile bırakıp kaçmıştı. Aile doğumdan sonra ikinci evliliğe zorlamıştı. Erkek ayakkabı imalatı yapan bir beyle evlendirmiş. Vanlı olgun bir bey gibi görünen Mehmet Bey aslında şizofrenmiş. Olmayan şeyleri oluyor gibi görürmüş. Karısı Birgül’ü aşırı kıskanır sürekli “Eve erkek aldın, evden erkek çıktı, komşular söyledi, görenler var” diye söylenir. Eline bıçak alıp hamile olan karısının karnından “Bebeği mi ver o benim onu sana vermem” diye kaç kez karnını yarma isteğinde bulundu. Birgül'ün ailesi geçte olsa bu olayı duymuş, kızlarının üzerine kilitli olan kapıyı kırıp almış evlerine götürmüş. Bu kez de ailenin başına musallat olmuş ta ki doğum yapıp, eve anneden gelen bebeği alana dek. Doya doya oğlunu kucağına alamadan, baba çocuğu anneden alır ve Van'a kaçırır. Bir daha da oğlundan haber alamaz. Adının Ömer olduğunu ‘Annen doğumda öldü’ diye çocuğa söylendiği yakınlarından duyar. Resmini bile görmemiş, öldü diye kalbine gömmüş. İkinci oğlu Ferdi onu hayata bağlar, yaşama sebebidir.

Fabrikada işe başlar. Kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışır. Yeni tanıştığı aşık olduğu erkek arkadaşı bile olmuştur. Birgül çok güzeldi Filiz Akın'ın kopyası gibiydi. Her hafta sonu İstanbul Eminönü'nde gezmeye giderlerdi. Birgül onunla evlenmeyi iyi yuva kurmayı beklerken başkasıyla evlenip kaçtığını öğrenir. Evlenecek diye de buna beyaz eşya senetlerini imza attırıp bir tomar borçla ortada bırakır. Kendisi için aldığını zannetti. Bütün eşyalar sevdiği adam tarafından bir gecede kaçırılır. Giden aşkına mı, üzerine kalan borç senetleri mi canını yaktı bilemez. Zaman içinde akli dengesinde git gel başlar. Yakınlarına “Yetişin beni öldürmeye geliyorlar. Beni hapse atıyorlar. Anarşistler evimi bastı” diye hayaller görmeye, kafasında gerçekte olmayan kuruntular yaşar. Aile doktora götürür bir süre hastanede kalır ama ilaçları düzenli almadığı için kendi uydurduğu hayaller içinde yaşamaya devam eder. Oğlu büyümüştür babası yıllar sonra gelip bunların yanında yaşamaya başlar. Emekli olmuş, emekli maaşınla oğluna ve eski eşine bakar. Birgül onu ‘yabancı adam’ olarak kabul eder. Onunla resmi nikah kıymaz. Sadece oğlunu tanır, onu sever, sahiplenir. Aklı bazen normalleşir, bazen kendini Ferdi Tayfur'un karısı görür. “Ben Necla Nazır’ım. Ferdi beni birazdan almaya gelecek. Gelinliklerimle gezmeye gideceğim” der. O böyle hayatını yaşarken oğlu bir kıza aşık olur ve onunla evlenir. Kız hamiledir. Kızın eski nişanlısı hapisteymiş çıkar ve bu ikisini Kurban Bayramı'nın 1. günü akraba ziyaretinden gelirken, yeni evlileri kapısının önünde tabancası ile vurur. Ferdi 3 kurşun alır ağır yaralanır. Aylarca bitkisel hayatta kalır sonunda hayata veda eder. Eşi yara almadan kurtulmuş, babasız bir kız çocuğu doğurmuştur. Birgül oğlunun ölümünü asla kabullenmez, “Benim oğlum Ankara'da çalışıyor. Her ay bana 3 milyon para gönderiyor” der. “Yakında benim oğlum gelecek” der. Bu kadar acıya taş olsa çatlar denir ya o da olanları kabul etmeden yaşamayı seçmiş. Yaşam mücadelesi vermek kolay değil. Kardeşi bir gün evde anne babasına Mevlid okutur. Hoca ölenlerin ismini sayar. Okunan Yasin’i şerifi ölenlerin ruhuna gitsin der. Birgül bir ara kardeşine fısıldar “Söyle Ferdi’ye de okusun ona da söylesin” der. Benim o anda koptuğum nokta bu oldu. Bilip de bilmeden yaşamayı becerebilmek.