Yeğenimle birlikte teyzemi ziyarete gidiyorduk. Otobüsün mola verdiği bir sırada eski bir tanıdık arkadaş yanıma gelip selam verdi. Kendini hatırlattı. “Ne ara bu kadar büyüdün, güzelleştin. Seni tanımakta zorluk çektim. Gemide beni tanıman için üç kez turlayıp önünden geçtim. Bir kez dönüp bakmadın. Yanındaki erkekten çekindim bende laf atmadım. Şimdi burada yalnız bulmuşken geldim” dedi.

Konuşmaları içten, doğal, samimi, espirili bir arkadaştı. Yanımdaki büyük teyzemin oğlu dedim. Küçük teyzemi özledik. Onu görmeye gidiyoruz. Bunun üzerine yeğenime bir ilgi, bir saygı bizim kardeş onun kırk yıllık dostu gibi oldu.

Yolculuğumuz bitti, bizi yeğenimle birlikte programına davet etti. Bakırköy’de bir gazinoda sahne alıyormuş. Konservatuarın müzik bölümü son sınıfındaymış.

Seda Sayan’dan sonra kendi sahne alıyordu. Böyle güzel davete icap edilirdi. Zaten gezme amaçlı tatile çıktık.

Tuttuk bir taksi verilen adrese, söylenen saatte gittik. Kapıda başladı karşılama töreni.

Özel ilgi, alaka...

En önden ayrılmış iki kişilik özel rezervasyonlu masa. Sınırsız ikramlar...

Biz istemeden ikramın biri geliyor biri gidiyordu.

Doğrusu bu kadar ilgi, alaka beklemiyorduk. Şimdiye kadar böylesini de hiç görmemiştim. Hem eğlendik, yedik, içtik yarın buluşmak üzere evimize döndük.

Ertesi gün beni İstanbul Devlet Konservatuarına notlarını almaya götürdü.

Beni okulun kantininde beklemem için bıraktı. İkramını da yaptı, “Hemen gelirim” dedi.

Tesadüf arkama bir baktım Mahsun Kırmızıgül. Oturmuş çay içiyordu.

Kendisini televizyondan tanıyordum. Arkadaşıma saygısızlık olmasın diye ilgisiz kaldım.

Etrafımda bir sürü tanıdık sanatçı vardı.

İlk defa onların arasında olmak beni mutlu etti.

Zaten utanma huyum olduğu için gidip konuşma yeteneğim de olamazdı. Bizim arkadaş geldi, Mahsun’a ve etrafındakilere selam verdi, biraz lafladı.

Birlikte okuldan çıktık. Aynı sınıfta olduklarını söyledi. Ama beni hiç biriyle tanıştırmadı.

Kıskandı, elinden alırlar korkusu yaşadı o kadar eminim.

Arabasının tamirde olduğunu söyledi. Bu yüzden gideceğimiz yere ya taksi ya da otobüsle gidiyorduk. O gün inanılmaz bir sakarlık vardı üzerimde. Aksilik üst üste geliyordu. Tam bir aptalı oynuyordum. Ona karşı heyecanlı değildim. Yanında kendimi rahat, huzurlu hissediyordum. Esprilileriyle kahkahalara boğuluyordum.

Her konuşması beni güldürüyordu. 

Gel gelelim benim otobüsten her inişimde elimdeki çantam benden önce yere iniyor, iner inmez açılıp içinde ne varsa yerlere saçılıyordu.

Zavallı çocuk koşturarak sağa sola savrulan tarağımı, rujumu, kalemimi, kimliğimi, paralarımı toplayıp, çantama koyuyor, bana veriyordu. “Sahip çık şu çantana” diye gülümsüyordu.

Ama gel gör ki ne zaman otobüsten inmeye çalışsam aynı olayı bilerek, isteyerek, inadına yapar gibi tekrarlıyordum.

Tam üç kez nasıl becerdiğimi bilmeden tekrarladım. Sonunda “Ver şu çantanı ben taşıyayım. Anlaşıldı sen bu çanta taşımayı bilmiyorsun” dedi.

O gün İstanbul’da gezmediğimiz mekan kalmadı. Gezilecek en güzel yerleri onun sayesinde gezdim, gördüm.

10 günlük tatilimi bitirdim. Ertesi gün dönüyordum. Bana “Sana söylemem gereken bir şey var. Sakın üzülme” dedi. “Beni üzebilecek ne diyebilirsin ki” dedim.

“Sen ancak beni güldürmeyi, espiri yapmayı bilirsin” dedim.

“Ciddi söylüyorum yemin ederim ben nişanlıyım” dedi.

Yine güldüm inanmadım.

 “Beni üzmek için dememe yapıyorsun. Asla inanmam” diye ısrar ettim.

Bana cüzdanından birlikte çekilmiş nişan fotoğraflarını gösterdi.

Yıkıldım.

Konuşmaya devam etti “Beşik kertmesi yapmışlar bizi. Bebekken kaderlerimizi çizmişler. Ben şu ana kadar kabullenmiştim ama seni tanıdıktan sonra bu evliliği yapamam. Babamla konuşup nişanı atacağım” diye beni ikna etmeye çalıştı.

Hayallerim boşa çıktı.

Bundan sonrası asla olamazdı.

Yıkılmış bir mutluluğun üzerine başka bir mutluluk yaşanmazdı.

Benim karakterimde bu yoktu. Karşımdaki nişanlı bir kızın dünyasını karartamazdım.

Asla olmaz dedim bitti.

Mümkün değil bundan sonrası.

Bir süre aramayalım birbirimizi sonra dost kalabiliriz güzel günlerin hatırına. (Devamı yarın)