Bugün 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 103. yıldönümü ve aynı zamanda Şehitler Günü

Mehmet Muzaffer bir öğrenci idi. Çanakkale seferine askerlik kaydını yaptırır. Üç aylık bir eğitimden sonra zabit adayı olarak Çanakkale’ye gönderilir.

Mehmet Muzaffer'in gittiği Alay’ın; kamyon ve otomobil lastiği gibi, bir takım malzemeye ihtiyacı vardır. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilir. Muzaffer, İstanbul çocuğu olduğundan; gerekli malzemenin temini için, onu görevlendirirler. Gerekli malzemenin parasını bulması için de eline bir yazı verirler.

İstanbul’da otomobil ve kamyon hem az bulunan taşıtlardı ve hem de bunların lastikleri karaborsa idi. Muzaffer; arar, uğraşır ve nihayet Karaköy’de bir Yahudi’de istediklerini bulur. Fiyatlar pek yüksektir ama yapacak başka bir şey yoktur. Anlaşmaya varır. Gereken parayı bulmak için Erkan-ı Harbiye'ye gider.

Elindeki yazıyı gösterip, para ister.

Yazıyı okuyan Yarbay, "Ne alınacak?" diye sorar. "Oto ve kamyon lastiği" deyince kızar: "Bak oğlum ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak para bulamıyorum, sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Hadi yürü git insanı günaha sokma. Para mara yok!"

Selamı çakar, eli boş çıkar ve ne yapacağını düşünürken, kafasındaki tek gerçek Alay’ının, bu lastiklere ihtiyacı olduğudur. Malzemeyi bulmuştur fakat para yoktur. Eli boş dönemez, bir çaresini bulmalıdır. Derken, birden aklına bir fikir gelir. Doğruca Yahudi tüccarın yanına gider.

Paranın işlemi, akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam, gece onları koyacak yerim yok. Yarın öğleden evvel, vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları, mutlaka hazır edin” der.

Tüccar:

“Peki” der. Mehmet Muzaffer ise cevaben:

“Altın para vermiyorlar, kağıt para verecekler” der.

Yahudi; “Peki” der.

Ertesi günü sabahı Merkez Komutanlığı’ndan aldığı araba ve askerlerle birlikte, sabah ezan vakti Yahudi’nin kapısına dayanır.

Tüccar, malları hazır etmiştir. Havagazı fenerinin ışığında, yarım yamalak aydınlanan loşlukta, mallar arabaya yüklenir. Mehmet Muzaffer; adama, bir yüzlük (yüz liralık kağıt para) verir. Araba Sirkeci’ye doğru yola çıkar. Malzeme gemiye aktarılır ve Çanakkale’nin yolunu tutar.

Üç gün sonra; Yahudi tüccar, elindeki yüz liralık kâğıt parayı bozdurmak için Osmanlı Bankası’na gider. Ancak parayı bozduramaz. Çünkü para sahtedir.

Mehmet Muzaffer evrak basımında kullanılan kâğıdın aynısını, kırtasiyeden alır. Bütün gece oturup, çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek özellikte taklit bir para yapar. Yahudi tüccara verdiği para işte budur. O devrin gerçek paralarının üzerinde, şu ibare yazılıdır: “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.

Muzaffer, yaptığı taklit paradaki bu ibareyi, değiştirerek şöyle yazmıştır: “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye edilecektir.”

Yahudi tüccar bunu sorun yapmaz. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinmez. Ancak olay tüm İstanbul’a yayılır. Şehzade Abdülhalim Efendi’nin kulağına kadar gider. Şehzade, yüzlük taklit parayı Yahudi tüccara altın ödeyerek geri alır. Çok zarif; sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmeceye yerleştirip, İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi’ne hediye eder. Bugün, bu eşsiz parça, müzede sergileniyor.

Çanakkale Savaşı'nda çok olaylar yaşandı. Binlerce gizli kahramanlar çok bedeller ödedi.

Yokluk içinde savaştılar ama hiç pes etmediler.

Kiminin yüreği, kiminin cesareti, kiminin aklı ile zafer kazanıldı. Türküyle, Kürdüyle, Sünnisiyle, Alevisiyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Arnavutuyla sonuçta kazanan biz olduk. Bugün de aynı birlikteliği gösterdiğimizde merhum Erbakan Hoca’nın şu sözü gerçeğe dönüşür:

“Türk ile Kürt’ü ayırırsanız, ne Türk kalır ne de Kürt. Eğer Çanakkale misali birleştirirseniz, ne İngiliz kalır ne de Fransız.”