Son haftalarda Balkanlarda yeniden oluşturulmaya çalışılan güç dengelerinden bahsediyoruz.

Bizim açımızdan Balkanlarda özel ehemmiyete sahip ülke, en fazla Türk ve Müslüman nüfusundan dolayı Bulgaristan'dır.

Ama buna rağmen yıllardan beri belki en çok ihmal edilen ve bundan dolayı gerçek anlamda nüfus sahibi olamadığımız ülke de orası.

Orada ilişkiler, totaliter rejimin yıkılmasından sonra, soydaşlarımızı temsilen kurulan Hak ve Özgürlükler Partisi üzerinden yürütüldü.

Onların dediği dikkate alındı, onların tavsiyelerine göre hareket edildi.

Ama birilerinin güdümünde olan bu parti ile eninde sonunda çıkar çatışmalarından dolayı ipler kopacaktı, koptu da.

Artık Ortadoğu’da oluşan yeni yapılanmadan ve güç dağılımından sonra Balkanların, soydaş nüfusundan dolayı özellikle de Bulgaristan'ın stratejik önemi çok daha net ortaya çıktı.

Balkanların artan önemini geçmiş yazılarımızda paylaşmıştık, ileride yine paylaşırız.

Ama artık yeni oluşan konjonktüre göre doğrudan ülkemizin stratejik çıkarlarına hitap edecek oluşumlara ihtiyaç ortaya çıktı.

Bu fiili durum ortaya çıkınca, bugüne kadar soydaşımızı temsil ettiğini iddia eden parti artık kartları açık oynamak zorunda kaldı.

Son iki yıldır bunu gerek söylem, gerek eylemleri ile fazlasıyla belli etmeye başladı zaten. Bu konuda fazlasıyla örnekler verilebilir.

Yaptığı etkinlik ve verdiği demeçlerde artık açıkça şunu demek istiyor:

Evet biz buyuz. Hizmet ettiklerimiz bunlardır, hedefimiz de budur.

Burada Bulgaristan devleti ve milletine hizmetten bahsetmiyoruz.

Tabii ki o ülkenin her vatandaşı gibi oradaki insanların refah seviyesinin yükselmesini, devletin siyasi ve ekonomik açıdan büyümesi için gayret sarf edecekler.

Bundan doğal bir şey olamaz.

Burada bahsettiğimiz konu alenen Türk ve Müslüman varlığımızın aleyhine yapılan faaliyetler ve verilen demeçlerdir.

Bu parti artık açıkça:

Bizim anlayışımız ve görevimiz budur.

Bizimle devam edecek olanlar bunun bilincinde olarak devam etsin.

Bunlar artık çok net anladı ki bunlardan kopan gerçek Türk ve Müslüman soydaş kesimi asla geri dönmeyecek.

Onlar için asıl sorun, ileride kendi varlıklarını tehdit etmesin diye, oradan kopanların tek çatı altında örgütlü olarak hareket etmelerini engellemekti.

Yeni kurulan DOST partisine var güçleriyle saldırmaları bundandır.

Önce, parti yönetiminde, teşkilatlarda ve burada kendilerine hizmet edenlerin sayesinde DOST'u kolayca bertaraf edeceklerini düşündüler ama niyetleri başından beri bilindiğinden bunu başarmalarına izin verilmedi.

Ama DPS şunu anlayamıyor ki DOST bir partiden çok öte bir şeydir.

DOST artık bir hareket, bir simgedir.

Dilimizi, dinimizi, kültürümüzü, oralardaki varlığımızı koruyan bir semboldür.

DPS şunu anlamıyor ki artık DOST'un fiziki varlığı bile önemli değildir.

Parti kapatılsa da, fiziki olarak yok edilse de, ideolojik olarak artık yok edilmesi mümkün değildir.

Bu hareket, aynen devam edecektir.

Şekil değiştirecek, yeni yapılanma içine girecek ama bu hareket artık "Dostçular" hareketi olarak var olmaya devam edecektir.

Bizim de başından beri amacımız tam da buydu.

Totaliter rejim kalıntılarına karşı, soydaşımızın çıkarlarını, varlığımızı gerçekten savunan ve önemseyen bir kitle yaratmaktı.

Ve bunun başarılmış olması son derece önemlidir.