İnsanların arasındaki en güçlü bağlardan biri şüphesiz ki güven.

Peki neden?

Güvenmek zor zanaat olsa da aslında hiç kimse birbirine güvenmez. Hani derler ya ‘babana bile güvenmeyeceksin bu devirde’ diye. Bir yandan da o güvenmediğimiz kişilere sürekli sır verir, bir şeyler anlatır, söyleriz vs… 

Söylenen lafın o kişide kalacağını zanneder ama bir taraftan da şüphe içinde kalırız ya işte o güven diye sığındığımız şey, yanımızda aslında birini tutmak düşüncelerimizin doğruluğunu, haklılığımızı ispatlamak için.  

Fikrinize katılan kişiye güvenmiş oluyorsunuz böylece.

Biri senin düşüncene, fikrine katıldığı zaman dünyanın en haklısı olduğunu zannedersin. Oysa öyle değildir.

Çünkü bayılırız dedikoduya, çekiştirmeye. Hep açık ararız ama asla kusurları örtmeyiz, örttüğümüzü zannetsek bile bunu göstere göstere yaparız. Asla adabına göre davranamayız. Hem yanımızda isteyip hem kuyusunu kazarız. 

Bu sözü şimdi herkes üstüne alınır ama ben herkesin böyle kusurlu olduğunu söylemeye getiriyorum oysaki…

Güven dediğimiz şey bu olmamalı ama maalesef böyle. 

‘Aramızda kalsın bak!’ diye başladığımız her söz herkesin kulağında oysaki. 

Neden hatalarımızı, kusurlarımızı kabullenip bunları düzeltmeye çalışmıyoruz?

Neden sözümüzün eri olamıyoruz?

Çok zor çünkü doğru kişilikte olmak. 

En kolayı hemen savunmaya geçip yağ gibi üste çıkmak. Sürekli kendini övmek. Kendini savunmak. Kendince doğru yaptığını karşı tarafa anlatarak ikna etmeye çalışmak…

Bunları yapmak gerçekten çok kolay ama doğrusu bu değil işte.

Haklıyken haksız duruma düşürülmek gibi bu. Haklı olanın hakkını yemeyi ne de severler. Çünkü üste çıkmayı hep isterler.

Saygı duymak, istifini bozmadan konuşmak, bunlar erdemlik isteyen şeylerdir, herkes böyle değil maalesef ki.

Yedisine kadar öyle bir eğitmek lazım ki yetmişinde de bu bozuk huyları almasın.

Sözüm hepimize ki, çok şey var aslında, bunların hepside bitmek bilmeyen kusurlar… 

Evde, işte, arkadaşlar arasında… 

Aramızda kalsın ama herkes birbirine güvenip hep arkasından konuşuyor.

Ve çekiştiriyor.

Neden kendi hayatımızı güzelleştirip önümüze bakmayı tercih etmiyoruz?

“Biraz geri durup, izlediğinde hayatın akışını üzüntü içinde kalıyor insan. 

En güzel yaradılışla yaratılmış olanın, ahseni takvim olanın esfeli safiline doğru hızla alçalışını. 

Gün geçtikçe birbirine benzeyen kalabalıkların hırsla ,bir ağızdan bağrışarak, sadece kendileri varmışcasına “ben” diye haykırışlarını. Önce ben, sadece ben, her zaman ben diye kabarmış enelerini.Sevgisizliklerini,saygısızlıklarını. Kendi dışındaki her şeye kör ve sağır oluşunu.”

Diye ne güzel demiş Necip Fazıl.

Yanii biraz geri adımda durmayı bilmek ve empati yapmak gerek.

En güzeli içinizden geldiği gibi konuşmak. Doğru veya yanlış ancak zamanla öğrenir insan doğru konuşup, davranmayı.  

Ve yerinde susup 

Doğru zamanda konuşmayı.

İnsan öğrenir er ya da geç yaptığı doğruyu yanlışı.

Kimi kaybedince kimi kazanıp elde edince.

Bence zoru başarıp doğru insan olalım. 

Mağlum zoru herkes başaramaz.

Güçlü olmak zeki olmayı gerektirir. 

Beyin güçlü olunca beden de güçlü olur. 

Güçlü olmak önemlidir çünkü her eleştiriyi, çekiştirmeyi herkes kaldıramaz. Güçlü insan kendini bilen doğruluğundan emin olandır.

Güçlü ve iyi olmak için;

Sizi mutsuz eden, üzen her insanı hayatınızdan çıkarın, konuşmayın, mesafe koyun inanın böyle daha iyi olacaksınız.