Kayınvalidesi ile birlikte yaşayan kadın 3. çocuğuna hamileydi. İki kızı vardı. Bu yoldaki gelenin erkek olduğu söylendi. Ailece çok sevindiler. Eşinin tam bir işi yoktu. Çocukluk arkadaşının kahvehanesini işletiyordu, onun getir götür işlerine bakıyordu. Kayınvalide gelininin hamile olmasına rağmen ağır işlerini yaptırmaktan, eziyet etmekten, sürekli oğluna şikayet edip dövdürmekten hiç vaz geçmiyordu. Sokağa çıkması, komşuya, ailesine gitmesi yasaktı. Hamile kadın Almanya’da okumuş, büyümüş, ailenin tek kızı, Türkiye’ye izne gelmiş, eşine aşık olup kalmış, evlenmişti. Eşinin aşırı kıskançlığı, ailesinin evine bile göndermemesi, sürekli küfürlü konuşup, namusuna laf söyleyip hakaret etmesi, kadını hayata küstürmüştü. Evlatlarının hatırına susar, her şeyi sineye çeker, ne eşine, ne kayınvalidesine kırıcı söz söylerdi. Bir gün eşi yanında çalıştığı patronu ile arasında tartışma yaşar karısının yanında. Ortada kayıp bir para vardır, adam bu parayı almadığına yalan yere yemin eder. Karısının karnındaki doğmamış bebeği göstererek; ‘Ben aldıysam şu oğlum dünyaya gelmeden ölsün’ diye yemin eder. Kadın eşinin bu sözüne o an öyle üzülür ki, içinden dua eder. ‘Eğer yalan söylüyorsan, yalan yere yemin ediyorsan, evladının yerine sen öl’ diye duada bulunur. Ne olduğunu anlamadan, patronu gözlerinin önünde eşini bıçaklayarak öldürür. Eşinin ölümünden sonra kayınvalidesi tarafından evden atılır. ‘Uğursuz yedin oğlumun başını, seni aldı öldü’ diye, öldürene değil, gelinine isyanı vardı. 3 evladı ile kendi annesinin evinde yaşamaya başladı. İkiz erkek kardeşleri vardı. Aile kızlarına ve torunlarına sahip çıktı. Okuttu, yetiştirdi. Kadının iki erkek kardeşinden biri, askerden şehit gelir. Annesi çok üzülür ve felç geçirir. Senelerce annesine bakar, ilgilenir ama kader anne ve babasını da alır. Bir erkek kardeşi kalır hayatta, ailesinden kalan tek yadigar. O da yeğenlerini kendi evlatları gibi bakar, evlilik yapmaz. Çocuklar onu, dayı olarak değil baba olarak görür. En büyük kızı evlendirir, düğün masraflarını kendi karşılar. Erkek yeğenini uyuşturucu tuzağından çekip almayı başarır. Onu bulunduğu çevreden koparır, yeni çevre ve arkadaşlar edindirir. Oto tamirhanesinde çalıştırır, sonra oto galerisi açar. Araba alım satım yaptırır. Ortanca kız yeğenini de nişanlar. Düğün günü alınır. Bütün bunlar yaşanırken, dayının şiddetli ağrıları yüzünden doktora gidilir. Sonuç; ilerlemiş kemik kanseri çıkar. Hep birlikte aylarca dayılarını iyileştirmek için uğraşırlar. Günlerce hastanede kalırlar. Sonuç karşılıksız çıkar. Acı son kaçınılmaz olur. Çocuklar tanımadıkları babalarının sevgilerini dayılarına vermişlerdi. Giden dayı değil, babalarıydı. Ailece bir yıl depresyon tedavisi gördüler. Kaybetmeye alışıktılar ama bu son gidenin yeri doldurulamazdı. Giden bütün sevdiklerinin yerini dayı doldurmuştu. Onun yerini dolduracak henüz kimse yoktu. Gidişini kabul etmek bir yıldan uzun sürdü. Ailece yeni mahalleye, kiracı olarak yeni eve taşındılar. Geçmişi geride bırakıp, her şeyi yeni baştan yaşamak içindi bu yenilikler. Aile olmayı, birbirlerine kenetlenmeyi dayıları çok iyi öğretmişti onlara. İkinci kızları da evlendi. Bir oğlu oldu. Ablasının bir kızı, şimdi erkek kardeşlerini evlendirmeye çalışıyorlar. Her birinin birer işi var. Anne oğluyla yaşıyor. Annelerinden kalan evlerinde oturmaya başladılar. Üst katında evli büyük kızı kalıyor. Evlatlar analarının yakınlarından hiç ayrılmadılar. Kadın çalışan kızlarının çocuklarına bakarak günlerini geçirmektedir. ‘Annelikten daha güzel torun sevgisi bambaşkaymış’ diye her zaman sevgisini anlatmaktadır. Acının sonu, tatlı olunca hayat daha güzel yaşamaya değer oluyor. Yine de bütün dileklerimiz; her ailenin, huzurlu mutlu, birlik beraberlik içinde yaşam hakları olmasıdır. Her canlı en iyi şartlarda yaşamayı hak eder. Saygılarımla…