Sanat camiası, oldum olası adeta bir cadı kazanı. Hele bu camianın oyuncu ayağı ise adeta ateş çemberi. Yıllardan beri televizyon kanalları, yapım firmaları ve menajerler, hangi oyuncuyu parlatmak isterse onu parlatıyor. Hatta bu olay o kadar ileri boyutta oluyor ki bu olay tekelleşmeye kadar gidiyor.
Son günlerde patlak veren Ayşe Barım meselesi aslında yeni bir olay değil. Gazeteci Fuat Uğur yaklaşık 3 ay önce bu olayla ilgili bir yazı kaleme alıyor. Ancak o zaman bu olay o kadar ses getirmiyor ya da gözden kaçıyor. Ancak yazıyı sanırım bir sosyal medya fenomeni paylaşınca kıyamet kopuyor. Peki, nedir bu birden sanat camiasını savaş alanına çeviren skandal? Kısaca anlatalım.
"İddiaya göre" bir menajer hanımefendi, çok ünlü bir kadın oyuncunun eşcinsel bir şarkıcıyla sevgili gibi görünmesi karşılığında, şarkıcının gerçek sevgilisi olan yine çok ünlü bir işadamından 5 milyon euro para almış. Bu mesele bir sır olmaktan çıkmış ve o camiada herkes tarafından biliniyormuş. Yani bu ünlü menajer, milyonlarca genç kadın hayranı olan şarkıcıya, bir işadamından aldığı ücret mukabilinde, bir kariyer planlaması yapmış. Kendisinin ünlü ettiği bir kadın oyuncuyu, eşcinsel şarkıcının koluna takarak ona erkeksi bir imaj çalışması yürütmüş. Tabi buradaki hedef, sektörün içindekiler değil. Onlar zaten durumu biliyor. Asıl hedef, şarkıcının milyonları bulan kadın hayran kitlesi. Plana göre bir süre sonra da ayrılık haberleri servis edilip zaten hiç yaşanmamış olan bu ilişki bitirilecekmiş. Bunlar işin dedikodu ve iddia kısımları. Yalan mı? Gerçek mi? Yalan veya gerçek olup olmadığından ziyade bu camia maalesef ki bu imaj çalışmalarının üzerine kurulu.
Patlak veren bu olaydan sonra sistem nasıl işliyor? Ve Bu sistem nedir?
Bu tantanayı koparan oyuncu/yapımcı/menajer topluluğu aslında üç beş bin kişiden oluşuyor. Bu topluluğun çoğu, eskiden beri yaptıkları gibi yine topluma istikamet çiziyorlar. Ayrıca bunlar pek çok oyuncu ve yapımcılarla akraba. Köken olarak da bağlı oldukları ve biat ettikleri kurumlar olduğu iddia ediliyor. İşte bahsettiğimiz bu tayfa, son yıllarda önü açılan sinema ve dizi sektöründe rahat rahat çalıştı ve kendi tekelini kurdu. Oyuncusundan yapımcısına, teknik ekiplerine kadar sektör, bu topluluğun eline geçti.
Konuyu araştırınca gerek magazinsel gerek sektörden ve de gerekse sektörün dışında pek çok kişiden bir şeyler duydum. Ancak bu konuyu, en güzel ve yalın şekilde yazan ve sosyal medyada paylaşım yapan bu yazının ana kaynağı olan Abese İrca adlı hesaptan alıntılar yaparak yazmayı daha doğru buldum. Yazarın yazdığı ve benim de daha önceden yaptığım tespitlerle birebir örtüşen bu sistemi nasıl işletiyorlar? Onu anlatalım.
Bu sistemin ana kaynağı reklam gelirleri. Medyada izlediğimiz bütün dizilerin var olma amacı, milyarlarca dolarlık reklam pastasından pay almak. Bu pastayı TV kanalları, uluslararası dijital platformlar, yapım şirketleri, menajerlik ve oyuncu ajansları aralarında paylaşıyor. Bugün kopan tantana, aslında bu pastanın tüm dilimlerine talip olan bu topluluğun, bu noktada kurmuş olduğu tekelden kaynaklanıyor. Bağımsız bir yapımcı bu tekele dâhil olamıyor. Olmak isterse de haraç isteniyor. Bazı büyük yapım şirketleri, TV kanallarının kilit noktalardaki isimleri ve menajerlik ajansları, buna ellerindeki imkânlarla engel oluyor. Mesela TV kanallarının dramalar müdürleri, projenizi onaylamıyor, menajerlik şirketleri de size oyuncu vermiyor. Elinizde çok iyi bir proje varsa da sizi kendi çalıştıkları yapım şirketlerine yönlendirip küçük ortak olmanız seçeneğini sunuyorlar.
Ama tabi mesele sadece milyarlarca dolarlık bu pastayı paylaşmakla bitmiyor. Bu tekeli kuranlar, yaptıkları projelerle ve oyuncuların popülaritesini kullanarak toplum mühendisliği de yapıyor. Mesela, nasıl bir mesaj vermek istiyorlarsa bu oyuncular üzerinden verdirebiliyorlar. Karşı duranlara ya aba altından sopa da gösteriyorlar ya da istediklerini yapmayan oyuncuları piyasadan siliyorlar. Böyle bir gücün karşısında hangi oyuncu durabilir ki? Hangi oyuncu hem TV kanallarını, hem yapım şirketlerini hem de menajerlik ajanslarını karşısına almayı göze alabilir.
Birçok sektör ve firmalar oyunculara sponsor oluyor. Pek çok jönün altındaki araba, bu firmalar tarafından verilmiş durumda. Televizyon reklamından çok daha ucuz ve etkili bir yöntem. Bir oyuncu hayatında giymeyeceği bir markanın tişörtü ile iki fotoğraf verip milyonlarca lira kazanıyor. Tabi bu da paylaşılan bir gelir. Kozmetik ürünlerinin reklam yüzlerini zaten biliyorsunuz. İşte oradaki gelir de sistem içinde paylaşılıyor. Öyle tekten yedirmiyorlar kimseye.
Tabi bu sistem bütün diğer bütün kapitalist unsurlar gibi fazla güç yüklemesinden patlama noktasına gelmiş durumda. O kadar çok kişiyi yediler ve o kadar çok mağdur ürettiler ki artık dışarıda kalanlar, bu sistemi yıkmaya çalışıyor. İşte bu olayı da aslında sistemin dışında bırakılanlar ifşa etti. Para ve şöhret karşılığında kişiliksizleştirilmiş ve adeta et muamelesi görmüş kadınların, neyi ne kadar söyleyebileceği menajerler tarafından belirlenen ve cinsel tercihi dahi imaj çalışmalarının ürünü olan köleleştirilmiş erkeklerle dolu feodal yapıya, oradan kaçan köleler dinamit attı resmen. Bugün bile savunmalarında hedef saptırarak kadın hakları mottosuyla yapılan bu rezilliğin üzeri kapanmak isteniyor. Peki ya yıllarca mağdur ettiğiniz belki de yüzlerce, binlerce kadın oyuncuyu burada nereye koyacağız.
Bu ajanslar, kaç tane yetenekli oyuncuyu çıkardı? Ya da kaç tanesini yok etti? Sistemin çarkları içerisinde yok oldular. Şimdilerde bu caf caflı hayata özenen ve oyunculuk yapmak isteyen gençler, kendilerini nasıl gösterecekler? Hak ettikleri değeri ve yeteneklerini nasıl sergileyecekler? Ama önce bugün ortaya çıkan iddialar ışığında bu topluluğun, gerçek olarak gösterilen hayatlarının da aslında bir kurgudan ibaret olduğunu bilmeleri gerekiyor.
Aslında dünyada Türk Sineması neden herkes tarafından bilinmiyor? Ya da tanınıyor mu? Sorusuna verilen hayır cevabının nedeni tam olarak budur. Her alanda olduğu gibi bu alanda da bir hegemonya var. Bu sektöre adım atacak sadece sanatı ve yeteneklerini göstermek isteyen gençlerin önünü ise bu bozuk sistemi yıkacak kadar cesur, kararlı, yeni yapımcılar, menajerler, TV yöneticileri ve sektörden savaşçı insanlar açacaktır. Tabi halkı da yanına alarak.
Bir filmler çevriliyor. Bakalım filmin sonu nasıl olacak? Yalnız baştan söyleyeyim ben bir filmin kötü son ile bitmesini istemiyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Osman Yiğitoğlu
Sanat camiası ve Ayşe Barım meselesi
Sanat camiası, oldum olası adeta bir cadı kazanı. Hele bu camianın oyuncu ayağı ise adeta ateş çemberi. Yıllardan beri televizyon kanalları, yapım firmaları ve menajerler, hangi oyuncuyu parlatmak isterse onu parlatıyor. Hatta bu olay o kadar ileri boyutta oluyor ki bu olay tekelleşmeye kadar gidiyor.
Son günlerde patlak veren Ayşe Barım meselesi aslında yeni bir olay değil. Gazeteci Fuat Uğur yaklaşık 3 ay önce bu olayla ilgili bir yazı kaleme alıyor. Ancak o zaman bu olay o kadar ses getirmiyor ya da gözden kaçıyor. Ancak yazıyı sanırım bir sosyal medya fenomeni paylaşınca kıyamet kopuyor. Peki, nedir bu birden sanat camiasını savaş alanına çeviren skandal? Kısaca anlatalım.
"İddiaya göre" bir menajer hanımefendi, çok ünlü bir kadın oyuncunun eşcinsel bir şarkıcıyla sevgili gibi görünmesi karşılığında, şarkıcının gerçek sevgilisi olan yine çok ünlü bir işadamından 5 milyon euro para almış. Bu mesele bir sır olmaktan çıkmış ve o camiada herkes tarafından biliniyormuş. Yani bu ünlü menajer, milyonlarca genç kadın hayranı olan şarkıcıya, bir işadamından aldığı ücret mukabilinde, bir kariyer planlaması yapmış. Kendisinin ünlü ettiği bir kadın oyuncuyu, eşcinsel şarkıcının koluna takarak ona erkeksi bir imaj çalışması yürütmüş. Tabi buradaki hedef, sektörün içindekiler değil. Onlar zaten durumu biliyor. Asıl hedef, şarkıcının milyonları bulan kadın hayran kitlesi. Plana göre bir süre sonra da ayrılık haberleri servis edilip zaten hiç yaşanmamış olan bu ilişki bitirilecekmiş. Bunlar işin dedikodu ve iddia kısımları. Yalan mı? Gerçek mi? Yalan veya gerçek olup olmadığından ziyade bu camia maalesef ki bu imaj çalışmalarının üzerine kurulu.
Patlak veren bu olaydan sonra sistem nasıl işliyor? Ve Bu sistem nedir?
Bu tantanayı koparan oyuncu/yapımcı/menajer topluluğu aslında üç beş bin kişiden oluşuyor. Bu topluluğun çoğu, eskiden beri yaptıkları gibi yine topluma istikamet çiziyorlar. Ayrıca bunlar pek çok oyuncu ve yapımcılarla akraba. Köken olarak da bağlı oldukları ve biat ettikleri kurumlar olduğu iddia ediliyor. İşte bahsettiğimiz bu tayfa, son yıllarda önü açılan sinema ve dizi sektöründe rahat rahat çalıştı ve kendi tekelini kurdu. Oyuncusundan yapımcısına, teknik ekiplerine kadar sektör, bu topluluğun eline geçti.
Konuyu araştırınca gerek magazinsel gerek sektörden ve de gerekse sektörün dışında pek çok kişiden bir şeyler duydum. Ancak bu konuyu, en güzel ve yalın şekilde yazan ve sosyal medyada paylaşım yapan bu yazının ana kaynağı olan Abese İrca adlı hesaptan alıntılar yaparak yazmayı daha doğru buldum. Yazarın yazdığı ve benim de daha önceden yaptığım tespitlerle birebir örtüşen bu sistemi nasıl işletiyorlar? Onu anlatalım.
Bu sistemin ana kaynağı reklam gelirleri. Medyada izlediğimiz bütün dizilerin var olma amacı, milyarlarca dolarlık reklam pastasından pay almak. Bu pastayı TV kanalları, uluslararası dijital platformlar, yapım şirketleri, menajerlik ve oyuncu ajansları aralarında paylaşıyor. Bugün kopan tantana, aslında bu pastanın tüm dilimlerine talip olan bu topluluğun, bu noktada kurmuş olduğu tekelden kaynaklanıyor. Bağımsız bir yapımcı bu tekele dâhil olamıyor. Olmak isterse de haraç isteniyor. Bazı büyük yapım şirketleri, TV kanallarının kilit noktalardaki isimleri ve menajerlik ajansları, buna ellerindeki imkânlarla engel oluyor. Mesela TV kanallarının dramalar müdürleri, projenizi onaylamıyor, menajerlik şirketleri de size oyuncu vermiyor. Elinizde çok iyi bir proje varsa da sizi kendi çalıştıkları yapım şirketlerine yönlendirip küçük ortak olmanız seçeneğini sunuyorlar.
Ama tabi mesele sadece milyarlarca dolarlık bu pastayı paylaşmakla bitmiyor. Bu tekeli kuranlar, yaptıkları projelerle ve oyuncuların popülaritesini kullanarak toplum mühendisliği de yapıyor. Mesela, nasıl bir mesaj vermek istiyorlarsa bu oyuncular üzerinden verdirebiliyorlar. Karşı duranlara ya aba altından sopa da gösteriyorlar ya da istediklerini yapmayan oyuncuları piyasadan siliyorlar. Böyle bir gücün karşısında hangi oyuncu durabilir ki? Hangi oyuncu hem TV kanallarını, hem yapım şirketlerini hem de menajerlik ajanslarını karşısına almayı göze alabilir.
Birçok sektör ve firmalar oyunculara sponsor oluyor. Pek çok jönün altındaki araba, bu firmalar tarafından verilmiş durumda. Televizyon reklamından çok daha ucuz ve etkili bir yöntem. Bir oyuncu hayatında giymeyeceği bir markanın tişörtü ile iki fotoğraf verip milyonlarca lira kazanıyor. Tabi bu da paylaşılan bir gelir. Kozmetik ürünlerinin reklam yüzlerini zaten biliyorsunuz. İşte oradaki gelir de sistem içinde paylaşılıyor. Öyle tekten yedirmiyorlar kimseye.
Tabi bu sistem bütün diğer bütün kapitalist unsurlar gibi fazla güç yüklemesinden patlama noktasına gelmiş durumda. O kadar çok kişiyi yediler ve o kadar çok mağdur ürettiler ki artık dışarıda kalanlar, bu sistemi yıkmaya çalışıyor. İşte bu olayı da aslında sistemin dışında bırakılanlar ifşa etti. Para ve şöhret karşılığında kişiliksizleştirilmiş ve adeta et muamelesi görmüş kadınların, neyi ne kadar söyleyebileceği menajerler tarafından belirlenen ve cinsel tercihi dahi imaj çalışmalarının ürünü olan köleleştirilmiş erkeklerle dolu feodal yapıya, oradan kaçan köleler dinamit attı resmen. Bugün bile savunmalarında hedef saptırarak kadın hakları mottosuyla yapılan bu rezilliğin üzeri kapanmak isteniyor. Peki ya yıllarca mağdur ettiğiniz belki de yüzlerce, binlerce kadın oyuncuyu burada nereye koyacağız.
Bu ajanslar, kaç tane yetenekli oyuncuyu çıkardı? Ya da kaç tanesini yok etti? Sistemin çarkları içerisinde yok oldular. Şimdilerde bu caf caflı hayata özenen ve oyunculuk yapmak isteyen gençler, kendilerini nasıl gösterecekler? Hak ettikleri değeri ve yeteneklerini nasıl sergileyecekler? Ama önce bugün ortaya çıkan iddialar ışığında bu topluluğun, gerçek olarak gösterilen hayatlarının da aslında bir kurgudan ibaret olduğunu bilmeleri gerekiyor.
Aslında dünyada Türk Sineması neden herkes tarafından bilinmiyor? Ya da tanınıyor mu? Sorusuna verilen hayır cevabının nedeni tam olarak budur. Her alanda olduğu gibi bu alanda da bir hegemonya var. Bu sektöre adım atacak sadece sanatı ve yeteneklerini göstermek isteyen gençlerin önünü ise bu bozuk sistemi yıkacak kadar cesur, kararlı, yeni yapımcılar, menajerler, TV yöneticileri ve sektörden savaşçı insanlar açacaktır. Tabi halkı da yanına alarak.
Bir filmler çevriliyor. Bakalım filmin sonu nasıl olacak? Yalnız baştan söyleyeyim ben bir filmin kötü son ile bitmesini istemiyorum.