Bir çocuğun yüreği önce öğretmene açılır. Her açılış “Beni duy, beni gör, elimden tut!” feryadıdır. Eğer onu duyarsan, görürsen, elinden tutarsan fidan olur; çiçekleri buram buram saçılır vatan bahçesine…
“Merhabalar Hocam, öğretmenler gününüz kutlu olsun. Üzerimde fazlasıyla emeğiniz var. Allah razı olsun. Her şey için çok çok teşekkürler…”
Tam dört yıl önce aldığım bu iletinin göndericisi atanamayan bir öğretmendi. O, zihnimde derin izler bırakan sıra dışı öğrencilerimden biriydi. Anında beni yılların ötesine götürdü. Omuzlarındaki ağır yük altında ezilen esmer küçük kız geliverdi gözlerimin önüne. 7. sınıftaki sırasında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu…
“Teşekkür ederim. Senin de öğretmenler günün kutlu olsun. O senin bakışının güzelliği…”
“Teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın Hocam. Allah’a emanet olun…”
“Sen de kızım. Seninle gurur duyuyorum.”
“Sizlerin sayesinde Hocam. Çok net hatırlıyorum, 7. sınıfta sınıf öğretmenimdiniz. Babamın çalıştığı iş yerine kadar gitmiştiniz. O dönemler zorluydu benim için. Desteğinizi hiç esirgemediniz. Asla unutmayacağım sizi. Ne mutlu bana ki sizler gibi değerli öğretmenlerim beni yetiştirdi. Çok çok teşekkür ederim. Seneye …….. yerleşeceğim, eğer bir gün ayağınız düşerse beklerim.”
Ben de bu günkü gibi hatırlıyorum. Öğretmenler odasına giren öğrenci yanıma gelerek “Türkan ağlıyor öğretmenim.” demişti. Nahoş bir olay yaşanmış olduğu düşüncesiyle sınıfa gittim. O, iki gözü iki çeşme hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Şaşkınlık içerisinde ne olduğunu anlamaya çalıştım. Diğer öğrencilerin de merak içinde olduğunu görünce problemin sınıf içerisinde kaynaklanmadığını anladım. Yanına yaklaşıp “Neyin var kızım?” dedim.
Beni duymuyor gibiydi. İç çeke çeke ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Çok ciddi bir durum olduğu ortadaydı. Tekrar “Neyin var kızım?” diye sordum.
“Bir şey yok öğretmenim!”
Belli ki sorununu kimsenin bilmesini istemiyor, bu yüzden de paylaşmıyordu.
“Ders bitiminde eve gitmeden laboratuvara gelirsen sevinirim.”
Tamam, dercesine başını salladı. Az da olsa sakinleşmeye başlamıştı. Sınıftan çıktım.
Türkçe öğretmeni Fatma Başkan’ı da ders sonunda laboratuvara davet ettim.
Ders bitiminde üçümüz laboratuvarda deney masasına karşılıklı oturmuştuk. Biraz daha sakindi. Anlattığında kendisine yardımcı olabileceğimizi, sorunlarının ancak bu şekilde çözülebileceğini söyledik. Tekrar “Neyin var kızım, neden ağlıyordun?” diye sordum. Cılız bir tonla “Bir şey yok!” dedi. Sesi titriyordu...
“Evladım, bir şey yoksa niye ağlıyorsun? Belli ki canını sıkan, seni üzen bir şey var. İstersen anlatabilirsin. İstersen sana yardımcı olabiliriz. Bu söylediklerimiz aramızda kalacak rahat ol. Kimse duymayacak üçümüzün arasında kalacak…”
Biraz tereddüt etti. Kısa bir sessizlikten sonra tane tane anlatmaya başladı. Üvey annelerinin kardeşlerine ve kendisine kötü davrandığını, sık sık azarladığını söyledi.
Daha sonra öğreniyoruz ki, anne kendisi ve kardeşlerini babanın yanında bırakarak evi terk ediyor. Duruma çok kızan halaları da memleketten başka bir kadın getirerek kardeşlerini evlendiriyorlar…
Küçük yaşta omuzlarına binen taşıyamayacağı kadar ağır yükün altında eziliyor. Öte yandan öz annesinin kendilerini terk etmesini içine sindiremiyor. Analığın istenmeyen davranışları da cabası…
“Güzel kızım, bu kadın gelirken sizin varlığınızdan haberdardı. Bile bile babanızla evlenmeyi kabul etti. Size isteyerek kötü davranacağını sanmıyorum. Belki de doğru yaptıklarının olduğunu sanarak böyle davranıyordur.”
“Babanla görüşmemi ister misin?”
Başını kaldırıp yüzüme baktı. Minnet duygusu gözlerinden anlaşılıyordu. Zayıf bir ses tonuyla “Siz bilirsiniz öğretmenim.” diyebildi…
Babasının çalıştığı iş yerine gittiğimde, üvey annenin de orada çalıştığını öğrendim. Anlayışlı davranan işveren, bizi rahat konuşacağımız bir odaya aldı. İkisine de Türkan’ın başarılı bir öğrenci olduğunu, evdeki duruma çok üzüldüğünü, bunun da başarısını etkilediğini anlattım. Çocuklara nasıl davranmaları gerektiği konusunda anlattıklarımı dikkatle dinlediler.
Bu görüşme bir dönüm noktası olmuştu. Sonraki gelişmeler sözlerime kulak verdiklerinin göstergesiydi. Artık evde fazla problem yaşanmıyor, derslerdeki başarı da buna paralel yükseliyordu. Sene sonunda takdir alarak sekizinci sınıfa geçti.
Sekizinci sınıfta Fen Bilgisi derslerine okulumuza yeni gelen Arzu Apaydın giriyordu. Arzu öğretmen bir gün, “Ne yapıyorsun da bu çocuklar seni bu kadar seviyor?” demişti. Ben de, “Onlarla konuşuyorum. Sadece anlatmıyor, söylediklerini dinliyor ve onları önemsiyorum.” demiş, daha sonra katılacağım bir seminere davet etmiştim. Birlikte birçok seminere katılmış, benzer kaynaklardan yararlanmıştık.
Ertesi yıl liseye başladı. Lise birinci sınıfta okul birincisi oldu. Kendisine hediye edilen bilgisayar onu daha da kamçıladı. Liseyi üstün başarı ile bitirdi.
Dershaneye gidemeden Uludağ Üniversitesi Matematik öğretmenliği bölümünü kazandı. Üniversiteyi başarıyla bitirdi. KPSS sınavlarında yüksek puan almasına rağmen atanamayan öğretmenler sınıfına terfi etti. Bir müddet özel okullarda düşük ücretle çalışmak zorunda kaldı…
Bir çocuğun yüreği önce öğretmene açılır. Her açılış “Beni duy, beni gör, elimden tut!” feryadıdır. Eğer onu duyarsan, görürsen, elinden tutarsan fidan olur; çiçekleri buram buram saçılır vatan bahçesine…
ÖĞRETMENİM
Sen yiğit gönlümde şanlı bayraksın,
Süste hilâl, renkte al öğretmenim.
Şu gönlüme ışık olup dolansın,
Bilgimde göz, kulak, dil öğretmenim.
Savaşta destansın, ilimde tacım
Cehalet yarama şifa ilacım
Benliğe ermede sana muhtacım
Gönül kovanımda bal öğretmenim.
Ege'mde efesin, Doğu'mda dadaş
Cephede siperim, burçlarımda taş
Gecelerin nuru verdiğin savaş
Seste notam, sözde dil öğretmenim.
Bize hayat verir ilim denizin
İstikbale rehber aydınlık izin
Can damarı sensin taze filizin
Baharımda yeşil, gül öğretmenim.
Mazimin şerefi, ülkümün şanı
Şehidin sevgisi, toprağın kanı
Çorak kırlarımın baharı, canı
Türküme ses, ufka yol öğretmenim.
Çiçeğin çocuktur, baharın okul
Hakk’ın anahtarı verdiğin akıl.
Ses ol içimize, daima dökül
Vatana, millete kul öğretmenim... (N. İrfan TANRIKULU)
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Yılmaz
İZ BIRAKANLAR 4
Bir çocuğun yüreği önce öğretmene açılır. Her açılış “Beni duy, beni gör, elimden tut!” feryadıdır. Eğer onu duyarsan, görürsen, elinden tutarsan fidan olur; çiçekleri buram buram saçılır vatan bahçesine…
“Merhabalar Hocam, öğretmenler gününüz kutlu olsun. Üzerimde fazlasıyla emeğiniz var. Allah razı olsun. Her şey için çok çok teşekkürler…”
Tam dört yıl önce aldığım bu iletinin göndericisi atanamayan bir öğretmendi. O, zihnimde derin izler bırakan sıra dışı öğrencilerimden biriydi. Anında beni yılların ötesine götürdü. Omuzlarındaki ağır yük altında ezilen esmer küçük kız geliverdi gözlerimin önüne. 7. sınıftaki sırasında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu…
“Teşekkür ederim. Senin de öğretmenler günün kutlu olsun. O senin bakışının güzelliği…”
“Teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın Hocam. Allah’a emanet olun…”
“Sen de kızım. Seninle gurur duyuyorum.”
“Sizlerin sayesinde Hocam. Çok net hatırlıyorum, 7. sınıfta sınıf öğretmenimdiniz. Babamın çalıştığı iş yerine kadar gitmiştiniz. O dönemler zorluydu benim için. Desteğinizi hiç esirgemediniz. Asla unutmayacağım sizi. Ne mutlu bana ki sizler gibi değerli öğretmenlerim beni yetiştirdi. Çok çok teşekkür ederim. Seneye …….. yerleşeceğim, eğer bir gün ayağınız düşerse beklerim.”
Ben de bu günkü gibi hatırlıyorum. Öğretmenler odasına giren öğrenci yanıma gelerek “Türkan ağlıyor öğretmenim.” demişti. Nahoş bir olay yaşanmış olduğu düşüncesiyle sınıfa gittim. O, iki gözü iki çeşme hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Şaşkınlık içerisinde ne olduğunu anlamaya çalıştım. Diğer öğrencilerin de merak içinde olduğunu görünce problemin sınıf içerisinde kaynaklanmadığını anladım. Yanına yaklaşıp “Neyin var kızım?” dedim.
Beni duymuyor gibiydi. İç çeke çeke ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Çok ciddi bir durum olduğu ortadaydı. Tekrar “Neyin var kızım?” diye sordum.
“Bir şey yok öğretmenim!”
Belli ki sorununu kimsenin bilmesini istemiyor, bu yüzden de paylaşmıyordu.
“Ders bitiminde eve gitmeden laboratuvara gelirsen sevinirim.”
Tamam, dercesine başını salladı. Az da olsa sakinleşmeye başlamıştı. Sınıftan çıktım.
Türkçe öğretmeni Fatma Başkan’ı da ders sonunda laboratuvara davet ettim.
Ders bitiminde üçümüz laboratuvarda deney masasına karşılıklı oturmuştuk. Biraz daha sakindi. Anlattığında kendisine yardımcı olabileceğimizi, sorunlarının ancak bu şekilde çözülebileceğini söyledik. Tekrar “Neyin var kızım, neden ağlıyordun?” diye sordum. Cılız bir tonla “Bir şey yok!” dedi. Sesi titriyordu...
“Evladım, bir şey yoksa niye ağlıyorsun? Belli ki canını sıkan, seni üzen bir şey var. İstersen anlatabilirsin. İstersen sana yardımcı olabiliriz. Bu söylediklerimiz aramızda kalacak rahat ol. Kimse duymayacak üçümüzün arasında kalacak…”
Biraz tereddüt etti. Kısa bir sessizlikten sonra tane tane anlatmaya başladı. Üvey annelerinin kardeşlerine ve kendisine kötü davrandığını, sık sık azarladığını söyledi.
Daha sonra öğreniyoruz ki, anne kendisi ve kardeşlerini babanın yanında bırakarak evi terk ediyor. Duruma çok kızan halaları da memleketten başka bir kadın getirerek kardeşlerini evlendiriyorlar…
Küçük yaşta omuzlarına binen taşıyamayacağı kadar ağır yükün altında eziliyor. Öte yandan öz annesinin kendilerini terk etmesini içine sindiremiyor. Analığın istenmeyen davranışları da cabası…
“Güzel kızım, bu kadın gelirken sizin varlığınızdan haberdardı. Bile bile babanızla evlenmeyi kabul etti. Size isteyerek kötü davranacağını sanmıyorum. Belki de doğru yaptıklarının olduğunu sanarak böyle davranıyordur.”
“Babanla görüşmemi ister misin?”
Başını kaldırıp yüzüme baktı. Minnet duygusu gözlerinden anlaşılıyordu. Zayıf bir ses tonuyla “Siz bilirsiniz öğretmenim.” diyebildi…
Babasının çalıştığı iş yerine gittiğimde, üvey annenin de orada çalıştığını öğrendim. Anlayışlı davranan işveren, bizi rahat konuşacağımız bir odaya aldı. İkisine de Türkan’ın başarılı bir öğrenci olduğunu, evdeki duruma çok üzüldüğünü, bunun da başarısını etkilediğini anlattım. Çocuklara nasıl davranmaları gerektiği konusunda anlattıklarımı dikkatle dinlediler.
Bu görüşme bir dönüm noktası olmuştu. Sonraki gelişmeler sözlerime kulak verdiklerinin göstergesiydi. Artık evde fazla problem yaşanmıyor, derslerdeki başarı da buna paralel yükseliyordu. Sene sonunda takdir alarak sekizinci sınıfa geçti.
Sekizinci sınıfta Fen Bilgisi derslerine okulumuza yeni gelen Arzu Apaydın giriyordu. Arzu öğretmen bir gün, “Ne yapıyorsun da bu çocuklar seni bu kadar seviyor?” demişti. Ben de, “Onlarla konuşuyorum. Sadece anlatmıyor, söylediklerini dinliyor ve onları önemsiyorum.” demiş, daha sonra katılacağım bir seminere davet etmiştim. Birlikte birçok seminere katılmış, benzer kaynaklardan yararlanmıştık.
Ertesi yıl liseye başladı. Lise birinci sınıfta okul birincisi oldu. Kendisine hediye edilen bilgisayar onu daha da kamçıladı. Liseyi üstün başarı ile bitirdi.
Dershaneye gidemeden Uludağ Üniversitesi Matematik öğretmenliği bölümünü kazandı. Üniversiteyi başarıyla bitirdi. KPSS sınavlarında yüksek puan almasına rağmen atanamayan öğretmenler sınıfına terfi etti. Bir müddet özel okullarda düşük ücretle çalışmak zorunda kaldı…
Bir çocuğun yüreği önce öğretmene açılır. Her açılış “Beni duy, beni gör, elimden tut!” feryadıdır. Eğer onu duyarsan, görürsen, elinden tutarsan fidan olur; çiçekleri buram buram saçılır vatan bahçesine…
ÖĞRETMENİM
Sen yiğit gönlümde şanlı bayraksın,
Süste hilâl, renkte al öğretmenim.
Şu gönlüme ışık olup dolansın,
Bilgimde göz, kulak, dil öğretmenim.
Savaşta destansın, ilimde tacım
Cehalet yarama şifa ilacım
Benliğe ermede sana muhtacım
Gönül kovanımda bal öğretmenim.
Ege'mde efesin, Doğu'mda dadaş
Cephede siperim, burçlarımda taş
Gecelerin nuru verdiğin savaş
Seste notam, sözde dil öğretmenim.
Bize hayat verir ilim denizin
İstikbale rehber aydınlık izin
Can damarı sensin taze filizin
Baharımda yeşil, gül öğretmenim.
Mazimin şerefi, ülkümün şanı
Şehidin sevgisi, toprağın kanı
Çorak kırlarımın baharı, canı
Türküme ses, ufka yol öğretmenim.
Çiçeğin çocuktur, baharın okul
Hakk’ın anahtarı verdiğin akıl.
Ses ol içimize, daima dökül
Vatana, millete kul öğretmenim... (N. İrfan TANRIKULU)