Ülkede hakikati savunanlar kişisel menfaatini savunanlar kadar cesur, azimli ve kararlı olmadığı sürece ülke düzlüğe çıkarılamayacaktır.
Bir şeyi her ortamda tekrarlayıp, diğerlerini sürekli o şeyin karşıtı olarak damgalama eğiliminde olanlar, muhakkak ki o şeyin noksanlığı hissederler! Bu kişiler tek başına değil de bir grubu oluşturuyorsa bu kişilerin muhakkak ki ajandaları vardır. Eyleme değil sonuca bakılmalı. Sonuç kime yarıyor?
İktidar ekonomik krizle birlikte derinleşen yoksulluğu ve sebep olduğu diğer sıkıntıları örtbas etmek için sürekli farklı gündemlerle toplumu meşgul ediyor. Öncelikli meselelerin konuşulmasını, tartışılmasını bir şekilde engelliyor.
Yeni yönetimin nasıl bir yol izleyeceği net olarak bilinmemekle birlikte, kongre öncesinde ana muhalefetin sergilediği tavır iktidarın değirmenine su taşır nitelikteydi. Geçmişte yaşananlardan hiç ders alınmamış olunmalıydı ki, hiçbir şeyin değişmeyeceğini bile bile İYİ Parti’ye ısrarla kendi tezlerini dikte ettirme gayreti içindeydiler.
Bir tarafta iktidarın varlığının devamlılığına tehdit olarak gördüğü muhalefeti dağtma çabaları, diğer taraftan ana muhalefetin tek alternatif olarak konumunu koruma düşüncesi 3-6 Mart tarihlerinde yaşananları hatırlattı. Yinemaskeler düştü, boyalar döküldü, herkesin gerçek yüzü ortaya çıktı!
2018 öncesi iki kutuplu yapı yeniden dayatılmaya çalışılıyor gibiydi. Demokrasinin bir tartışma kültürü olduğu göz ardı ediliyordu. Biat etmeye karşı çıkılırken yeni bir biat kültürü mü oluşturmak isteniyordu?
Ne yazık ki kendisini muhalif olarak konumlandıran medya ile trolleri de yandaş medyadan farksız olarak kendi istekleri doğrultusunda hareket etmeyen kişi ve grupları algı yönetimiyle istedikleri yöne çekmeye çalıştılar. 28 Mayıs’ta yanlışta ısrarın yaşattığı hayal kırıklığı bu şekilde örtülmeye çalışıldı. Manipülasyon teknikleri ve subliminal mesajlarla bir yere kadar da başarılı oldular.
Diğer gruplar arasında kendileri gibi düşünmeyenleri damgalama ve değersizleştirme gibi ilkel benlik iletişim tarzı da üzerine tuz biber oldu!
CHP Kurultayında “Çekilemezsiniz, bu namussuzlara karşı… Çekilmeyin, buna hakkınız yok vuruşa vuruşa kaybedelim!” sonuç daha büyük hezimet.
Şamil Tayyar, “AK Parti'de 'muhalefet dağıldı, İstanbul/Ankara başta olmak üzere her yerde kesin kazanırız' diyerek partiyi arkadaş kulübü çevirmek isteyen kifayetsiz muhterislerin işi biraz daha zorlaştı.”
“Türk ve Türkiye düşmanı. Sen gazeteci değil tetikçi bir militansın…”
“İt ürür kervan yürür…”
Yukarıdaki örneklere baktığımızda hastalıklı yaklaşım hemen göze çarpacaktır. “Bizden olmayan, bize benzemeyen, bizim gibi düşünmeyen damgalanmayı hak eder!”
“Namussuz” kim?Kime karşı ”vuruşa vuruşa” kaybediyorsun?
İşi zor olan “Kifayetsiz muhterisler!” kimler?
“Türk ve Türkiye düşmanı. Sen gazeteci değil tetikçi bir militansın…” “İt kim, kervan kim?”
Öteki “Namussuz, kifayetsiz muhteris, Türk düşmanı tetikçi, it…” Nereden biliyorsun, ölçün ne? Sırf senin istediğin gibi olmaması mı? Sen ne kadar adamsın?
Sahi kendi guruplarımızda bizim gibi olmayanları, bizim gibi düşünmeyenleri bu kadar kategorize ettiğimizde, nasıl bir araya gelerek bizi oluşturacağız?
Önceki yazımda kişilerin yok sayılması veya görmezden gelinmesinin aidiyete bağını koparacağını, nerede olursa olsun kişinin yok sayılması veya görmezden gelinmesinin fiziksel şiddetten daha ağır travmaya neden olduğunu belirtmiştim. En çok geri bildirim aldığım yazım dersem abartı olmaz. Birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.
“İnanın duygularıma tercüman olmuşsunuz. Ağlayasım geldi. Görmezden gelinip yok sayıldık. ‘Gurup içerisindekilerin bireysel yeteneklerinin bilinmemesi ya da görmezden gelinmesi, yok sayılması ve ya yeteneklerinin ortaya çıkarılmasının engellenmesi kuruma bağlanmayı, dolayısıyla aidiyet duygusunun gelişmesini engeller. “Ben de varım” duygusuna cevap bulamayan kişi bulunduğu ortamda kendisini değerli hissetmez. Aidiyeti zayıflar. Aidiyet bağının zayıf olduğu topluluklarda karşılıklı güven de zayıflar. Aidiyet yoksa kişiler arası güven de olmaz. Güven yok olduğunda her şey yok olur!’ Satırlarınız için tebrik ediyorum sizi.”
Hocam duygularıma o kadar tercüman olmuşsunuz ki, okurken gözyaşlarıma hâkim olamadım. Kendimi ‘Kopuk kırmızı tasmalı kara köpek: öteki…’ olarak gördüm.”
“Ne güzel yazmışsınız Hocam. Kaleminize sağlık. ‘Organizasyonlarda kişilerin fikirlerine değer verilmediğinde veya yok sayıldıklarında üç şey yaparlar. Birincisi oraya ait olmadıkları düşüncesiyle uzaklaşırlar. İkincisi kötü niyetli itaat eder. (İş yapmaz, yapıyormuş gibi görünür.) Üçüncüsü de konumunu korumak için isteyerek boyun eğerler, biat ederler, edilgen kişiliğe bürünür.’ Ben birincisini seçtim.”
“Yine nokta atışı yapmışsınız Mehmet Hocam kaleminize sağlık. Yazınızı okurken ‘Biz neredeyiz, ne yapıyoruz?’ diye sorguladım. Gördüm ki biz aidiyet duygumuzu yitirmeye başladık. Ne heyecanımız kaldı, ne de umudumuz… ”
Siyasi partilerin geneline baktığımızda, ülkenin gerçek manada bekasını düşünmek yerine şahsi menfaatleri peşinde koşan, koltuk kapmaca oynayan bir sürü oyuncumuz var. Rollerini çok iyi oynuyorlar.
Cambazı izlerken ceplerimizin ve ruhlarımızın boşalmasına seyirci mi kalacağız? Uymaya devam mı edeceğiz? Bu gaflet uykusundan ne zaman uyanacağız? Kimliksizleştikten sonra mı?
İdealist insanlar en az şahsi ikbali peşinde koşanlar kadar bilinçli, cesur, kararlı, azimli ve tutarlı olmadığı sürece ülke düzlüğe çıkamayacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Yılmaz
“BİZ OLABİLMEK…” (3)
Oyun Tam Gaz: Cambaza Bak!
Ülkede hakikati savunanlar kişisel menfaatini savunanlar kadar cesur, azimli ve kararlı olmadığı sürece ülke düzlüğe çıkarılamayacaktır.
Bir şeyi her ortamda tekrarlayıp, diğerlerini sürekli o şeyin karşıtı olarak damgalama eğiliminde olanlar, muhakkak ki o şeyin noksanlığı hissederler! Bu kişiler tek başına değil de bir grubu oluşturuyorsa bu kişilerin muhakkak ki ajandaları vardır. Eyleme değil sonuca bakılmalı. Sonuç kime yarıyor?
İktidar ekonomik krizle birlikte derinleşen yoksulluğu ve sebep olduğu diğer sıkıntıları örtbas etmek için sürekli farklı gündemlerle toplumu meşgul ediyor. Öncelikli meselelerin konuşulmasını, tartışılmasını bir şekilde engelliyor.
Yeni yönetimin nasıl bir yol izleyeceği net olarak bilinmemekle birlikte, kongre öncesinde ana muhalefetin sergilediği tavır iktidarın değirmenine su taşır nitelikteydi. Geçmişte yaşananlardan hiç ders alınmamış olunmalıydı ki, hiçbir şeyin değişmeyeceğini bile bile İYİ Parti’ye ısrarla kendi tezlerini dikte ettirme gayreti içindeydiler.
Bir tarafta iktidarın varlığının devamlılığına tehdit olarak gördüğü muhalefeti dağtma çabaları, diğer taraftan ana muhalefetin tek alternatif olarak konumunu koruma düşüncesi 3-6 Mart tarihlerinde yaşananları hatırlattı. Yine maskeler düştü, boyalar döküldü, herkesin gerçek yüzü ortaya çıktı!
2018 öncesi iki kutuplu yapı yeniden dayatılmaya çalışılıyor gibiydi. Demokrasinin bir tartışma kültürü olduğu göz ardı ediliyordu. Biat etmeye karşı çıkılırken yeni bir biat kültürü mü oluşturmak isteniyordu?
Ne yazık ki kendisini muhalif olarak konumlandıran medya ile trolleri de yandaş medyadan farksız olarak kendi istekleri doğrultusunda hareket etmeyen kişi ve grupları algı yönetimiyle istedikleri yöne çekmeye çalıştılar. 28 Mayıs’ta yanlışta ısrarın yaşattığı hayal kırıklığı bu şekilde örtülmeye çalışıldı. Manipülasyon teknikleri ve subliminal mesajlarla bir yere kadar da başarılı oldular.
Diğer gruplar arasında kendileri gibi düşünmeyenleri damgalama ve değersizleştirme gibi ilkel benlik iletişim tarzı da üzerine tuz biber oldu!
CHP Kurultayında “Çekilemezsiniz, bu namussuzlara karşı… Çekilmeyin, buna hakkınız yok vuruşa vuruşa kaybedelim!” sonuç daha büyük hezimet.
Şamil Tayyar, “AK Parti'de 'muhalefet dağıldı, İstanbul/Ankara başta olmak üzere her yerde kesin kazanırız' diyerek partiyi arkadaş kulübü çevirmek isteyen kifayetsiz muhterislerin işi biraz daha zorlaştı.”
“Türk ve Türkiye düşmanı. Sen gazeteci değil tetikçi bir militansın…”
“İt ürür kervan yürür…”
Yukarıdaki örneklere baktığımızda hastalıklı yaklaşım hemen göze çarpacaktır. “Bizden olmayan, bize benzemeyen, bizim gibi düşünmeyen damgalanmayı hak eder!”
“Namussuz” kim? Kime karşı ”vuruşa vuruşa” kaybediyorsun?
İşi zor olan “Kifayetsiz muhterisler!” kimler?
“Türk ve Türkiye düşmanı. Sen gazeteci değil tetikçi bir militansın…” “İt kim, kervan kim?”
Öteki “Namussuz, kifayetsiz muhteris, Türk düşmanı tetikçi, it…” Nereden biliyorsun, ölçün ne? Sırf senin istediğin gibi olmaması mı? Sen ne kadar adamsın?
Sahi kendi guruplarımızda bizim gibi olmayanları, bizim gibi düşünmeyenleri bu kadar kategorize ettiğimizde, nasıl bir araya gelerek bizi oluşturacağız?
Önceki yazımda kişilerin yok sayılması veya görmezden gelinmesinin aidiyete bağını koparacağını, nerede olursa olsun kişinin yok sayılması veya görmezden gelinmesinin fiziksel şiddetten daha ağır travmaya neden olduğunu belirtmiştim. En çok geri bildirim aldığım yazım dersem abartı olmaz. Birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.
“İnanın duygularıma tercüman olmuşsunuz. Ağlayasım geldi. Görmezden gelinip yok sayıldık. ‘Gurup içerisindekilerin bireysel yeteneklerinin bilinmemesi ya da görmezden gelinmesi, yok sayılması ve ya yeteneklerinin ortaya çıkarılmasının engellenmesi kuruma bağlanmayı, dolayısıyla aidiyet duygusunun gelişmesini engeller. “Ben de varım” duygusuna cevap bulamayan kişi bulunduğu ortamda kendisini değerli hissetmez. Aidiyeti zayıflar. Aidiyet bağının zayıf olduğu topluluklarda karşılıklı güven de zayıflar. Aidiyet yoksa kişiler arası güven de olmaz. Güven yok olduğunda her şey yok olur!’ Satırlarınız için tebrik ediyorum sizi.”
Hocam duygularıma o kadar tercüman olmuşsunuz ki, okurken gözyaşlarıma hâkim olamadım. Kendimi ‘Kopuk kırmızı tasmalı kara köpek: öteki…’ olarak gördüm.”
“Ne güzel yazmışsınız Hocam. Kaleminize sağlık. ‘Organizasyonlarda kişilerin fikirlerine değer verilmediğinde veya yok sayıldıklarında üç şey yaparlar. Birincisi oraya ait olmadıkları düşüncesiyle uzaklaşırlar. İkincisi kötü niyetli itaat eder. (İş yapmaz, yapıyormuş gibi görünür.) Üçüncüsü de konumunu korumak için isteyerek boyun eğerler, biat ederler, edilgen kişiliğe bürünür.’ Ben birincisini seçtim.”
“Yine nokta atışı yapmışsınız Mehmet Hocam kaleminize sağlık. Yazınızı okurken ‘Biz neredeyiz, ne yapıyoruz?’ diye sorguladım. Gördüm ki biz aidiyet duygumuzu yitirmeye başladık. Ne heyecanımız kaldı, ne de umudumuz… ”
Siyasi partilerin geneline baktığımızda, ülkenin gerçek manada bekasını düşünmek yerine şahsi menfaatleri peşinde koşan, koltuk kapmaca oynayan bir sürü oyuncumuz var. Rollerini çok iyi oynuyorlar.
Cambazı izlerken ceplerimizin ve ruhlarımızın boşalmasına seyirci mi kalacağız? Uymaya devam mı edeceğiz? Bu gaflet uykusundan ne zaman uyanacağız? Kimliksizleştikten sonra mı?
İdealist insanlar en az şahsi ikbali peşinde koşanlar kadar bilinçli, cesur, kararlı, azimli ve tutarlı olmadığı sürece ülke düzlüğe çıkamayacaktır.