Her dönem rastladığımız hizmet için gelip ganimet peşine düşenler olur. İş ehline teslim edilmediği zaman işler yolunda gitmez… Dert edinirsen dermanı bir şekilde bulunur. Yeter ki samimiyeti kaybetmeyelim…
İşte bu pazar da sizlere ibret ve ders çıkaracağımız bir kıssa…
Zamanın birinde memlekette asayiş bozulmuş, düzen kalmamış. Padişah sükuneti sağlamak için çareler arıyordu.
Bu memleketi ancak Hızır (a.s.) düzeltir diye aklına geldi. İyi de Hızır’ı nasıl bulacaktı?
Memleketin her yanına haberciler gönderdi.
Padişah kim bana Hızır'ı getirirse onu ödüllendireceğim dedi.
Fakir bir âlim padişahın huzuruna çıkarak aradığı Hızır’ı kendisinin bulabileceğini söyledi. Kırk gün müsaade istedi.
Padişah çok sevinmişti. Keseler dolusu altın verdi. Belirlenen müddetin sonunda Hızır’ı (a.s.) getirmek üzere saraydan ayrıldı.
Kendisine verilen bu süre zarfında, ibadet ve duayla meşgul oldu. Kararlaştırılan süre bitti. Padişah sarayda hazırlıklar yaptırmış Hızır’ı (a.s.) bekliyordu. Derken o adam tek başına saraya geldi.
Padişah Hızır’ın nerede olduğunu sordu.
Hızır’ı bulmak için de çok dua ettim; ama onu bulamadım verdiğiniz cezaya razıyım dedi.
Bunun üzerine padişah onu mahkeme etmek için vezirlerini ve baş kadısını çağırdı.
Padişah, birinci vezire sordu:
Bu adama nasıl muamele edelim?
Onun boğazını keselim, etini parçalayıp çengellere asalım ve herkese teşhir edelim dedi.
Bu sırada mahkemeyi izlemek için orada toplanmış olan halkın içinde, bilge tavırlı bir ihtiyar, vezirin bu kararı üzerine şöyle dedi:
Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi (her şey aslına rücû) eder.
Padişah ikinci vezire sordu:
Bence bu adamı fırına atalım, kızartalım, sonra parçalara ayırıp ibreti âlem olsun diye teşhir edelim.
Aksakallı yine Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi dedi.
Padişah üçüncü vezire sordu:
Sultanım, bu adamın derisini yüzüp, içine saman dolduralım.
Aksakallı yine Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi dedi.
Son olarak kadının fikrini sordu.
Padişahım! Bu kimse her ne kadar böyle davranarak size karşı suç işlemiş olsa da, öyle asılacak, kesilecek, yakılacak bir caniliği kesinlikle yapmamıştır. O sadece Hızır’ı (a.s.) bulma karşılığında sizden belli bir para aldı. Hızır öyle aranarak bulunamayacağından, yapılacak iş ancak Allah’a duadır. Allah dilerse Hızır’ı buldurur, dilerse buldurmaz. Bana sorarsanız, bu adamı affedin. Size yakışan, sizden beklenen budur. Ayrıca siz bu memleketin padişahısınız, halkınızın geçimi de, sorunları da sizin boynunuzda. Halkınız böylesine yokluk ve perişanlık içinde yaşarken, onlara karşı duyarsız davranmak, elbette memlekette asayişi de bozar düzeni de…
Hızır’ı da bulmuş olsan, asayişin temini için sihirli değnek kullanacak değil. O da sana herhalde tavsiyelerde bulunacaktır.
Bu konuşma padişahı çok etkilemişti. Kadı doğru söylüyordu. Ama bu sözleri vezirler ona bir kere bile söylememiş, halkın ne hâlde olduğunu da kendisine bildirmemişlerdi. Karnı tok olan, açın derdini anlayamayacağı için, gerekli tedbirler de alınmamış, neticede memleket bu hâle gelmişti.
Kadı sözünü bitirince, duruşmayı takip eden o ak sakallı ihtiyar tekrar:
Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi dedi.
Padişah, Ey ihtiyar! Sen kimsin? İki de bir söze girip söylediğin o laf da neyin nesidir, dedi.
Ey Hızır’ı arayan sultan! Senin birinci vezirinin babası kasaptı, onun için verilmesini istediği ceza, suçluyu kesmek, etini çengellere asmak oldu. Onun yapacağı iş vezirlik değil, olsa olsa kasaplık olur.
Siz onu saraya kasapçı başı yapın. İkinci vezirin babası da fırıncı idi.
Siz onu da fırıncı başı tayin edin. Üçüncü vezirin ise, babası yorgancı idi. Sarayın bu gibi işlerini de ona havale edin. Kadıya gelince bir hükümdarın oğludur.
Babasının vefatından sonra kardeşler arasında çıkan taht kavgasına girmemiş ve memleketini terk etmiştir. Dolayısıyla baş vezir olacak kişi odur. Siz bu görevi ona verin.
İşte baştan beri ‘Her şey aslına döner’ demekle söylemek istediğim budur. Hızır’ı bulmak istiyorsun. Onu bulup da ne yapacaksın? Hızır da gelse zaten sana bundan başka bir şey söyleyecek değildir, dedi ve yürüdü gitti. İşte o ana kadar olanları dikkatle izleyen suçlu konumundaki âlim sevinçle bağırdı:
İşte Hızır, bu piri fani zattır! Buldum Hızır’ı!
Bunun üzerine o zatın peşinden koştular ama bulamadılar.
Padişah Hızır’ın söylediklerini araştırdı ve baktı ki, hakikatten de vezirlerinin durumu dediği gibi. Neticede o ne dediyse yaptı, derhal gerekli değişiklerde bulundu. Ve gerçekten de memleketteki karmaşa kısa zamanda yerini bir düzen ve huzura bıraktı.
Demek ki neymiş, insana okulda ne öğretirsen öğret ailesinden de öğrenmesi gerekenler var...
İkinci olarak da, yöneticiler etrafındaki insanlara dikkat etmeli... Goy goya değil liyakata önem vermeli...
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Çetinkaya
Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi
Her dönem rastladığımız hizmet için gelip ganimet peşine düşenler olur. İş ehline teslim edilmediği zaman işler yolunda gitmez… Dert edinirsen dermanı bir şekilde bulunur. Yeter ki samimiyeti kaybetmeyelim…
İşte bu pazar da sizlere ibret ve ders çıkaracağımız bir kıssa…
Zamanın birinde memlekette asayiş bozulmuş, düzen kalmamış. Padişah sükuneti sağlamak için çareler arıyordu.
Bu memleketi ancak Hızır (a.s.) düzeltir diye aklına geldi. İyi de Hızır’ı nasıl bulacaktı?
Memleketin her yanına haberciler gönderdi.
Padişah kim bana Hızır'ı getirirse onu ödüllendireceğim dedi.
Fakir bir âlim padişahın huzuruna çıkarak aradığı Hızır’ı kendisinin bulabileceğini söyledi. Kırk gün müsaade istedi.
Padişah çok sevinmişti. Keseler dolusu altın verdi. Belirlenen müddetin sonunda Hızır’ı (a.s.) getirmek üzere saraydan ayrıldı.
Kendisine verilen bu süre zarfında, ibadet ve duayla meşgul oldu. Kararlaştırılan süre bitti. Padişah sarayda hazırlıklar yaptırmış Hızır’ı (a.s.) bekliyordu. Derken o adam tek başına saraya geldi.
Padişah Hızır’ın nerede olduğunu sordu.
Hızır’ı bulmak için de çok dua ettim; ama onu bulamadım verdiğiniz cezaya razıyım dedi.
Bunun üzerine padişah onu mahkeme etmek için vezirlerini ve baş kadısını çağırdı.
Padişah, birinci vezire sordu:
Bu adama nasıl muamele edelim?
Onun boğazını keselim, etini parçalayıp çengellere asalım ve herkese teşhir edelim dedi.
Bu sırada mahkemeyi izlemek için orada toplanmış olan halkın içinde, bilge tavırlı bir ihtiyar, vezirin bu kararı üzerine şöyle dedi:
Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi (her şey aslına rücû) eder.
Padişah ikinci vezire sordu:
Bence bu adamı fırına atalım, kızartalım, sonra parçalara ayırıp ibreti âlem olsun diye teşhir edelim.
Aksakallı yine Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi dedi.
Padişah üçüncü vezire sordu:
Sultanım, bu adamın derisini yüzüp, içine saman dolduralım.
Aksakallı yine Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi dedi.
Son olarak kadının fikrini sordu.
Padişahım! Bu kimse her ne kadar böyle davranarak size karşı suç işlemiş olsa da, öyle asılacak, kesilecek, yakılacak bir caniliği kesinlikle yapmamıştır. O sadece Hızır’ı (a.s.) bulma karşılığında sizden belli bir para aldı. Hızır öyle aranarak bulunamayacağından, yapılacak iş ancak Allah’a duadır. Allah dilerse Hızır’ı buldurur, dilerse buldurmaz. Bana sorarsanız, bu adamı affedin. Size yakışan, sizden beklenen budur. Ayrıca siz bu memleketin padişahısınız, halkınızın geçimi de, sorunları da sizin boynunuzda. Halkınız böylesine yokluk ve perişanlık içinde yaşarken, onlara karşı duyarsız davranmak, elbette memlekette asayişi de bozar düzeni de…
Hızır’ı da bulmuş olsan, asayişin temini için sihirli değnek kullanacak değil. O da sana herhalde tavsiyelerde bulunacaktır.
Bu konuşma padişahı çok etkilemişti. Kadı doğru söylüyordu. Ama bu sözleri vezirler ona bir kere bile söylememiş, halkın ne hâlde olduğunu da kendisine bildirmemişlerdi. Karnı tok olan, açın derdini anlayamayacağı için, gerekli tedbirler de alınmamış, neticede memleket bu hâle gelmişti.
Kadı sözünü bitirince, duruşmayı takip eden o ak sakallı ihtiyar tekrar:
Küllü şey’in yerciu ilâ aslihi dedi.
Padişah, Ey ihtiyar! Sen kimsin? İki de bir söze girip söylediğin o laf da neyin nesidir, dedi.
Ey Hızır’ı arayan sultan! Senin birinci vezirinin babası kasaptı, onun için verilmesini istediği ceza, suçluyu kesmek, etini çengellere asmak oldu. Onun yapacağı iş vezirlik değil, olsa olsa kasaplık olur.
Siz onu saraya kasapçı başı yapın. İkinci vezirin babası da fırıncı idi.
Siz onu da fırıncı başı tayin edin. Üçüncü vezirin ise, babası yorgancı idi. Sarayın bu gibi işlerini de ona havale edin. Kadıya gelince bir hükümdarın oğludur.
Babasının vefatından sonra kardeşler arasında çıkan taht kavgasına girmemiş ve memleketini terk etmiştir. Dolayısıyla baş vezir olacak kişi odur. Siz bu görevi ona verin.
İşte baştan beri ‘Her şey aslına döner’ demekle söylemek istediğim budur. Hızır’ı bulmak istiyorsun. Onu bulup da ne yapacaksın? Hızır da gelse zaten sana bundan başka bir şey söyleyecek değildir, dedi ve yürüdü gitti. İşte o ana kadar olanları dikkatle izleyen suçlu konumundaki âlim sevinçle bağırdı:
İşte Hızır, bu piri fani zattır! Buldum Hızır’ı!
Bunun üzerine o zatın peşinden koştular ama bulamadılar.
Padişah Hızır’ın söylediklerini araştırdı ve baktı ki, hakikatten de vezirlerinin durumu dediği gibi. Neticede o ne dediyse yaptı, derhal gerekli değişiklerde bulundu. Ve gerçekten de memleketteki karmaşa kısa zamanda yerini bir düzen ve huzura bıraktı.
Demek ki neymiş, insana okulda ne öğretirsen öğret ailesinden de öğrenmesi gerekenler var...
İkinci olarak da, yöneticiler etrafındaki insanlara dikkat etmeli... Goy goya değil liyakata önem vermeli...