Merhum Gazeteci İlhan Bardakçı’nın hatıralarından birini aktaracağım bu pazar sizlere... Kudüs gündemine cuk oturan bir hikaye bana göre...
"Sene 1972. Türk siyasiler ve iş adamları ile Mescid-i Aksa’dayız. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca ordu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış...
Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam… Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde. ‘Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor’ dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; ‘Ne kimseyi dinler ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde’ dedi. Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti ama kımıldamadı. ‘Selamün aleyküm baba’ dedim.
‘Aleyküm selam oğul’ dedi.
‘Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?’ dedim.
‘Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.’
Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: ‘Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nden İngiliz’e saldırdı. Cânım ordu Kanal’da yenildi. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.’
Sonra anlatmayı sürdürdü: ‘Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmezsem emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var, Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri’nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ‘Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!’ demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın’ dedi. Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Bir ben kaldım buralarda.’
Konuşmaya devam etti: ‘Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git, de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir’ de.’
‘Tamam’, dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.
Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm.
‘Allah’a emanet ol baba’ dedim.
‘Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese’ dedi.
Türkiye’ye gelince Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: Mescid-i Aksa’yı bekleyensonOsmanlı askeri bugün öldü.”
Kudüs'ün İslam ve Türk tarihi açısından ne denli önemli olduğunu gösteren küçük ama çok anlamlı bir hikaye idi bu. Bugün orada Osmanlı askeri yok ama Osmanlı'nın torunlarını bekleyen yüz binlerce Müslüman var...
Onlar da çok iyi biliyor ki Osmanlı bu topraklardan çıktıktan sonra ne adalet kaldı ne de düzen...
Amerikan uşaklarının Siyonist düzeninin altında ezim ezim eziliyorlar...
İşte Osmanlı’nın gücü ve nöbetin önemi…
Suudi Krallığı ve Mısır devletçiği bile bu ihanete ortak olduysa Kâbe imamı bu iki şeytan için ‘iyi şeyler yapıyor’ dedikten sonra geriye ne kaldı ki...
Anlayacağınız Müslüman âlemi böylesine önemli bir simgelerine hakaret edilirken bir araya gelemiyorsa ya asıl kıblemiz Kâbe-i Muazzama'ya yapılabilecek herhangi bir fevri davranışta yine sessiz kalırsalar üzerine inecek olan Allah'ın gazabından kaçamayacaklar.
Tıpkı, Hz. Nuh'a, Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya ve son peygamber Hz. Muhammed’e tuzak kuran en yakınları gibi helak olup gidecekler...
Çünkü Allah ile savaşıp bugüne kadar kazanan olmuş mu?
Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde olmadıkça ve ticarette güçlerini birleştirmedikçe zor günler bekliyor demektir.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Çetinkaya
Allah (c.c.) ile savaşıp kazanan oldu mu!
Merhum Gazeteci İlhan Bardakçı’nın hatıralarından birini aktaracağım bu pazar sizlere... Kudüs gündemine cuk oturan bir hikaye bana göre...
"Sene 1972. Türk siyasiler ve iş adamları ile Mescid-i Aksa’dayız. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca ordu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış...
Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam… Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde. ‘Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor’ dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; ‘Ne kimseyi dinler ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde’ dedi. Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti ama kımıldamadı. ‘Selamün aleyküm baba’ dedim.
‘Aleyküm selam oğul’ dedi.
‘Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?’ dedim.
‘Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.’
Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: ‘Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nden İngiliz’e saldırdı. Cânım ordu Kanal’da yenildi. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.’
Sonra anlatmayı sürdürdü: ‘Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmezsem emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var, Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri’nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ‘Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!’ demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın’ dedi. Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Bir ben kaldım buralarda.’
Konuşmaya devam etti: ‘Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git, de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir’ de.’
‘Tamam’, dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.
Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm.
‘Allah’a emanet ol baba’ dedim.
‘Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese’ dedi.
Türkiye’ye gelince Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”
Kudüs'ün İslam ve Türk tarihi açısından ne denli önemli olduğunu gösteren küçük ama çok anlamlı bir hikaye idi bu. Bugün orada Osmanlı askeri yok ama Osmanlı'nın torunlarını bekleyen yüz binlerce Müslüman var...
Onlar da çok iyi biliyor ki Osmanlı bu topraklardan çıktıktan sonra ne adalet kaldı ne de düzen...
Amerikan uşaklarının Siyonist düzeninin altında ezim ezim eziliyorlar...
İşte Osmanlı’nın gücü ve nöbetin önemi…
Suudi Krallığı ve Mısır devletçiği bile bu ihanete ortak olduysa Kâbe imamı bu iki şeytan için ‘iyi şeyler yapıyor’ dedikten sonra geriye ne kaldı ki...
Anlayacağınız Müslüman âlemi böylesine önemli bir simgelerine hakaret edilirken bir araya gelemiyorsa ya asıl kıblemiz Kâbe-i Muazzama'ya yapılabilecek herhangi bir fevri davranışta yine sessiz kalırsalar üzerine inecek olan Allah'ın gazabından kaçamayacaklar.
Tıpkı, Hz. Nuh'a, Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya ve son peygamber Hz. Muhammed’e tuzak kuran en yakınları gibi helak olup gidecekler...
Çünkü Allah ile savaşıp bugüne kadar kazanan olmuş mu?
Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde olmadıkça ve ticarette güçlerini birleştirmedikçe zor günler bekliyor demektir.