Dünyanın en kalabalık ülkeleri arasında bulunan, trafiği ile meşhur, Güney Asya’nın hem sevimli hem de güler yüzlü insanlarının yaşadığı Bangladeş uzun zamandır gitmek istediğim bir yerdi. Bu hayalime Bursa’da tesadüfen tanışmış olduğum Nezam Uddin Patwary kardeşim sayesinde ulaşmış oldum. Kendisi ile yaklaşık bir buçuk yıl önce tanışmıştım ama ancak şimdi ülkelerini ziyaret etme şansım oldu. Her seyahat aslında yeni bir yol, yeni bir heyecan benim için; bu yüzden uçağa dahi ilk binen kişi de ben oldum. Akşam 19.00’da başlayan yolculuk sabah 05.00'da Dakka'da son buldu. Yola çıkmadan önce edinmiş olduğum bilgiler, indiğim gibi beni sıcak bir havanın karşılaşacağı yönündeydi ve aksi de olmadı. Henüz havaalanında iken sıcak ve boğucu bir hava ile karşı karşıya kaldım. Pasaport ve korona kontrollerinden sonra beni havaalanında bekleyen kardeşim Nezam Uddin ile kucaklaştık.

HEYECANDAN ZAMAN ÖYLE GEÇTİ Kİ

Havaalanı Yeni Dakka’daydı sağ olsun çağırmış olduğu uber taksiyle evlerinin olduğu eski Dakka’ya doğru yola çıktık. Heyecandan ve yola bakmaktan taksi yolculuğumuz ne kadar sürdü farkında bile değilim. Evlerine gidip eşyalarımızı bıraktığımız gibi şehrin içine bir giriş yaptık ki sormayın. Sabahın yedisi olmasına rağmen o saate göre yine de muazzam bir trafik başlamıştı. Hemen arkasından Bangladeş’in yerli ve milli arabası olan rikşa ile sabah sabah güzel bir Dakka turu yaptık. Şehir içindeki kalabalık yerleri merak ettiğim için Dakka’daki hal olarak düşündüğümüz pazar yerine uğradık. Burada daha önce hiç şahit olmadığım aşırı bir kalabalıkla karşı karşıya kaldım. Adım atmakta bile zorlandığım bir yerde, farklı bir ülke, farklı bir coğrafya beni adeta şoka uğrattı. Ufak ufak dükkanlarda insanlar çok zor şartlarda para kazanıp geçimini sağlamaya çalışıyorlardı. Oradaki ilk şoku atlattıktan sonra tekrardan Dakka'nın dar sokaklarında yöresel pazarlarındaki ilginçliklere bakarak Bengal kaplanı heykeli ile poz vererek önemli bir tarihi eser olan Ahsan Menzil Sarayı'na geldik. Müzeye girişte Bangladeş ve turistler için ayrı fiyat politikası izlenmekteydi. Halk arasında renginden dolayı Pembe Saray’da denen Ahsan Menzil Sarayı bizim İstanbul'daki Dolmabahçe Sarayı'nın bir minyatürü gibi de diyebiliriz. Sarayın hemen hemen her odasında bir görevli bulunmakta olup odalarda video ve fotoğraf çekilmesine karşı tedbir almışlardı. Sarayın odalarında Bangladeş'in ünlü insanları, ünlü siyasetçileri, tarihi eşyaları, yöresel kıyafetleri sergilenmekte idi. Pembe renkli Ahsan Menzil Sarayı'ndaki gezimizi bitirdikten sonra tekrar çarşı içine girip yöresel tatlar satan seyyar satıcıların yanında aldık soluğu. En çok da merak ettiğim Hindistan cevizi ve tadı idi. Seyyar olarak satış yapan kardeşimiz bir tara yardımıyla Hindistan cevizini keserek bana ikram etti. Güzel bir tat. Hoşuma gitmedi desem yanlış ifade etmiş olurum.

TRAFİK KURALI VİCDANA BAĞLI

Dakka için diğer önemli bir nokta ise çarşı içinde gezerken  karşınıza çok farklı sokak lezzetleri çıkıyor olmasıdır. Hiç beklemediğimiz yerlerde dahi tezgahlar sayesinde aklınıza gelen gelmeyen her çeşit yemekleri farklı sunumlarda görebiliyorsunuz. Patlamış pirinç, kaynamış yumurta, şeker kamışı, haşlanmış nohut bu tatlardan sadece bazıları. Dakka içinde her yerde trafik neredeyse ortalama 10 kilometre hızla gidiyor. Trafik lambaları pek kullanılmıyor. Trafik yönetimi tamamen sürücülerin elinde ancak yine de trafik bir şekilde kornalar eşliğinde kavgasız bir şekilde güler yüzle akıp gidiyor. Otobüs durağının olmadığı, insanların istediği yerde inip bindiğin bir trafik düzeni var. Dakka bence dünyanın en yoğun trafiğine sahip çünkü gündüz rikşalar gece ise kentin içine giren kamyonlar yüzünden trafik hep kalabalık, hep aktif.

HER ADIMLARI GELENEKSEL

Dakka’daki ikinci günümde ise misafir olduğumuzu duyan arkadaşlarımızın bizleri davetleri ile geçti diyebiliriz. Aralarında telefonla tanıştıklarımız olmuştu onlara da gidip hediyelerimizi sunduk. Tabii ki bu arada Dakka’nın en büyük camisi olan Beyt’ül Mükerrem Camisi’ne de uğradık. Caminin etrafı Bursa'daki Ulu Cami gibi çok fazla dükkânla çevriliydi. Caminin hemen altındaki tanıdık bir işyerine uğradık buradaki işyerlerine girerken ayakkabıları çıkartıp bu şekilde içeri giriyorsun. Büyük alışveriş mağazaları hariç tüm dükkânlara bu şekilde girip oturmak geleneksel bir davranış. Çarşı içinde uğradığımız her herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum sonsuz güzelliklerle misafir ettiler beni. Burada Türkiye denince akan sular duruyor. Ülkemizi ve bizleri çok seviyorlar.

Osmangazi'de konforlu ulaşım Osmangazi'de konforlu ulaşım

GEMİ YOLCULUĞU BÜYÜLEYİCİ

Cuma gününe geldiğimizde ise muhteşem bir gemi yolculuğu ile güne merhaba dedik. Gemi yolculuğu deyince denizlerdeki gemi yolculuğu aklınıza gelmesin. Buradaki gemi yolculukları Bangladeş’in içinde yüzlerce kola ayrılmış nehirler üzerinden yapılıyor. Bayram günleri haberlerde trenlerin üzerindeki insanları görmeye alışmıştık fakat bu sefer insanlar gemilerin içinde aynı yoğunlukta yolculuk yapıyorlardı. Gemiye bindiğimde çok kalabalık gelmişti bana fakat yolcuların o kadar da kalabalık olmadığını vurguladıklarında şaşırdım. Dakka’daki limandan 3 katlı bir gemiye binip kentten ayrıldık. Gideceğimiz yer olan Laksmipur’a varmak için nehir üzerinden gemi ile yaklaşık 3 saat süren bir yolculuk yapacaktık. Geminin içinde üç farklı türden fiyat politikası uygulanmaktaydı; ayakta gidenler için, yerde oturanlar için, klimalı odalarda seyahat etmek isteyenler için farklı bir bilet uygulaması vardı. Dakka’da gördüğümüz seyyar satıcılar gemi içinde de mevcuttu. Seyyar olarak muz satanlar dahi vardı. Sabah dokuz buçukta bindiğimiz gemiye, sabah güneşini de yanımıza alıp müthiş manzaralar eşliğinde yolculuğumuza başladık. Belki inanmayacaksınız ama Dakka’daki trafik yoğunluğunun aynısı nehir üzerinde gemi ile devam ediyordu. Nehrin etrafında; sağında ve solunda bir sürü gemi tersanesi bulunuyor ve bu tersanelerde bildiğimiz çekiç ile gemi tamir bakım ve imalatı yapılıyordu. Bangladeş gemi ve denizcilik sektöründe çok ileride bir ülke olduğunu bu manzaraları görünce daha iyi anlamış oldum. Dakka’dan yavaş yavaş uzaklaştıkça bu kez de nehrin sağında ve solunda yüksek bacaları olan tuğla fabrikaları karşımıza çıkıyordu. Belgesellerde gördüğümüz tuğla ve çamurda briket yapan işçilere buralarda uzaktan bakmak mümkündü. Binlerce tuğla fabrikasına işçilerle ve gemilerle malzeme taşınıyordu. Yolculuk sırasında sanki önümüzde bir donanma vardı. Her tarafta irili ufaklı gemiler ile turist ve yolcu gemileri, nakliye gemileri, çimento taşıyan, sebze meyve taşıyanlar ile balıkçılık yapan gemiler, sandallar hepsi film şeridi gibi yolculuğumuza eşlik ettiler. Gemi limana yanaşırken dikkat çekici bir nokta ise sandalların gemiye yanaşıp oradan yolcuları alıp limandan uzaklaşmaları oldu. Yani kimse geminin limana yanaşmasına beklemiyor.

Limandan indikten sonra yine müthiş bir kalabalığın içine girdik; burada bekleyen Bangladeş’e özgü cng tipi doğalgazlı araçlarla Laksmipur’a doğru yola çıktık. Rikşalardan sonra bu yerli ve milli araçlara ilk defa binmiştim. Araçların sağında ve solunda kapı ve cam yok. Bu şekilde yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk yapacaktık. Yol üzerindeki bir medresede cuma namazını kıldık. Bangladeş’te imamlara devlet tarafında ayrı bir maaş ödemesi yok. Namaz bitiminde camideki cemaatten para toplanıyor. Hem caminin ihtiyacı hem de imamın maaşı ödeniyor toplanan paralarla. Namazı bitirip güzel havanın eşliğinde her tarafı açık aracımızla yolculuğumuza devam ettik.  Muhteşem manzaralar, muhteşem görüntüler eşliğinde güzel bir yolculuk yaptık. Dakka’daki görüntülerin aksine burada muhteşem bir doğa vardı. Yolun sağı ve solu her tarafı pirinç tarlaları, her tarafı sulak araziler ile doluydu. Dünya pirinç üretiminde ileri seviyede olması ülkenin sulak olmasının verdiği bir avantaj. Yolun sağında ve solunda olan su birikintilerine halk girip duşunu alıyor ve çıkıyordu. Tabii ki bu manzara bizim alışık olduğumuz bir manzara değil ama su her yerden sürekli kaynıyor ve akar olduğu için de köylüler ve Bengal halkı bu sulara girmekte herhangi bir çekince duymuyorlardı. Misafir olarak gittiğim köyde dahi üç tane bu şekilde gölet tarzı su birikintisi bulunmaktaydı. Laksmipur’daki ziyaretlerimizi yapıp sohbetlerimizi ettikten sonra araç kiralayıp Cox’s Bazar’a doğru yola çıktık. Zaman kazanmak amacı ile yolculuğumuzu gece yapalım dedik fakat gece de aynı trafikle, aynı insan yoğunluğuyla karşı karşıya kaldık. Bir şekilde zorlu yollardan ve trafikten sonra 150 kilometre uzunluğundaki Cox’s Bazar’da bulunan dünyanın en uzun sahiline ulaştık.

Plaj anlayışı yok

Cox’s Bazar’a biraz değinecek olursak gelgitin son derece fazla hissedildiği bir bölge. Yaklaşık beşyüz metrelik bir alanda gerçekleşiyor. Bu gelgit nedeniyle düşündüğünüz gibi bir plaj yok. Sahildeki kum kurumadığı için biraz balçık gibi duruyor. Mart ayında dünyanın en uzun plajına gidip de denize girmemek olmazdı. Burası deniz kenarı olmasına rağmen klasik bir sahil ve plaj anlayışı yok ve denize girdikten sonra güneşlenme gibi bir olay burada pek göze çarpmıyordu. Sahil ilçesi olan Cox’s Bazar’da birçok otel mevcut ancak devletin buraya ilgisi yeteri kadar değil. Burası Myanmar'dan gelen Arakanlı Müslümanların kaldığı kamp bölgesine bir buçuk saat uzaklıkta. Gece saatlerinde hediyelik eşya satan işyerlerini gezerken Kızılay'ın kamplarda olan görevlilerine karşılaşmak bizleri çok mutlu etti. Sahile yakın kurulmuş olan çarşıda yöresel ürünler ve midyelerden yapılan hediyelik eşyalar ilgimizi çekmekti. Bengal Körfezi'nde bulunan Cox’s Bazar’da çok değişik balık türlerine rastladık. Buradaki balıkları canlı cansız,  kurutulmuş, poşet içinde çok değişik şekillerde satışa sunuyorlardı. Bu pazarlarda ilk başta biraz ağır bir koku olsa da insan daha sonra alışıyor. Cumartesi gecemizi Cox’s Bazar’da otelde geçirdikten sonra Pazar günü sabah erkenden Dakka’ya gitmek için yola çıktık. Yolculuğumuz neredeyse tüm gün sürdü diyebilirim. Dakka’ya geldikten sonra yeni Dakka’ya geçmek için 2 saatlik bir trafik yolculuğu daha yaparak sonunda Yeni Dakka’daki Türk Lokantası’na varabildik. Tabii ki Türk Lokantası'nda bizim yemeklerimizi yedikten sonra kendimize geldik.  Bursalı ve o bölgede iş yapan diğer Türk vatandaşlarımız ile oturup sohbet ettik. Bursa'dan Tuncay bey ile tavla dahi oynamak değişik bir anı oldu bizlere. Günlerdir süren Türk yemekleri özlemimi ve çay hasretimi burada gidermiş oldum.

MİSAFİRPERVER BİR HALK

Yaklaşık bir hafta kaldığım Bangladeş'te beni karşılayan Nezam Uddin Patwary kardeşime çok teşekkür ediyorum. İlk tanıştığımız günden bugüne kadar hep memleketini sorup öğrenmeye çalıştım. En sonunda kendim gidip görmek nasip oldu. Türkiye'den geldiğimi duyan arkadaşları, ailesi, akrabaları “hoş geldin” demeye geldiler. Diğer bir teşekkür ise Saifuddin Patwary kardeşime. Sağ olsun gece gündüz benimle beraberdi. Otelde bile canım sıkılmasın diye yalnız bırakmadı beni. Bir hafta boyunca beni günde 3 öğün evinde ağırlayan Abdullah Caps ailesine, bana özel Türk yemekleri pişiren ablalarımıza, eşlerini yanından aldığım için yengelerimize, Laksmipur’da yaşayan Patwory ailesine çok ama çok teşekkür ediyorum. Bana haklarını helal etsinler. Yemeklerinizden pek fazla tadamasam da, kalbinizin ve yüreğinizin sıcaklığının tadı hala damağımda. Yüreği güzel insanların memleketi Bangladeş'e selam olsun. En yakın zamanda tekrar görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın…