Bir kış masalı Doğu Ekspresi… İnsanın ömründe mutlaka yapması gereken, manzaranın tadını doya doya çıkarıp, vagonlar arasında güle oynaya dolaşacağımız güzel bir yolculuk. 

Vagonlarımızı güzelce süsleyip, nefis ziyafetler verdiğimiz, şarkılar çalıp oynadığımız 24 saatlik bir yol. Hayatımın en uzun yolculuğu olan Turistik Doğu Ekspresi’ne katılıp, ülkemizin mirasını ve bembeyaz cennetini gördük. Tur Keyfim’in düzenlemiş olduğu sezonun ilk Turistik Doğu Eksperesi turuna Aralık son haftasında katılmayı tercih ettim. Harika manzaralar, tarihi eserler, yerler, mimariler gördüm. Tertemiz havası ve beyaz cennet olan doğunun soğuğu içimize işledi. 

24 saatlik tren yolculuğunun ardından ilk durağım Türkiye'nin en büyük dördüncü ili olan Erzurum’du.

Erzurum’da soluğu, Kış Turizm’inin en gözde yerlerinden Palandöken Kayak Merkezi’nde aldım. Harika bir kayak pisine sahip. Erzurum ayaklarının altında sanki. Akşam kayağı yaptığım Palandöken’de manzaranın ve kayağın tadını çıkarıp günü sonlandırdım.

Erzurum benim için mükemmel bir şehirdi. Mimarisi, tarihi, meşhur cağ kebabı, gezilecek yerleri kısaca Doğu’nun en iyisiydi. Gezimize Üç Kümbetler’den  başladık. Üç Kümbetler, Anadolu’da bulunan anıt mezarların en güzel örnekleri arasında yer almaktadır. Üç kümbetten en büyüğünün Emir Saltuk’a ait olduğu ve 12'inci yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Diğer kümbetlerin kime ait oldukları bilinmezken bunlarında 14'üncü yüzyılda inşa edildikleri tahmin edilmektedir.  Oradan Erzurum Ulu Cami’ne geçtik. Erzurum Ulu Cami; Saltuklu Emiri Nasreddin Aslan Mehmet tarafından 1179 yılında yaptırılmıştır. Saltuklular'ın "Atabey" isminden dolayı buraya "Atabey Camisi" de denmektedir. İçi de dışı da güzeldi.

Asıl beni dış güzelliği ile etkiyelen Çifte Minareli Medrese oldu. Çifte Minareli Medrese Erzurum'un sembolü haline gelen bir Selçuklu eseridir. Genelde 13'üncü yüzyılın sonlarında yaptırıldığı kabul edilmektedir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanları'ndan Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi de denilmektedir. Minarelerde turkuaz rengiyle dikkat çeken panonun içinde Arapça "Allah" yazmaktadır. Harap halde iken Osmanlı padişahlarından 4. Murad tarafından tamir ettirilen ve bir süre "tophane" olarak kullanılan medrese, 1942-1967 yılları arasında Erzurum Müzesi, günümüzde ise hem müze hem de resim sergi salonu olarak hizmet vermektedir.

Oradan Tarihi Erzurum Evleri’nde kahve molası verdik. Erzurum evleri, öncelikle Türk evlerinin mimarisine uyan ama kendine has özellikleri olan bir ev tipi olarak ortaya çıkmıştır. İki katlı bir evin birinci katı yaşamın ana alanıdır ve birinci katında kadınların yaşadığı ve yemek pişirdiği bir tandır evine açık bir kış odası vardır. Avlu ve tandır ile yeni bir plan türü oluşturulmuş ancak bu plan dışında Erzurum’daki ev, diğer bölgelerdeki Türk evi örneğinde olduğu gibi, yerleşim alanı ve dekorasyonda benzerlik göstermektedir.

Sonrasında karşımızda ihtişamı ile Erzurum Kalesi gözüktü. Erzurum Kalesi'nin geçmişi yaklaşık 2 bin 500 yıl öncesine, bölgeye hakim olan hâkim olan Urartular'a kadar uzanmaktadır. Bugün varlığını koruyan iç kalenin ilk halini ise 415 yılında Bizans İmparatoru Theodosius inşa ettirmiştir. Caferiye Camii ve Lala Mustafa Camii’ni de gezdikten hemen sonra Erzurum'un en gösterişli yapılarından biri olan Yakutiye Medresesi’ne gittik. İlhanlı hükümdarı Sultan Olcayto döneminde Gazan Han ve Bolugan Hatun adına, Hoca Yakut Gazani tarafından 1310 yılında yaptırılmıştır. Anadolu'daki kapalı avlulu medreselerin en büyüğü olan Yakutiye Medresesi plan düzeni, dengeli mimarisi ve iri motifli süslemeleri ile Orta Asya Türkleri'nin önemli simgelerini bir araya getirmektedir

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TEMELLİRİNİN ATILDIĞI YER

Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasından sonra kongre için gelmiş olduğu Erzurum'daki bu konağa 9 Temmuz 1919 tarihinde Hüseyin Rauf Bey ve arkadaşları ile yerleşmeleri, 29 Ağustos 1919 tarihine kadar 52 gün Erzurum Kongresi çalışmalarını sürdürmeleri ile konak, tarihsel bir önem kazanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Erzurum'dan ayrılmaları üzerine ev yine vali konağı olarak kullanılmaya başlanmıştır. İçerisinde gezdiğiniz zaman yaşananları hissedebileceğiniz bir atmosfer var.  Erzurum Kongresi, Türk milletinin kurtuluş mücadelesinin dönüm noktalarından olması ve ilk kez ‘egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu’nun kabul edilmesi bakımından tarihimizde çok önemli bir yere sahiptir. Mustafa Kemal Atatürk’e, başta Kazım Karabekir olmak üzere Anadolu'daki komutan ve mülki amirlerin büyük bir çoğunluğu destek verdiği yer.

Gazeteci olarak gezebileceğim en iyi yerdi. Bir kez daha saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.

Atatürk’ün izlerini ve sevgisini en iyi görüp hissedeceğimiz yerdi Erzurum. 

Resimaltı: Türkiye Cumhuriyetinin kaderini belirleyen an tam şu an! Mustafa Kemal Paşa’ya “çok hayalperestsiniz” dediklerinden 1 ay sonra Türkiye Cumhuriyetini kurdu.

Oradan Osmanlı-Rus savaşlarının kalıntıları olan Aziziye Tabyaları’nı gezdik. Erzurum-Kars karayolunun geçtiği Hamamderesini kontrol altında tutmak için 1867-1872 yılları arasında Sultan Abdülaziz tarafından Karskapı’nın kuzeyindeki, Topdağı’nın güney ucuna konumlandırılmıştır. Güneyden kuzeye yan yana üç tane olan Aziziye Tabyaları “C” şeklini andırmaktadır.

KAHRAMANLIK SİMGESİ NENE HATUN

Nene Hatun, 93 Harbi sırasında Erzurum'da Aziziye savunmasına 20 yaşında katılan, Rus işgaline karşı Erzurum’daki halk direnişinin simgesi hâline gelmiş Türk kadın kahraman. 1955’te Türk Kadınlar Birliği tarafından Yılın Annesi seçilen Nene Hatun, Türkiye’de “Yılın Annesi” unvanı verilmiş ilk kadındır. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından verilmiş olan “3. Ordunun Nenesi” unvanını taşır. Nene Hatun, zatürre teşhisiyle tedavi gördüğü Erzurum Numune Hastanesi’nde 22 Mayıs 1955 günü 98 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi, resmi törenle Aziziye Şehitliği’ne defnedilmiştir.

Erzurum’a Çobandede Köprüsü’nden geçerek veda ettik. Erzurum benim için ayrı öneme sahipti artık. Gezdiğim, gördüğüm en önemli şehirdi. 

Oradan Kars’a doğru yol alırken önce Katerina Av Köşkü’nü görüp sonra Sarıkamış Kayak Merkezi’nde güzel bir mola vedik.

YIL 1914…YER SARIKAMIŞ…

60 bini donarak olmak üzere 78 bin şehit vermiştik. 1914 yılının 15-22 Aralık tarihleri arasında, Sarıkamış yakınındaki Allahuekber dağlarında, Kars’ı Ruslardan geri almak için harekata katılan 60 bin asker donarak öldü.

Başkumandan vekili Enver Paşa büyük bir güçle, Rusları hiç beklemedikleri bir yerden, Allahüekber dağlarından aşarak vurmayı ve Kars‘ı yeniden vatan topraklarına katmayı hedeflemişti. Allahuekber dağlarının yer yer 2-3 bin rakımlı geçitlerinde ısı sıfırın altında 30 dereceye kadar düşüyordu. Türk askerlerinin büyük bölümü ise çölden gelmişti ve üzerlerinde yazlık üniformalar vardı. 1914’te, Doğu illerini kurtarmak için Ruslara taarruz edilmesi kararı alınınca, harekatın hedefi Sarıkamış olarak belirlendi. 22 Aralık 1914’te başlayan harekatın ilk iki gününde hedeflere ulaşıldı. Enver Paşa komutasındaki Türk ordusu, 25 Aralık günü Soğanlı Dağları üzerinden taarruza geçti. Fakat, geçit vermeyen karlı dağları aşmaya çalışan binlerce Türk Askeri soğuğa yenik düşerek şehit oldu.

Biz o kadar kalın kıyafetlerimizle, şehitliği ziyaret ederken o soğukta 5 dakika zor durabildik. Bu halimizle 5 dakika bile zor dayanırken, Sarıkamış Şehitlerimizin çektiklerini bir an hissedip göz yaşlarımıza hâkim olamadık. Ruhları şad olsun.

Kars'ın Anı Defteri: Ani Harabeleri 

Kars’ı kültür turizminin çekim merkezi haline getiren, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan, bir zamanların zengin ve ihtişamlı kenti Ani’den kalan Ani Harabeleri. Anadolu’nun  Kafkaslar’dan Orta Asya’ya açılan kapısında Ermeni, Gürcü, Selçuklu ve Bizans kültürlerinin buluşturur. Bizans tarafından ele geçirilen Ani,  1064 yılında Selçuklular tarafından fethedilir fakat kısa bir süre sonra yeniden el değiştirir. Uzun yıllar Şeddadi Kürt beyliğinin hüküm sürdüğü Ani, 1190 yılında Zakare isimli Gürcü beyinin himayesinde yeniden farklı Hristiyan beyliklerinin himayesi altına girer. Timur tarafından talan edildikten sonra Osmanlı tarafından bir kez daha Türk topraklarına dahil edilen kadim kent Cumhuriyet’le birlikte sınırlarımız içinde kalmış olur.  Coğrafi konumu ve dönemindeki ekonomik ve politik gücü sayesinde stratejik bir konuma sahip Ani Harabeleri Türkiye’nin Ermenistan sınırında bulunmaktadır.

Sınır olan nehir ve mağaraları, ilk çağdan kalma sınıf ayrımları, mimari yapısı, konumu beni büyüledi. Meşhur Şahmeran hikayesinin yaşandığı yer buradaki mağarada olduğu rivayet edilir. Bağırdığınız zaman kanyonlardan dolayı sesiniz yankı yapar.

ANADOLU’NUN İLK TÜRK CAMİİ: EBUL MANUCEHR

Ani’nin kozmopolit bir metropol olduğunun önemli simgelerinden biri, Selçuklu mimarisinin ilk örnekleri arasında gösterilen Ebul Manucehr Camii. Tüf taşından yapısı ve  yıldız motifli işçiliği ile bugün dahi görenleri büyülemektedir. Anadolu Selçuklularının kenti fethetmesinin ardından 1072 yılında,  Ebu’l Menucehr Bey tarafından yaptırılan cami,  Anadolu’da Türkler tarafından inşa edilen ilk cami olma özelliğine sahip. Katedraller, şapeller, kiliselerle dolu Ani Kentinin, Arpaçay vadisine bakan  tarafına inşa edilen cami, bir kısmı yıkılmış olsa da  99 basamaklı minaresi ve iki katlı dikdörtgen temel üzerine kurulu yapısıyla günümüze kadar ulaşabilmiştir.  

BUZ TUTAN ÇILDIR  SOĞUKTAN ÇILDIRTIR 

Çıldır Gölü kışın donmaktadır. Çıldır Gölü, Ardahan ve Kars il sınırları içerisinde kalan göl, 123 km2 alanı ile Doğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük tatlı su ve en büyük ikinci göldür. Gölde yakalanan en önemli balık türü Sazan. Atlı kızak yapılabilen ve bununla ünlenen Çıldır gölünde kızak yaptık. Yer gök bembeyazdı. Bu atlı kıcak yaptığımız gölün üstündeki anı fotoğraflarla ölümsüzleştirdik.

KAFKAS ŞEHRİ KARS

Kars, geçmişte Bagratlı Krallığı'nave Cenub-u Garbi Kafkas Hükûmeti'ne (Güneybatı Kafkasya Cumhuriyeti) başkentlik yapmış bir sınır şehridir. Bu özelliği ile Türkiye'de herhangi bir ülkeye başkentlik yapmış ender şehirlerden birisidir. 

Rus mimarisini fazlaca göreceğimiz, peyniri ile meşhur Kars. Yöresel yemeklerini mutlaka yemelisiniz. Taş köfte benim için favoriydi ama hengel hayal kırıklığı oldu. Türkiye’nin en çok camisinin olduğu il olabilir bence. Adım bayı cami vardı. En güzeli Fethiye Camii.

Aleksandr Nevski Kilisesi'nin Ermeni Soykırımı'ndan sonraki hâli

Aleksandr Nevski Kilisesi veya Kazak Kilisesi, 1885 senesinde inşa edilmiş ve Kars'daki Yeni Mahalle'de yer almış olan eski tarihî Hristiyan kilisesi. Kilise bölgenin en eski yapımlarındandır fakat 1915 Ermeni Soykırımı'ndan sonra boş kaldı. 1921 Türk-Ermeni Cephesi'nden sonra bazı kamu kurumları tarafından bir süre kullanıldıktan sonra, kilise Fethiye Camii'ne çevrilmiştir. Görüntüsü kendine hayran bırakır. Kars Kalesi’ni kış ın yerler buz olduğu için uzaktan görebildik ama Kars’ın simgelerinden biri, uzaktan görmek bile yetiyordu. 

Ünlü Kafkas eğlencesi gecesine katılmadan Kars gecemizi sonlandıramazdık…

Şovları, dansları harikaydı. Aşıklar atışması bizi iyi güldürdü. Dans ekibi şovları bizi büyüledi.

Kars’taki son durağımız Kanlı Tabya 

Çok çetin ve kanlı çarpışmalara sahne olduğu için 'Kanlı Tabya' olarak anılan tabya, 18. yüzyılın başlarında Osmanlı Devletince doğu sınırlarını korumak için inşa edilen "Büyük Tabya"ya 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında 5 Temmuz 1828'de Rus General Paskeviç komutasındaki 5 tugaydan oluşan 14 bin kişilik Rus kuvvetleri, 70 top ve 20 bin mermilik mühimmatla gece baskını yaptı.Düşman kuvvetleri ile göğüs göğüse çarpışan tabyadaki bir taburdan oluşan 300 askerin şehit edildi. O geceden sonra ‘Kanlı Tabya’ olarak anılmaya başlanan tabya, kahraman mehmetçiklerin anılarına saygı için müzeye dönüştürüldü. Askerlerin revir, ameliyathane ve mutfak bölümlerinin aslına uygun olarak düzenlediği müzede, yaralı, ameliyat edilen askerleri temsil eden modeller ve aralarında koğuşların da olduğu ortamlar, görsel efektler, interaktif kurgular ve ses efektleriylle güçlü bir duygusal atmosfer oluşturuyor.

1800 yıllık İznik Roma Tiyatrosu turizme kazandırıldı 1800 yıllık İznik Roma Tiyatrosu turizme kazandırıldı

AĞRI’NIN GÖZDESİ İSHAK PAŞA SARAYI

Doğubayazıt’a 8 km mesafede, ovaya hâkim dik bir tepe üzerinde bir masal dünyasından fırlamışçasına, tüm heybetiyle görenleri kendine hayran bırakan İshak Paşa Sarayı, içine girdiğim andan itibaren büyüleyici atmosferi ve efsaneleri ile bütün ruhumu sarıp sarmalıyor. Sarayın yapımına 1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi Paşa tarafından başlanılmış, aynı soydan gelen Küçük İshak Paşa zamanında 1784’te (99 yılda) tamamlanmıştır. Saray, kitabesinden anlaşıldığı üzere 1784 yılında Çıldıroğulları'ndan II. İshak Paşa döneminde yaptırılmış. Osmanlı mimarisinin, Anadolu’da günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olarak kabul ediliyor. Sarayın 116 odası var. Saray öylesine büyük ki, içinde barındırdığı cami, divan odası, fırın, mutfak, ahırları ve hamamıyla sanki küçük bir şehir... Topkapı sarayına benzetenler de var. Konumu, görkemli mimarisi, anıtsal tak kapıları, taşa hayat veren motifleriyle tam bir sanat abidesi. Sarayın dikkat çekici özelliklerinden biri de saraydaki ısıtma yöntemi. Şöyle ki; ocaklarda ısıtılan sıcak suyun, toprak künkler vasıtasıyla yapı içerisinde dolaştırılmasıyla bir nevi kalorifer sistemi oluşturularak iç mekânların ısıtılması sağlanmış. Özellikle bölgenin iklim koşulları da göze alındığında, o dönem itibarıyla ne kadar ileri bir ısıtma sistemi olduğu bugün hâlâ şaşkınlık ve hayranlıkla karşılanıyor.

DOĞUNUN PARİS’İ VAN!

Doğubayazıt’ta yemek molası sonrası neredeyse aradığınız her şeyi bulabileceğiniz ünlü Doğubayazıt çarşısında alışveriş yapmadan Ağrı’dan gidemezdik. Alışveriş sonrası bölgenin en büyük volkanik dağlarından biri olan Tendürek Dağı üzerinden Muradiye Şelalesine geçtik.

Şelale neredeyse buz tutmuştu. Van’a 4 ay arayla ikinci gelişim oldu. 

Yazını da kışını da görmüş oldum. Dört mevsim ayrı güzelliğe sahiptir Van. En beğendiğim beldesi Edremit.

Van Rus ve Avrupu Pazarı’nı gezerek güne başladık.

Ordan Türkiye’ye örnek müzelerden biri olan Van Müzesi’ni gezdik. Oradan Van Tuşpa Kalesi’ne çıkıp Van Gölü’nü seyrettik. Rivayette oradaki çeşmeden su içen bir kez daha geliyormuş… Üçüncüye gidersem bu rivayet doğru demektir.

Gitmişken Van kedilerini sevmeden olmazdı. Van kedisi, adını Van Gölü bölgesine dayanan köklerinden alan, iyi bir yüzücü olan, gözleri mavi veya yeşil rengi ya da biri mavi diğeri yeşil olabilen bir kedi ırkı. Soğuk mevsimde yaşamaya alışkınlar ve çok tatlılar. Rivayete göre gölde yüzdüklerinden beyazlarmış (inanmayın!).

BİR EFSANE DE AKDAMAR'DA

Anadolu'nun Orta Asya'ya kavuştuğu kadim coğrafyanın değeri bilinmemiş hükümdarıdır Şehr-i Van...

Bu duyduğumuz mütevazi kentin hikayesidir. Şarkın keşfedilmemiş harikalarının adresidir.

Kır yeşili,kar beyazı,su mavisi,toprak sarısı...Doğa binbir dilde söyler burada şarkısını.Yörenin en çetin dağlarının arasında göğün rengini çalan bir dev kurulmuş yatar usulca...

İhtişamına çılgın efsaneler yazılmış;bir de içine devasa canavarlar katılmış.

Huzura adanmış turkuazının arasında dört ada salınır yeni geln endamıyla.En blineni gücünü efsanesinden almış;yıllar yılı Akdamar diye anılmış.

Ve anlatanlar burada biraz geçmişe dalmış. Bu anlattığımız bir masal; efsaneleri tükenmez. Bir efsane de Akdamar'a yazılmış.

''Zamanında adada yaşayan Ermeni Başkeşişin Tamara adında güzeller güzeli bir kızı vardır.Adanın karşı kıyısındaki köyde cengaver bir çoban bu kıza aşıktır. Aşkından aldığı güçle çoban, Tamara'yı görmek için her gece adaya yüzer;genç kız da elinde fenerle çobana yerini belli edermiş.Bir gün kızın babası bu olayı fark eder ve çobana oyun oynamaya karar vermiş.Fırtınaya esir olmuş bir gecede elinde fenerle adada sürekli yer değiştirmiş.Zavallı çobana sevdiği kıza ulaşmak için coşkun dalgaların arasında ordan oraya yüzerken boğularak ölmüş.Boğulmadan önceki son sözü 'Ah!!Tamar' olmuş.Bunun üzerine kız da kendini göle bırakmış ve aşıkların dünyada kavuşturamadıkları hayatları aynı mavilikte son bulmuş.O günden sonra ada Ahtamar olarak anılmış.Zamanla değişerek günümüze Akdamar olarak gelmiş.''

Ah Tamara ah… Ne güzellik bu böyle!

Kışın üstüne attığı beyaz yorgandan kaplar. Baharda nazlı çiçeklere bürünen badem ağaçları ve tavşan sürülerini göreceğimiz adaya hayran kaldım bir kez daha.

Yazını da kışını da gördüm Tamara şimdilik elveda…

SİZ DEYİN VAN GÖLÜ BEN DEYİM VAN DENİZİ

Van Gölü, Bitlis ili sınırları içerisinde bulunan Nemrut volkanik dağının patlaması sonucu, bölgedeki tektonik çöküntü alanının önünün kapanmasıyla oluşmuş bir volkanik set gölüdür. Çok sayıda koyu bulunan Van Gölü'nün yüzölçümü 3.713 km2'dir. Van Gölü hem tatlı su hem de deniz ekosistemlerinden farklı bir sucul ekosistemdir. Suları tuzlu ve sodalıdır.

Ülkemizin en büyük gölü olma özelliğine sahiptir.  

Van Gölü'nün batı yakası Tatvan son gecemizi burada geçirdik. Kaldığımız Taşar Royal Otel’de göl manzarası olmayan oda yoktur. Hele sabah kar ve göl manzarası adeta ruhu aydınlatıyor.

Van Gölü Ekspresi ile bu rüya dolu yolculuk sona erdi. Hiç bitmesin dediğimiz yolculuktu. O manzaradan bin an olsun ayrılmak istemezsiniz. Tren yolculuğu uzun sürse de kesinlikle gidilmesi gereken bir yolculuk derim. Hafızanıza kazınacak güzelliklerin sizi beklediği yerler.

Doğu’nun yemekleri, misafirperverlikleri, insanları, gezilecek yerleri hepsi muhteşemdi. 8 gün gezsem de yazılarıma sığdıramayacağım anılar ve güzelliklerle dolu. Tur Keyfim’e bu güzel tur için çok teşekkür ederim. Bu yolculukta en büyük teşekkürü rehberlerimiz Murat, Kerem, Mahmut ve özellikle gezdiğimiz yerleri anlamamızda en büyük katkısı olan son derece bilgili, bizlere güzel, akıcı anlatımıyla aydınlatan Taner’e ayrıca çok teşekkür ediyorum. 

Bu tur sayenizde hem eğlenceli hem bilgili hem de çok güzel oldu.

Karlar ülkesi çok güzeldi Doğu Ekspresi!