Muhterem Müslümanlar!

Varlık âleminin en nadide üyesi, vahye muhatap olan insanoğludur. Yeryüzünün en şerefli varlığı olmak, nimetin yanı sıra imtihanı da beraberinde getirir. İnsan kimi zaman korkuyla, açlıkla, canıyla ve evladıyla, kimi zaman da varlıkla, servetle, makam ve mevki ile imtihan olur. En büyük imtihanlardan birisi de insanın nefsiyle mücadelesidir. Nefis; kulun içindeki olumsuz duyguların, meşru olmayan isteklerin, kötü huy ve fiillerin kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un dilinden nefsin bu özelliği şöyle anlatılır: “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”1

Kıymetli Müminler!

Cenâb-ı Hak insanı en güzel şekilde yaratmış, onu selim bir akıl, sağlam bir irade ve engin bir gönül ile donatmıştır. Doğruyu yanlıştan ayırt etmesi için ona Kur’an’ı ve peygamberlerin örnekliğini bahşetmiştir. Verdiği nimetleri gereği gibi kullanmasını ve nefsinin sınır tanımayan istekleriyle mücadele etmesini emretmiştir.

Tercihlerini doğrudan yana yapan, iradesine sahip olan, nefsine dur diyebilen, günahlarından arınıp kendini ıslah eden kişi, kurtuluşa erer. Nefsinin isteklerine boyun eğen, hevâsının esiri olan, aklını kullanarak arzularını kontrol edemeyen ise hüsrana uğrar. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bu hususu bizlere şöyle hatırlatmaktadır: “Nefse ve onu şekillendirip düzenleyene; ona kötü ve iyi olma kabiliyeti verene yemin olsun ki, nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyana uğramıştır.”2

Lanet değil terbiye gerek

 Değerli Müslümanlar! Nefis, iyiyle kötünün mücadele alanıdır. İnsanlık tarihi, nefsine uyup kendini ve yaşadığı toplumu felakete sürükleyen nice örneklerle doludur. Hz. Âdem’in çocuklarından biri olan Kâbil, hırsına, hasedine yani nefsine uymuş ve kardeşi Hâbil’i öldürmüştür.

Hz. Yakub’un oğulları, nefislerinin esiri olmuş, kıskançlıkları yüzünden kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya atmıştır. Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar, Ebu Cehiller hep nefislerinin peşinden koşmuş, vahyin rehberliğine sırtlarını dönmüş, kimi tahtına, kimi gücüne, kimi servetine, kimi de benliğine güvenmiş, hem dünyada zelil hem de ahirette azaba düçar olmuşlardır. Kıymetli Müslümanlar!

Mümin için asıl olan, nefsini lanetlemesi değil, onu terbiye etmesi ve güzel huylarla donatmasıdır.

Allah’ın çizdiği sınırlara, ahlâka ve vicdana aykırı olan her türlü isteğine karşı, nefsini kontrol altında tutmasıdır. İyiliğin ve iyilerin tarafında, kötülüğün ve kötülerin karşısında yer almasıdır.

Aziz Müminler!

Resûl-i Ekrem (s.a.s), bir hadislerinde şöyle buyurur: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Zavallı kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.”3 O halde, geçici dünyanın aldatıcı renklerine heves eden nefsimizin peşine düşmeyelim. Aklımızı, irademizi, sabrımızı daima canlı tutalım. Hayatın bir imtihan olduğunu, ölümün ve hesabın ansızın gelebileceğini hafızamızda canlı tutalım. Yüce Rabbimizin gizli-açık her halimizi gördüğü şuuruyla yaşayalım. Böylelikle küfrün karanlığından uzak, günahın yükünden arınmış, huzurlu ve kâmil bir mümin olalım. Hutbemi Sevgili Peygamberimizin şu duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Nefsime takvayı ver. Nefsimi arındır; onu en iyi arındıracak olan sensin. Onu koruyan da onun sahibi de sensin. Allah’ım! Faydasız ilimden, huşu duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”4 (1 Yûsuf, 12/53. 2 Şems, 91/7-10. 3 Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31. 4 Müslim, Zikir ve dua ve tevbe ve istiğfar, 73)

 Evliya ve duasıyla yeşil bursa

 Çelebi Mehmed ve II. Murad zamanında ise Yeşil Camii ve Yeşil Türbe gibi şehrin sembolü olan eserlerin planıyla döneme damgasını vuran bir isim vardı: Hacı İvaz Paşa. Bazı araştırmacıların iddia ettiği gibi Hacivat karakteri ile aynı kişi miydi bilinmez; ama türbesinin bulunduğu mevki ismiyle anılır oldu.

 Somuncu Baba ise Duaçınarı’na bıraktı mirasını… Hacı Bayram’ın hocası olan Somuncu Baba, Bursa’da bir ümmi gibi hareket edip ilminin varlığını söylemedi kimseye.

Bir fırın yaptırıp geçimini bu yolla sağladığı için halk Somuncu Baba dedi ona. Öyle ki, Ulu Cami taşlarla yükselirken işçilere can kuvvetini o somunlar sağladı.

Ulu Cami sadece o mukaddem taşlarla değil, o bereketli somunlarla da duruyor ayakta dense yeridir.

Son taş da konduğunda camiye, gerçek bina temeli olan açılış hutbesi okunmak lazım geldiğinde Sultan Yıldırım Bayezid Han, damadı Emir Sultan’a verdi bu görevi. O ise “Sultanım! Zamanın büyük âlimi burada iken bizim hutbe okumamız mümkün değildir. Bu camii-i şerifin açılış hutbesini okumaya layık zat şu kimsedir.” diyerek Somuncu Baba’yı gösterdi.

Minbere çıkan Somuncu Baba öyle bir Fatiha tefsiri yaptı ki, dönemin âlimlerinden Molla Fenârî Hazretleri: "Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha Sûresi’nin tefsîrindeki müşkilimizi kerâmet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsîr, âdil bir şâhiddir.

Fâtiha'nın ilk tefsîrini cemâatin hepsi anladı. İkinci tefsîrini bir kısmı anladı, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi.

Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi." demekten kendini alamadı. Cumâ namazından sonra Ulu Câmi’nin üç kapısından çıkan herkes; "Ben Somuncu Baba'nın elini öpmekle şereflendim." diyordu…

Somuncu Baba şöhretin afet olduğunu bilerek şehirden giderken Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması için ricâlarda bulunsa da kabul ettiremedi. Sonunda, Bursalılara duâ etmesini istedi. Somuncu Baba, bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek, feyizli, bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti. İşte Bursa'da bu çınarın bulunduğu bölgeye "Duâ Çınarı" denildi.

Bu dua ise hep hissedildi, kutlu bir miras kaldı…

Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı ve büyük velî olan Molla Fenârî, Somuncu Baba'dan aldı ilim ve feyzi.

Teveccüh ve duayı…

Yazdığı tefsîrlerinde bu ince mârifetleribeyân etti hece hece. Birbirinden kıymetli olan eserler kaleme aldı.

Bir cilt büyüklüğündeki Fâtihatefsîri (Ayn-ül-A'yân), özellikle bu ince bilgilerle doludur. (Devam edecek)

 

BİR SORU BİR CEVAP

 Alkol ve diğer haram ürünlerin satıldığı bir iş yerinde çalışmak caiz midir?

Dinimizde yasak olan şeyleri yapmak günah/haram olduğu gibi, böyle şeylerin yapılmasına rıza göstermek ve yardımcı olmak da günah/haramdır. Hz. Peygamber, haram bir maddeyi kullanan ile birlikte onu imal eden, taşıyan, aracılığını ve sunumunu yapan kişilerin de aynı günaha girdiğini bildirmiştir (Bkz. EbûDâvûd, Eşribe 2; İbnMâce, Eşribe 6). Bu itibarla, bir kimsenin helalinden kazanma konusunda alternatif imkanları bulunduğu sürece dinen yasaklanan şeylerin yapıldığı iş yerlerinde çalışması caiz olmaz. Ancak bütün çabalarına rağmen geçimini sağlayacak başka iş bulamadığı durumlarda zaruret sebebiyle bu tür iş yerlerinde çalışabilir. Zaruret durumu ortadan kalkması yani yapılması helal olan uygun bir iş veya iş yeri bulması halinde ise bu eski iş yerini terk etmesi gerekir. (https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/1022/alkol-ve-diger-haram-urunlerin-satildigi-bir-is-yerinde-calismak-caiz-midir-)

 Günün Ayeti

 O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka. (Şu’arâ, 26/88-89)

Günün Hadisi

Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim. (Al-Bukhari, "Edeb", 28; Muslim," Birr", 140, 141)

Günün Duası

Rûhumun senden ilâhî, şudur ancak emeli: Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli; Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli. Ebedî yurdumun ... (Mehmet Akif ERSOY)