Neriman KESKİN

Tokat/Niksar'ın geçmişi milattan önce 3 binli yıllara dayanıyor. Malazgirt Zaferi'nden sonra Anadolu'daki Türk beyliklerinden Danişmendlilere başkentlik yapan Niksar, kültürel zenginliğinin yanı sıra doğal güzelliğe de ev sahipliği yapıyor.

Anadolu'da tıp eğitimi verilen ilk medreseler ve pek çok tarihi yapının kadim yerleşimlerinden biri olma özelliğine sahip tarihi yapılarıyla dikkat çeken Niksar Danişmendli Beyliği'nin kurucusu Melik Danişmend Gümüştekin Ahmet Gazi'nin fethettiği ve başkent seçtiği ve o dönemde ilim ve kültür merkezine dönüştürdüğü ilçe Türk gelenek göreneklerini günümüzde de yaşatmaya devam ediyor.

Keşfedilmeyi bekleyen bir çok özelliği olan yerleşim yeri; Canik Dağları'nı arkasında bırakarak Kelkit ırmağının geçtiği vadi boyunca uzanan; Tarih, tabiat ve kültür ve turizmle kucaklaşan bir kent. Kalesi, camiisi ve medreseleri, türbeleri ve tarihi köprüleri ve geleneksel mimarisi ile dikkat çeken evleri, doğanın yeşiliyle iç içe yaylaları doğallığı ve samimiyeti olduğu gibi yansıtıyor.

Gelenek görenekleriyle, şirinliğiyle, yöre halkının içtenliğiyle birçok türküye de konu olmuştur. Orta Karadeniz iklimini yaşayan Niksar bereketli hasatıda beraberinde getiriyor. Tarım arazisi olarak elverişli bir toprağa sahip ovası yılda birden fazla ürün vermektedir. Sebze ve meyve bolluğu içinde bulunan İlçenin kasaba ve köyleri o bolluğun artmasında büyük rol OYNUYOR.

O KASABALARDAN BİRİ DE GÖKÇELİ (LADİK)

 Nasıl ki tarihte Niksar ilim ve kültür başkenti olarak seçilmişse, yaprağın ve bağcılığın başkenti olarak ta Gökçeli gösteriliyor. Erbaa ve Niksar'a 30 km uzaklıkta, sağı solu bağlarla çevrili sevimli bir kasaba. Tarım da etli toprak yani en verimli toprak olarak bilinen kasaba geniş dönümlere yayılan tütün, şeker pancarı, buğday, sebze ve meyve çeşitlerini besliyordu.

Şeker ve tütün fabrikalarının kapanmasıyla yöre halkı binlerce dönüm ektikleri tütüne pancara veda etti. Tamamen bağcılık ve hayvancılığa yöneldi. Hayvanlarını çam ağaçlarının arasında oksijeni bol havada, dağ kekikleri yedirerek yaylada yetiştiriyorlar. Tütün ve pancar tarlalarını bağa dönüştürerek var olan bağlarını daha da genişletip büyüttüler.

Genel olarak geçimini üzüm ve yapraktan sağlayan Gökçeli, bağcılığa özen gösteriyor. Büyük emek isteyen bağcılık; budaması, toprağı havalandırmak için bellenip kazılması, ilaçlanması derken, en ince ayrıntısına kadar bakımı sağlanıyor.

TEK TEK EMEK İSTER

Yapımı zor olan ve dayanıklılığının sürdürebilmesi için yaprakta salamura ile uğraşıyorlar. Yaprak sezonunda 4-5 kez  bağdan toplanan yapraklar tek tek desteleniyor, büyük varillere yerleştirilerek kalın tuz ve kaynamış su ile haşlanıyor. İki gün derin varillerde kalan yapraklar istenilen normlarda kalitesini ve sarılığını alıyor. Varilden çıkartılan yapraklar süzülmeye bırakılıyor desteler bozulmadan yaprakların köklerine birer avuç kalın tuz koyup katlanıyor.

Yaprak için üretilen özel naylon çuvallara ve 5'er kiloluk bidonlara hava almayacak şekilde sıkıca basılıyor. Güneş ve hava almadığı sürece dayanıklılığını uzun süre koruyor. İl dışına çıkan yapraklar market ve pazarlarda yerini alıyor.

Tokat'ta bat ve etli dolma sararak, Türkiye genelinde ise bilinen zeytin yağlı sarma olarak tüketilen yaprağı sarmak meşakkatli olsa da sanırım kalem gibi sarılan sarmalara hiç kimse hayır diyemez.

Asma yaprağı lezzetli olmasının yanında uzun yıllardır şifa amacıyla kullanılan vitamin ve mineraller açısından sağlığa oldukça faydalı bir bitkidir.

 Asma yaprakları A, B6, C, K vitaminleri bakımından oldukça zengindir. Ayrıca demir, kalsiyum, bakır, lif folat, manganez ve magnezyum içerir.

Bakımı zor olan bağların havasından, suyundan, toprağından olsa gerek, damarsız incecik yaprağı gibi üzümleri de tat ve koku olarak farklı bir aromaya sahiptir.

Beyaz, kırmızı, siyah çekirdekli üzümler market ve pazarlarda yerini alırken şarap yapımında en çok tercih edilen türdendir. Kasaba halkından olan tüccarlar yaprakları büyük şehirlerde pazarlarken, üzüm zamanı şarap fabrikaları kasabanın kapısını çalıyor üzümlere her yıl talip oluyorlar.

Bağ bozumunda geriye kalan üzümler pekmez yapılarak değerlendiriliyor, en az yaprak ve üzüm kadar meşhur pekmez elde ediliyor. Sıvı olarak bilinen pekmezlerden farkı ise tereyağı  ve yumuşak peynir kıvamında sarı renkte Zile pekmezi adı verilen görüntüde pazarlanıyor ve sofralarda o şekilde yerini koruyor.

KATMERİNDEN GİLİĞİNE

Yolu düşen herkesi saran sevgiyle kucaklayan Tokat'a geldiğinizde etli yaprak dolmasından, katmerinden çöreğinden leylek giliğinden batından çeşit çeşit marmelatlarından pekmezlerinden keşkeğinden kebabından yemeden, başınıza takmıyorsanız da boynunuza takabileceğiniz el baskısı yazmalarından, sofra bezlerinden almadan, en önemlisi sıcak kanlı insanları ile sohbet etmeden dönmeyin dilerim.

Gökçeli’nin keşfedilmeyi bekleyen özelliğinden bir tanesi de fotoğrafta görünen kanyon, Kapadokya'yı andıran görüntüsüyle "Dilim Kayalar."

Gün ağarmadan tütün tarlalarına giden, tütün kırarken, tütün dizerken, kış aylarında tütünlerini balya yaparken, olgunlaşan üzümleri keserken, bir misafir geldiğinde çay içerken anlatılan yıllarca kulaktan kulağa, dilden dile sürdürülen efsane Gökçeli Kasabasında bu kayalıkta geçiyor.

Efsaneye göre köyde güzelliği dilden dile dolaşan bir kız yaşarmış. Gözleri ceylanlardan daha güzel, saçları sırma sarısı, boyu selvi kavaklarını kıskandıracak cinstenmiş. Bütün erkekler ona hayran ona vurgunmuş.

Etraftaki köylerde, kasabalarda, şehirlerde güzelliği dilden dile dolaşır olmuş. Delikanlılar onu görmeden onun güzelliğine aşık olmuştur. Dağları delmek için kaç Ferhat sıraya geçmiş Elbette onunda düşlerinde güzel bir hayat, güzel bir gelecek ve atlı prensi varmış. Oda hep o atlı prensin yolunu bekler olmuş.

Bu efsane; ne Leyla'nın, ne Şirin'in, nede Aslı'nınkine benzemektedir. Onun bu güzelliği onunda kaderini belirlemiş. Herkesin aşık olduğu bu kız babası ile beraber yaşarmış. Efsane bu ya; kızın bu güzelliğine babası da aşık olmuş. Onu başkalarına vermemek ve kızından ayrı kalmamak için, Onunla evlenmek istediğini söylemiş. Güzelliğin felakete, hüzne, çıkmaza düştüğü an işte bu an olmuş. Kızın tüm düşleri, tüm hayalleri kabusa dönüşmüş. Hayatın tüm güzellikleri yerini mateme bırakmış, dağlardaki yeşil yapraklar yazı görmeden hazana durmuş. Derelerden akan suların sesi, ağıt çalan çoban kavallarının melodisini andırır olmuş.

Her şeyden soğuyan kız, içten içe solmaya başlamış. Babası ile evlenme düşüncesi onu tüketmiş. Ne Hak katında nede halk katında makul olmayan bu evlilik teklifi onu bir çare aramaya yöneltmiş. Babası her geçen gün kızını sıkıştırır. Ateşe atılan dişi kurt gibi ateş çemberi daralmaya başlar. Babasının nefesini hep ensesinde hisseder olmuş. Ve bir gün, gün batımında kararını vermiş. Köyün kenarında bulunan kayalıkların olduğu bölgeye gitmiş. Bütün doğayı süzmüş, kuşların eve dönüşünü kuracağı yuvasını hatırlatmış. Yaprakların rüzgarda salınışını, insanların kaypaklığını düşündürmüş. Güneşin bulutların arkasına çekilmesi ona ölümü hatırlatmış.

İlk kez güzel olduğuna sıradan bir kız olmadığına üzülmüş. Boşluk kızın çaresizliğini fırsat bilerek bütün benliğini kuşatmış. Karanlıklar esir almış güzelliğini. Güneşin battığı kızıl boşluğa bırakmış gözlerini. Ölüm, çağırmış bütün sessizliği ile onu kendine. Yalçın bir kayanın zirvesine çıkmış ölümün boşluğuna bırakmış kendini. Ve bir beddua etmiş ölüm atlayışından önce; Beni buradan atlamak zorunda bırakan babamla beraber bu kayalar dilim dilim olsun; Ve o sonsuzluğun yolunu tutarken o dağdaki kayalar dilim dilim parçalanmış. O gün bu gündür, bu kayalara Dilim kayaları olarak adlandırılmış.

Çocukluğumuzda Akpınar yaylasına çıkarken dilim kayalara doğru gücümüz yettiği kadar bağırırdık, o güzeller güzeli kızın bizi duymasını orada yalnız olmadığını hissetmesini isterdik ve bizi duyduğuna inanırdık.

Kestane keyfiniz yeni yılda zehir olmasın Kestane keyfiniz yeni yılda zehir olmasın

LEHÇELERİ DE DİLLERİ DE SAMİMİDİR

Biraz da yöre insanından bahsedeyim... Tarihsel, toplumsal, bölgesel ve kültürel nedenleriyle seslenen kendilerine has lehçeleriyle büyük farklılık gösteriyor. Kimi zaman kaba gibi algılansa da çoğunlukla içten doğal olarak karşılanıyor. Yapı ve karakter olarak ta insanları lehçeleri gibi samimi, güler yüzlü, cömert, gayet doğal görünüyor ve öyle benimseniyorlar.

 O kadar içten öylesine doğallar ki, kasabalarına gelen yabancılara kendilerinden biriymiş gibi yaklaşıyor hatta daha fazla özen gösterip koruyup kollamaya gayret ediyorlar. Yedi kat yabancıya evlerini açan sofralar kuran rahat edebilmesi için ellerinden geleni yapan bir kültürle özdeşmişler. Bastonu elinde yürüyen bir ninenin dedenin aldığı o örf adeti beşikte ki bebekte dahi görebilir hissedebilirsiniz.

Kasabaya görevini yapmak için gelen memurlar oradan güzel anılarla hüzünlenerek ayrılıyor kimileri ise orada emekli olup kalabiliyor. İnsanları ayrı görüşlerde ayrı fikirlerde olsa bile bayramda, düğünde, cenazede, çalışmada birleşerek birbirlerine koşup yardımlaşarak birlik ve beraberliğini sürdürebiliyorlar. Bütünlüğü koruyabilmek için hep bir nedenleri var. Bu özellikleri de dışarıdan gelen insanlara olduğu gibi geçebiliyor, onlarda bu samimiyetten paylarını alıyorlar.

Kasaba kadınları kendi oyaladıkları yemenileri takarak, basma etek şalvarlarını giyerek öğrendikleri kültürle yaşıyorlar. Ekmeklerini taş fırında yapıyor, her bayram çöreklerini cevizle, haşhaşla, çörek otuyla buluşturuyorlar. Yazın hazırladıklarını kış günlerine emanet ediyor, gurbette ki çocuklarına, eş dost akrabalarına da paylaştırabiliyorlar.

Her insanın bir tarafı köye dayanmalı, köy yaşamının kırıntılarını illa taşımalı. Toprağın ne denli kıymetli olduğunu, doğanın insana sunduklarını, yeşilin insana kattığı o güzel dünyayı fark etmeli. Gökçeli de doğup büyüyen biri olarak kasabamla, yetişme tarzımla, gelenek göreneklerimizle, örf ve adetlerimizle hep gurur duydum. Denizimiz yok belki ama soğuk pınarlarımız var.

Martı sesleri yok ama diğer kuş seslerine eşlik eden bıcır bıcır konuşan candan insanlarımız var. Dağlarımız ovalarımız yaylalarımız ormanlarımız, akan derelerin rengarenk açan çiçeklerin, insana bahşedilmiş türlü çeşit yiyeceklerin, kısaca yaşayan ayaklı cennetin tablosu diyebilirim.

Üzülerek, hayıflanarak, kaygılanarak hatta sitem ederek şunu söylemeliyim ki, bütün bu doğa güzelliklerini yok edecek maden arama vızırtısı-cızırtısı, doğaya, tüm canlılara, hatta insan yaşamına ve haklarına saygısızlık yapıyor.  Bu saçmalığa bir son verin diyenlerin, dur demek için çırpınanların sesine kulak vermeyenlere duymayanlara görmeyenlere acıyorum, kınıyorum, madende kazandıklarınızla (!) paralanın diliyorum.

GELECEĞE VE GÖKÇELİ'YE SELAM OLSUN

Kainatın döngüsünü, yaşamın ekosistemini, doğanın canını tehdit edip öldürdüğünüz siyanür size de nefes alacağınız bir hava, doyabileceğiniz bir yaşam, dönüp gideceğiniz yer ve yatacak bir toprak bırakmayacak. Kazandıklarınız bu saydıklarımın hiçbirini geri almaya yetmeyecek, siz değilse de çocuklarınızın ve de torunlarınızın göreceği gün, yaşayabileceği bir dünya kalmayacak.

Devran dönmezse bile günü geldiğinde toprağa düşen annelerin, babaların, çocukların, tüm hayvan ve bitkilerin gözyaşlarından taptaze filizler fışkıracaktır!

Ve siz bu günleri aradığınızda sizin kadar insafsız olmayacak o filizler!

Geldiğiniz yere gitmenizde özgür bırakacaklar.

Ülke ekonomisine katkı sağlayan, özelliğini güzelliğini devam ettiren kültürü ile cenneti kucağında taşıyan topraklarımızın zehirlenmesine müsaade etmeyin. Daha fazla geç olmadan cennetinize sahip çıkın. Doğalı doğal yaşayan memleketimin güzel insanlarına; memleketimin insanları adına doğal kalabilen tüm insanlığa, tüm doğaya, gelmiş geçmiş tüm yaşananlara, geleceğe Gökçeli'den selam olsun.

Bir gün yolunuz düşerse Tokat Kebabını da yemeği unutmayın.