SON DAKİKA
Hava Durumu

Oruç ile manevi güçlenme

Bu sayfa Bursa İl Müftülüğü tarafından hazırlanmıştır.

Haber Giriş Tarihi: 29.03.2023 10:45
Haber Güncellenme Tarihi: 29.03.2023 10:45
Kaynak: Haber Merkezi
Haberyazilimi.com
Oruç ile manevi güçlenme

Yavuz Selim YEDEK (Din Hizmetleri Uzmanı)
Yüce Allah orucu farz kılarken yıl içinde belirli günlere dağıtmamış, bölmemiş ve otuz gün devamlı tutmamızı emretmiştir. Bunun birçok sebep ve hikmeti olduğu gibi bizler için de pek çok faydaları olduğu muhakkaktır.

İnsan, oruçluyken açtır. Aç insan ise açlığı sebebiyle kendi dışındaki âlemden ziyade kendine yönelir ve kendine kendini konu edinir. Nasıl insan kendiyle ilgilendikçe üzerindeki yırtığın, söküğün, toz toprağın, lekenin yahut herhangi bir uygunsuzluğun farkına varmaya başlarsa aynı şekilde kendine gözlerini çeviren oruçlu insan eksikliklerini görmeye, onları telafi etmeye ve böylelikle kendini manen onarmaya çalışır.

İbadetlerin tümünün ana gayesi müslümanın sağlam bir ruh, sağlam bir şahsiyet yapısına sahip olmasını gerçekleştirmektir. Bu doğrultuda madde (beden) ile manadan (ruh) müteşekkil insanın açlığı sebebiyle kendine yönelmesi maddeten, kendi kusurlarını görüp kötü alışkanlıklardan vazgeçmesi ve iyiye yönelmesi manen bir eğitimdir.

Namaza tekbirle başlayıp, rükûdan doğrulup secdeye varmanın sırrı gibidir orucu yalnızca Allah için tutmanın hikmeti. İnsan evvela kendi varlığını kabul eder ve kendi varlığından Rabbi’nin varlığına geçiş yapar. “Allahu Ekber” diyerek namaza başlayan mü’min, varlığını ve tekliğini kabul ediyorum Ya Rabbi, diyerek koyulur seferine. Yüce Allah’ın varlığı karşısında kendi faniliğini, noksanlığını, acizliğini, zavallılığını fark eder ve insan kendi varlığının kendinden olmadığının altını çizer indiği her secdede. İnsan, secdeyle yükselir. Oruçluyken bu yükselme kat kat hızlanır.

“Var olma” dünya menfaatlerinin en başını çeker. Bu da beden için yeme ve içmeyledir. Oruçlu insan hiçbir maddi karşılığı olmayan ve sadece Allah için bu en önemli menfaatten geçerek, adeta kendini yeni bir irade eğitimine almıştır. Böylelikle içgüdülerine karşı çıkma alışkanlığını artırır ve içindeki benliği terbiye etmeyi öğrenir. Kendi kendine hesap vermeyi öğrenen insan kendi hareketlerini de kontrol etmeye başlar.

İftar ve sahur zamanladır, tıpkı namazların zamanı olduğu gibi. Namaz mekâna ihtiyaç duyar lakin oruç mekân mefhumundan tamamen arındırılmıştır. Camiye gideni takip edebilirken, kimin oruçlu olup olmadığını başkaları dışarıdan anlayıp takip edemez. Orucun mekândan sıyrılması gibi oruçlu insan da ruhen ve zihnen mekândan kopmuştur. İnsanların takdirlerinden kopmuştur. İnsanlardan gelecek karşılıklar için değil sırf Allah rızası için, kendini sadece O’na beğendirmek için aç, susuz kalmaktadır. Böylelikle insan beşeri olan hasletlerden ilahi hasletlere doğru yol almış olur. Böylelikle her türlü riya ve gösterişten uzak, kendini ve yapıp ettiklerini Rabbi’ne beğendirmeyi gaye edinmiş insan her yerde hazır ve nazır olan Yüce Rabbi ile bir olmuş olur.

Böylelikle Yüce Allah’ın: “Allah size yardım ederse artık sizi yenecek yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa ondan sonra size yardım edebilecek kimdir? Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.” (Âl-i İmrân, 3/160.) buyruğundaki müjdeyle kendini onarır ve küfre karşı daima güçlü bir iradeyle duruş sergiler.

Kendi kendimize giden yolların peşine düşüp noksanlarımızı giderip Rabbimizin has kulu olmak suretiyle, güçlenip şahsiyetli bir insan olarak yaşamak temennisiyle, ramazan ayımız müjde vesilemiz olsun!

  • EMİR SULTAN (Özgün Yazı)


emirsultan

Esra HIZLI(Kur’an Kursu Öğreticisi)
Buhara’da doğdu. Asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Seyyid olduğu için “Emîr”, çömlekçilik yaparak geçimini sağladığı için “Külâl” unvanları verilen ve Emîr Külâl diye tanınan babası Seyyid Ali Buhara’nın tanınmış mutasavvıflarındandır. On yedi on sekiz yaşlarında iken babası vefat eden Şemseddin Muhammed, muhtemelen bir süre çömlekçilik yaptıktan sonra Seyyid Usûl, Seyyid Nâsır, Seyyid Ni‘metullah, Ali Dede, Baba Zâkir gibi mutasavvıflarla hacca gitmek üzere Buhara’dan ayrıldı. Birkaç yıl Medine’de kaldıktan sonra Bağdat’a uğrayarak tezkire müellifi Âşık Çelebi’nin ceddi Seyyid Muhammed en-Nattâ’nın misafiri oldu. Ardından onunla birlikte Anadolu’ya geçti. Karaman, Niğde, Hamîd-ili, Kütahya ve İnegöl yoluyla Bursa’ya gitti. Kafileye yol boyunca kandil şeklindeki bir nurun rehberlik ettiği, bu nurun söndüğü yere defnedileceğinin kendisine bildirildiği rivayet edilir. Bursa’ya Yıldırım Bayezid zamanında geldiği biliniyorsa da tarihi kesin olarak belli değildir. Bursa’da şöhreti kısa zamanda yayılan Şemseddin Muhammed giderek şehrin en çok saygı gören şahsiyetlerinden biri haline gelir; Emîr Sultan veya Emîr Seyyid adlarıyla anılmaya, ulemâ ve meşâyih arasında da itibar görmeye başlar. Zâhir ilimleri sahasında kendisini imtihana çekmek isteyen Molla Fenârî, Molla Yegân, Alî-i Rûmî gibi âlimlerin onun mânevî gücü karşısında bir süre ağız açamadıkları ve onlarla giriştiği tartışmadan başarıyla çıktığı şeklindeki rivayetlerden onun bu âlimlerle yakın münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. Emîr Sultan bu yıllarda Molla Fenârî’den Sadreddin Konevî’nin Miftâḥu’l-ġayb’ını okuyup istinsah etmiş ve bu nüshaya Molla Fenârî bir icâzetnâme yazmıştır (Taşköprizâde, s. 55).

Kaynaklarda uzun boylu, güzel yüzlü, seyrek sakallı olarak tanıtılan Emîr Sultan’ın on iki terkli taç üstüne yeşil imâme sardığı, ömrünü derin bir zühd ve takvâ içinde ibadet ve irşadla geçirdiği rivayet edilir. Şöhreti Bursa’dan sonra Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda giderek yayılmış ve hakkında birçok menkıbe teşekkül etmiştir. Osmanlı ordusunun bazı seferlerine bizzat katıldığı gibi müridlerini de gazâya teşvik eden Emîr Sultan’ın öldükten sonra da asırlarca Osmanlı ordusundan himmetini esirgemediğine inanılmıştır. Hakkında yazılan menâkıbnâmelerin çoğunda, sağlığında gösterdiği kerametler yanında vefatından sonra da özellikle darda kalmış askerlere himmeti hakkında anlatılanlar geniş yer tutmaktadır. Bütün bunlar Emîr Sultan’ın Türk halkı üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.

  • FATIMA BİNTİ RASULİLLAH (Sahabe Hatıraları Kitabından)


fatıma

Risaletten yaklaşık bir yıl önceydi. Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Külsûm’un ardından Muhammedü'l-Emîn, kendisine göz aydınlığı olacak dördüncü kızının doğumuyla müjdelendi. Dünyaya bir kız çocuğu geldiğinde utanç ve öfkeden yüzlerin kapkara kesildiği o zamanlarda beyaz ve parlak çehresiyle hâne-i saâdete aydınlık ve neşe getiren bu minik misafirin adı Fâtımatü’z-Zehrâ oldu. Rasûlullah’a hayırlı bir eş olan annesi Hz. Hatice’nin yokluğunda babasından desteğini esirgemeyen hayırlı bir evlat oldu. Hz. Peygamber, sevgili kızına eş olarak Hz. Ali’yi seçti ve Bedir Savaşı’nın ardından Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’yi evlendirdi. Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın evliliklerini mübarek kılması için kızına ve damadı-na düğün gecesi bizzat dua etti. (İbnü’l-Esîr, Üsdü'l-gâbe, VI, 221 Rasûlullah’ın duasıyla kurulan bu mütevazı yuvada Hasan,Hüseyin, Muhassin, Ümmü Külsûm ve Zeyneb adlarında beş çocuk dünyaya geldi. Allah Rasûlü’nün nesli Hz. Fâtıma’nın çocukları ile devam etti. Allah Rasûlü Hz. Fâtıma’yı “ümmü ebîhâ”, babasının annesi diye severdi. Ona çok düşkündü. “Fâtıma benden bir parçadır. Ona eziyet veren şey bana da eziyet verir.” buyururdu. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 94) Hz. Fâtıma da babasına çok düşkündü, onun üzülmesine dayanamazdı hiç. Bu yüzden en zor zamanlarında onun yanında olmuştu bir anne şefkatiyle. Kâbe’de müşrikler tarafından Hz. Peygamber’in üzerine deve işkembesi atıldığında üstündeki pislikleri temizleyip teselli eden de o idi; (Müslim,Cihâd, 107) Uhud’da dişi kırıldığında yaktığı hasır parçasının külünü babasının yüzündeki yaraya bastırıp kanını dindiren de...Allah Rasûlü’ne ailesinden ilk kavuşacak olan kimse kızı Fâtıma idi. (Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 12) Hicretin on birinci yılında Rasûlullah’ın ahirete irtihalinden altı ay sonra Hz. Fâtıma yaklaşık yirmi dokuz yaşında Medine’de vefat etti.
 

  • PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEKLİĞİNDE GENÇLERLE İLETİŞİM (Kitap Alıntı)


genc-3

Davranış düzeni konusunda en güzel örnek bu dinin tebliğcisi Hz. Peygamber'dir. Özellikle toplumların ümidi ve geleceği olan gençlerin yetiştirilmesinde peygamberî öğretinin tespiti ve takibi büyük önem arz eder. Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) gençlere yaklaşımını, onlarla ilişkilerini doğru bir şekilde tespit etmek, onun tavır ve davranışlarının gerisindeki temel prensipleri kavramak ve gelecek nesilleri bu doğrultuda yetiştirmek her Müslüman ferdin ve cemiyetin en öncelikli hedefi olmalıdır. Hz. Peygamber'in gençleri kendi "dünyasına" yani sosyal ilişkiler ağına dâhil ettiği görülmektedir. İşte bu çalışmada, genç sahâbîlerin yapmış olduğu bazı aktarımlar da göz önünde tutularak gençler ve büyükleri arasındaki sorunun tek taraflı olmadığı ortaya konulmaya çalışılmıştır.
 

  • YUNUS EMRE DİVAN

Âbdestümüz namâzumuz dogrulıkdur tâ‘atümüz
‘Işkıla bagladuk kâmet sâfumuzı kim ayıra

Abdestimiz, namazımız, doğruluktur taatımız.
Aşk ile bağladık kamet, safımızı kim ayıra?

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.