15 Ekim tarihinde başlayan bir yolculuk hikayesi, hikayenin geçtiği firma Türkiye’nin sayılı firmalarından biri daha doğrusu sık sık olumsuzluklara gündeme gelen bir firma. Çorlu’dan Bursa’ya seyahat etmek zorunda kalmıştım. İlk başlangıçta oldukça kibar bir görevli karşıladı, konuşması ve yolculara ilgisi oldukça güzeldi. Ta ki Silivri’ye kadar malum şehirlerarası. Otobüsleri belediye otobüsleri gibi her yerde durdukları ve bir bileti birkaç kişiye sattıkları için sorunlar da başladı. İki kişiye kesilen aynı koltukla birlikte yolcu isyanı ile birlikte o kibar görevli gitti yerine her zaman şikayetlere konu olan o görevlilerden biri oldu. Tabi bunda yolcuların kaba tavırlarının etkisi hiçte az değildi. Evet, Çorlu İzmir 14.30 seferini yapan otobüs tam bir renk cümbüşü idi. Yan koltukta oturan ana kız Kürtçe konuşuyordu.
En arka koltukta iki kişi alabildiğine gür sesleriyle Arapça konuşuyorlardı. Otobüsteki bir yolcu ile muavin arasındaki tartışma sanki bir fitili ateşliyordu. Çünkü sessiz sakin başlayan yolculuk tartışmalarla uzarken yine otobüs görevlisinin sağduyulu hareketi ile ortam yatıştı. Sonrasında herkes sus pus yolculuğuna devam ederken o iki Arapça konuşan şahısların seslerinden başka otobüste ses kalmamıştı. Geri dönüp özellikle onlara baktım
Bakmaktaki maksadım ebetteki seslerini biraz olsun kısmaları idi. Ama sanki bakışlarım ters etki yaptı. Arapça kelimelerin tonu gittikçe artmaya başlamıştı.
Evet, buraya kadar ülkemizin mozaikler ülkesi olduğundan Türk Kürt Çerkez alevi sünni ortak paydamız var. Bu vatan için beraber kan dökmüşüz can vermişiz. Peki, bu Araplar nasıl olurda bu kadar fütursuz saygısız olabiliyorlar. Bu ülkenin kurucu unsurlarının birbirine saygısından sevgisine büyük ölçüde oluşmuşken sanki tahammül sınırlarını zorlarcasına duyduğum Arapça’dan ilk kez rahatsız oldum. Çünkü insan olarak her dile her inanca saygılı biri olmayı tercih eden biriyken konuşan insanların kabalıklarından mı yoksa sanki otobüste babalarının özel arabası gibi konuşlanmalarından mı rahatsız oldum bilmiyorum. Tabi ki sadece ben değil herkes rahatsız oldu. Buradaki asıl mesele konuşulan dil değil.
O insanların diğer insanlara olan saygısızlığı oldu. Yanımda az önce Kürtçe konuşan insanlarda aynı rahatsızlığı yaşadı onlarda aynı tepkiyi gösterdi. Kabin görevlisini çağırıp arkadaki insanların sessiz olmasını istediğimi söyledim. Tabii ki benim bu isteğimde diğer yolcularda eşlik etti. Kabin görevlisine gidip uyarmak zorunda kaldı. Elbette ki insan olarak birbirimize tahammül etmek zorundayız ancak özgürlüklerinde sınırını bilmek gerekir. Bir ve eğitimci olarak ebetteki ben her kesime her millete saygılı olmayı tercih ederim ya da tercih etmeye çalışıyorum. Ama benim ülkemde sığınmacı konumundaki birilerinin benden daha özgür olmasından ya da pozitif ayrımcılık yapılmasını ya da bu mültecilere tahammül etmek zorunda olduğumuz dayatmasını kabul etmiyorum.
Onlar bize ne kadar saygılı olursa bizde saygı gösteririz. Güzelim ülkemizde kırk kişilik bir otobüste bile birbirine tahammül edemeyen bunca insan varken 85 milyonluk ülkede insanların tahammül sınırlarını zorlamanın manası yok. Kimse bu ülke halkını mültecilere tahammül etmeye zorlayamaz. Zorlamamalı.
Birilerinin dedikleri gibi farklılıklarımız zenginliğimiz demek isterdim. Ancak Suriye savaşı öncesi farklılıklarımız ebetteki zenginliğimiz. Çünkü bizler ortak bir geçmişe, ortak bir geleceğe yol alan Türkü, Kürdü, Çerkez’i, Alevi’si, Sünni’si ile bu vatanda yaşamak arzusunda olan insanlardık. Ama günümüzde maalesef ortak yaşama arzusunu baltalamak isteyen unsurların varlığı ortaya çıktı. Bayramda kendi topraklarına giden sonra geri dönen kendi dilinden, toprağından, yurdundan vazgeçmeyen ortak dili öğrenme çabasında olmayan bir sürü Suriyeli Afganlı, Pakistanlı ülke topraklarında at koşturuyorlar. Ülkenin bir noktasında toplanmış olsalar devlet tedbirini almış derim. Maalesef yurdun her yerini dağılmış durumdalar. Bu nedenle otobüsteki yolculuğumu ülkeme benzettim. Karma karışık her kafadan bir sesin geldiği ama hiçbir zaman doğrunun ortaya çıkmadığı bir yolculuk. Doğruları söylemeye korkulan kişisel hak ve hürriyetlerin çiğnenmiş. Hak aramaya kalkınca haksız İlan edilen halkımız gibi.
Ülkemizdeki mutlu azınlık olan mülteciler her şeyden muaf olan ama kendilerini bu ülkenin sahibi sanan insanlar haline gelmiş durumdalar. Devletimizin bir an önce bu mülteciler konusunda gerekli tedbirleri almasını umuyorum. Aksi halde sosyal patlamalara neden olacak durumlar meydana gelebilir.
Misafirler ev sahibinin kurallarına uymak zorundadır. Aksi halde azgın misafir ev sahibinin ağırlar sözünde olduğu gibi misafirlerimiz hadlerini bilmez durumdalar.. Bu durumda insanımızın sabrını zorlamaya kimsenin hakkı yoktur.
Kaderini kabullenmiş kurbanlık koyun gibi sus pus olmuş milletimiz.
Bu yolculuk çok çetin. Bu yolculukta dostu ve düşmanı ayırmanın mümkün olmayacağı bir yolculuk. Dileğim Mehmet Akif’in dediği gibi Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.