Şampiyon sporculardan Başkan Aktaş’a ziyaret Şampiyon sporculardan Başkan Aktaş’a ziyaret

 

Mehmet ÇETİNKAYA

Belçika’ya yaptığımız seyahatte Brüksel Saint-Josse Belediye Başkanı Emir Kır ile mesaisi dışında özel bir görüşmemiz oldu. Görüşmemize vesile olan Avrupa'da Türk mobilyasının tanıtımında büyük katkısı olan arkadaşım Erol Özen ile birlikte gittik. Hem vaktinde hem de yalnız gelen Emir Kır’ı yakından tanıma imkânı bulduk. 14 Ekim 2018 seçimlerinde yeniden belediye başkanı seçilen, enerji dolu ve donanımlı kendi milletimden bir başkanı gurbet ellerde görmek bizi hem gururlandırdı hem de duygulandırdı.

 

  • Sevgili başkanım öncelikle sizleri tanıyabilir miyiz?

 

Ben Emir Kır, şu an federal milletvekiliyim ve aynı zamanda da 14 Ekim 2018 seçimlerinde tekrardan belediye başkanı seçildim. 2 görevi de yapmaktayım. Siyasete 2000 yılında girdim. Aralıksız çeşitli görevler yaptım. Bugün başkanı olduğum Saint-Josse Belediyesi’nde,  2000’de belediye başkan yardımcısı oldum. O zaman için en yüksek 2. oyu alarak. Ardından 2004’te bölge bakanlığına getirildim. 2012’ye kadar iki dönem bölge hükümetinde bakanlık yapma fırsatım oldu.

 

  • Hem milletvekilisiniz hem de belediye başkanısınız. Bizde birini tercih etmek zorundasınız.

 

Burada bizim partide de zaman zaman bu tartışmalar gerçekleşti. Bizde şöyle bir kanaat var, 50 bin nüfusun altındaki belediyelerin belediye başkanları milletvekilliği yapabilir. Bazı partilerin iç tüzüğünde yer alırken bazı partiler hiç yasak getirmiyor. Şimdi yasak var ise uygulanır ancak yasak yok ise olası seçilme imkânınız varsa ve seçildikten sonra bakarız düşüncesi bana göre daha doğru çünkü bir görevinizi halka ve partinize sadık olarak almışsınız. Başka bir göreve talipsiniz. O görevde vatandaş sizi görmeyi ister mi istemez mi onu vatandaş belirler.

 

  • Belediyecilik denince Türkiye ile Belçika arasında çok fark var mı? En belirgin farklar nelerdir?

 

Batı Avrupa’da ve özellikle Belçika’da altyapılar ve şehirdeki sistemler çok eskiye dayanıyor. Bu konuda ciddi bir fark görebilirsiniz. Bir diğer fark ise şehir dokusuna baktığınız zaman şehir dokusu da çok farklı görünüyor. Buradaki binaların tarihçesine baktığınız zaman çok eskiye dayanıyorlar. Türkiye’de de dikkat ederseniz şehircilik özellikle şehirdeki nüfusun büyümesi Cumhuriyet’ten sonra yoğunlaştı. Örnek vermek gerekirse; bir şehirde eğer 1970’de 100 bin kişi varsa bugün belki 600 bin kişi oldu. Bu da şunu gösteriyor, Türkler savaşa girmeyeli Osmanlı döneminde olsun veya özellikle Cumhuriyet döneminde insan kaybına uğramadılar. İnsan kaybına uğramayınca da nüfusları artmaya başladı. Şimdi birinci fark altyapı farkı, ikincisi de bence çarpık gelişme oldu Türkiye’de. Nüfus köyden kente göç vererek şehre gelen nüfus artışıyla beraber çarpık kentleşme yaşandı. Bunun da sembolü gecekondu oldu. Bununla beraber o çok çok eleştirilen Türk şehirleri artık geride kaldı. Bu benim şahsi görüşüm. Özellikle ben Türkiye’ye sık sık giden bir insanım. Bizim ata topraklarımız. Annem ve babam orada defnedildi. Her yıl gidiyoruz. Biz bir nevi sosyal yönümüzü orada tamamlıyoruz ve her şeyden önce ata topraklarımızla bağımızı koparmıyoruz. Tabii bunu fırsat bilip kentleri görme ve dostlarımızı ziyaret etme imkanlarımız oluyor ve çok mutlu oluyoruz. Son yıllarda özellikle belediye başkanlıklarının ve belediyelerin çok önemli çalışmalar yaptıklarını düşünüyorum. Türkiye’deki belediye başkanlarının çok heyecanlı ve hizmete çok yakın olduğunu düşünüyorum. Ben bunu bir belediye başkanı olarak söylüyorum. Türkiye’de belediyecilik yapan arkadaşları kutluyorum. İyisi de eksiği de var tabii ama genel olarak baktığımız zaman benim takdir ettiğim bir şey var; o heyecan, o hizmet, yardım yapma arzusu. Bunları da görüyoruz şehirlerde. Bugün kent parkları, kavşakların yapılması, yeşil alanların yapılması gibi birçok faaliyet var. Bundan önce öyle çok çekici olmayan şeyler Türkiye’de öyle noktalara geldiler ki bazen model bile oluyorlar. Bir tane örneğini vereyim; İstanbul’da tramvay veya otobüsü beklerken biletin üstünde eğer iki dakikalık bir bekleme süresi varsa iki dakikalık bir hikâye okuyorsun, şehrin tarihiyle ilgili, 4 dakikaysa 4 dakikalık bir hikâye. Tebrikler gerçekten. 15 yıl önce İstanbul Belediyesi çöplerin ayrıştırılıp meydanlarda toplanması için ayrı çöp kutuları koymuşlardı. Biz belediye olarak Eskişehir Belediyesi ile kardeş belediye olduk. Eskişehir’in de örnek çalışmaları var. Benim kanaatim, belediyecilik konusunda Türkiye son yıllarda çok önemli adımlar attı ve bir yarış içinde. Tabii birden çarpık kentleşmeyi ortadan kaldırmak mümkün değil. Bunun da somut bir örneğini vereceğim; bizim burada meydanlar olur, meydanda belediye binası, kilise, dükkânlar, teraslar gibi klasik eski Avrupa dokusuna sahip çıkan şehirler. Türkiye’de tabii betonlaşma ve müteahhitlere boyun eğme döneminden sonra her yer hoş olmayan şekilde gelişti. Daha sonra baktığınızda ailelerin gideceği çok bir yer kalmıyordu çarşıların dışında. AVM’ler geldi. AVM’lerin tabii çok kapitalistik bir yönü var ancak diğer taraftan bugün şehirlerin birçoğunda sosyal hayat AVM’lerde oluyor. Bunu böyle giderdiler. Bence model bir çalışma bu değil bence meydanlar daha güzel ama yine de o küçükten büyüğe her sosyal sınıfı bir araya getirebilen ve özellikle ailece insanların yaşamasının önünü açan yerler oldu AVM’ler. O bağlamda çok mutluyum. Bana göre bir şehrin iyi bir seviyede olup olmadığı buna bağlıdır; kadının yeri, çocukların yeri, ailelerin yeri… Bir yere ailecek girebiliyorsa demek ki o şehir bütün toplumuna sahip çıkmıştır ve benim gördüğüm her şehirde gözle görünen gelişmeler oldu.

  • Buraya gelen gurbetçilerimiz için bu topraklara adaptasyon süreci nasıl gerçekleşti? Başladığımız günden bugüne nereden baksak 60 yıllık bir hareket. Bu değişim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Bu sürecin çeşitli dönemleri var. Birincisi, bizim babalarımız buraya geldiğinde kalma düşüncesiyle gelmediler. Onlar, biraz para kazanayım, bir iki hayvan alırım veya bir dükkân açarım düşüncesiyle yola çıktılar. Yalnız geldiler. Sonra hanımını ve çocuklarını getirdiler. Çocuklar okula başladılar. Sonra bir düzen kuruldu ve o fikir egemendir hâlâ. Bir sürece girdik. İkinci dönemdeyim ben. Unutmayın birinci dönemde 1974’te Kıbrıs çıkarmasıyla Türkiye’ye uygulanan ambargodan sonra bu düşünce zayıfladı; döneceğim düşüncesi. Türkiye 1980 ihtilalından sonra bu düşünce yine zayıfladı ve üçüncü bir adım atıldı. Tarihi bir dönemeç oldu Türklerin burada kalıcı olmasına. Turgut Özal’ın iktidar olması. Turgut Özal’la batıyı düşman olarak değil de partner olarak gören bir yaklaşım vardı. Avrupa Birliği’ne adaylık dosyası, ülkesini açma arzusu. Kapalı bir Türkiye vardı. Türk’ün Türk’ten başka dostu olmaz diyerek herkese küsen bir kitle. Özal ufuklar açtı, köprüler inşa etti ve bu dönem insanların kalıcı olduğundan vazgeçirdi. Türkiye’ye yatırımlar yapıldı. O dönemden itibaren özellikle buradaki insanlar yatırım yapmaya başladı. Bu yatırımlar nedir? Ev almaya başladılar, dükkan, restoran vb. yatırımlar. Bir üçüncü dönem oldu. O da Türk Lirası’nın devalüasyonu. O insanları çok ciddi bir şekilde hayal kırıklığına uğrattı. Türkiye’ye yatırım yapanlar yatırım yapmaktan vazgeçtiler o dönemde ve hatta bazıları gizlice uçağa binip paralarını bankalardan aldılar. Bunları çok iyi biliriz. Sonra bir dördüncü dönem. Bu da bugünkü Türkiye’deki iktidara denk geliyor. O dönemde de daha ciddi bir şekilde Özal’ın attığı hamlelerden sonra ve Ecevit dönemleri Türkiye’yi biraz istikrara götürdü. Türkiye bu son dönemde çok ciddi adım attı ekonomik anlamda. Tekrar Türkiye’ye yatırım yapanlar oldu ama artık bu devalüasyondan sonra özellikle Tansu Çiller hükümeti döneminde hiç kimse buradan vazgeçmeyi düşünmüyordu. Türkiye’ye fırsatını bulanlar gidiyorlar. Öğrenci olarak gidenler daha sonra kalıcı olmaya çalışıyorlar ama büyük çoğunluğu burada kalıcı. Neden? Artık dördüncü nesil geliyor. Bizim nesil ikinci nesil ve ben burada doğdum. Dördüncü nesil de büyümeye başladı. Şimdiki konuma gelince, Türkiye ile Belçika arasındaki ilişkiler gerildi Avrupa’yla, gerildiği gibi ama son 1 yıldır biraz daha sakin bir süreçten geçiyoruz ve benim kanaatim Belçikalı Türkler, fırsatlarını iyi kullanıyorlar. Burada çifte vatandaş ve aynı zamanda Türkiye’ye yatırımlarını yapıyorlar. Yatırımlara vesile oluyorlar, STK’larıyla, iş insanları dernekleriyle. Aynı zamanda da buranın köşe başları olmaya başladılar. Bugün, burada insanlar artık Belçikalı. Bir Belçikalı ile aynı haklara sahipler. Türkiye’de de Türk aynı zamanda. Türk kimliğini de kalbinde yaşatıyorlar. Belki gerilim dönemleri zor oldu ancak her zor dönemden sonra bir bahar doğacak. O yüzden ben daha iyimserim gelecek aylar için.