Duanın iyileştirici gücü

Bu sayfa Bursa İl Müftülüğü tarafından hazırlanmıştır.

Haber Giriş Tarihi: 05.04.2023 23:29
Haber Güncellenme Tarihi: 05.04.2023 23:29
Haberyazilimi.com

Murat SARI

Gürsu İlçe Müftüsü

Dua, sözlükte “çağırmak, istemek, yardım talep etmek” anlamına gelmektedir. Dinî bir terim olarak ise dua, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir.

Dua küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyazdır. Dua sınırlı, sonlu ve âciz olan insanın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan Allah ile kurduğu bir köprüdür. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ifadesiyle dua ibadetin özü ve hatta ibadetin kendisidir. (Tirmizî, Daavât 1)

Dua Rabbimizin bizlere değer vermesine vesiledir. Nitekim Rabbimiz: “(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin! ...” (Furkân, 25/77) diye buyurmaktadır. Dolayısıyla dua hayatta karşılaşılacak sıkıntılara göğüs germede insana en büyük destektir.

El-Mücîb, yani yapılan duaları karşılıksız bırakmayan ve mutlaka icabet eden yüce Rabbimiz dua etmemizi ve yapılan duaların mutlaka kabul edileceğini haber vermektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim.” (Mü’min, 40/60), başka bir ayet-i kerimede ise sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’e hitaben: “Kullarım beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.” (Bakara, 2/186) şeklinde buyrulmaktadır.

Kul ne kadar dara düşse bile duasının mutlaka karşılıksız kalmayacağı inancıyla dua ederse, Allah onu karşılıksız bırakmayacaktır. Zira karanlıklar içerisinde olan Hz. Yunus (a.s) Rabbine yalvararak "Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Şüphesiz ben kendime zulmedenlerden oldum."  (el-Enbiyâ, 87) duası sayesinde sahili selamete çıkmıştır. Yine çeşitli hastalıklara müptela olan Hz. Eyyûb (a.s), “Ya rabbi! Beni şüphe yok ki, bir zarar (hastalık) kapladı. Sen merhametlilerin en merhametlisisin”, niyazıyla şifa bulmuştur. Aynı şekilde Hz. Zekeriya (a.s) ihtiyarlık çağında kavminin haktan sapmasından korktuğu için kendisine hem kavmini sapmaktan koruyacak hem de Hz. Yakub(a.s)’un mirasına sahip çıkacak bir yardımcı, bir evlat bahşetmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz etmiş ve Rabbimiz onu Hz. Yahya ile müjdelemiştir. (Enbiyâ, 21/89-90)

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Aslında bu örneklerin hepsi de bir beşer için gerçekleşmesi umulmayan türden hadiselerdir. Ama yerin göğün ve bütün mevcudatın Rabbi olan Yüce Allah için pek kolaydır.

Öyleyse gelin içinde bulunduğumuz rahmet ve bereket iklimi olan Ramazan ayını da fırsat bilerek Rabbimiz ile olan diyaloğumuzu pekiştirelim. Özellikle Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in iftar anında yapılan dualar makbuldür (İbni Mace, Siyâm 48), buyurduğu iftar anında ve sair zamanlarda çokça dua edelim. Ülke olarak, millet olarak yaşadığımız bu felaketlerin atlatılabilmesi, yaraların sarılabilmesi için dua edelim. Dünyanın dört bir tarafında bize umut bağlayan mazlum ve mağdur olan kardeşlerimizi unutmayalım. Unutmayalım ki bütün maddi ve manevi sıkıntılarımızı duanın gücüyle inşallah atlatabiliriz. Tabi ki bunun yanında üstümüze düşen fiili duamızı da unutmayalım.

Sorumluluk (Özgün Yazı)

Büşra ERGÜN

DİB-Manevi Danışman

Hukukta “uyulması gereken bir kurala aykırı davranışın hesabını verme, tazminatla yükümlü tutulma, işlenmiş bir suçun gerektirdiği cezayı çekme’’ anlamlarında kullanılır. Sorumluluk, İslâm hukuku açısından da önemli bir kavramdır. Çünkü insan, diğer varlıklarda bulunmayan akıl ve iradeye sahiptir ve fiillerinden sorumlu tutulmuştur. Ayet ve hadislerde “sorumlu” manasında mes’ul kelimesi geçmektedir. İnsanın mes’ul olduğu fiillerini yerine getirmesi gerekir. Yapması gereken şeyleri ertelememek, vakitlice ve en güzel haliyle yapmak Müslümana yakışan özelliklerdendir. Mükellefin fiilleri anlamına gelen “ef’âl-i mükellefin” ise dinen yükümlü sayılan insanların davranışları ve bunlarla ilgili hükümler anlamındaki fıkhî terimdir. Hanefîler bunu mükellefin fiiline nisbetle farz, vâcip, mendup, mubah, tenzîhen mekruh, tahrîmen mekruh ve haram şeklinde yedi kısma ayırarak incelerler. Bu kavramlar aynı zamanda ef‘âl-i mükellefînin de ana bölümlerini oluşturur. Vâcip, fakihlerin çoğunluğuna göre farz ile eş anlamlıdır. Hanefîler kati delille sabit olan hükme farz, zannî delille sabit olana vâcip diyerek ikili bir ayırım yapmakta iseler de farz gibi vâcibin de kesin olarak yapılması gerektiği hususunda ötekilerle görüş birliği içindedirler.

Zeyd Bin Harise (Sahabe Hatıraları Kitabından)

Zeyd, annesiyle Benî Ma’n’daki akrabalarını ziyarete giderken kaçırılmış ve kendisini kaçıran Benî Kayn sülalesi mensupları tarafından Ukaz çarşısında köle olarak satılmıştı. Hz. Hatice’nin yeğeni Hakîm bin Hizam onu satın aldı ve Mekke’ye getirerek halası Hz. Hatice’ye, Hz. Hatice de biricik eşi Hz. Peygamber (sav)’e hediye etti. Böylece Zeyd, Hz. Peygamber(sav) ile aynı yuvada sevgi ve şefkat dolu bir yaşantıya kavuştu.

Zeyd’in kabilesinden hac için Mekke’ye gelenler aracılığıyla oğlunun izine ulaşan Hârise, Rasulullah (sav)’a kadar gelmiş, oğlunu fidye karşılığında geri almak istiyordu. Rasulullah(sav), Zeyd’i ailesi ile görüştürdü ve isterse kendileriyle gidebileceğini söyledi. Zeyd, Allah Rasulü(sav)’nün yanında kalmayı tercih etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber(sav), Kâbe’nin etrafında bulunan Mekkelileri de şahit tutarak şu açıklamayı yaptı: “Zeyd, bugüne kadar benim hizmetçimdi, artık hürdür. Bugünden sonra da benim oğlumdur (evlatlığımdır). O, benim mirasçımdır, ben de onu vârisim kılıyorum. Hepiniz şahit olun.” Bu olaydan sonra ismi Zeyd b. Muhammed olarak şöhret buldu. Evlatlıkların öz oğullar gibi sayılamayacağını bu nedenle onların kendi babalarına nispet edilmesi gerektiğini bildiren Ahzâb Suresi’nin ayetleri nazil olduktan sonra “Zeyd bin Hârise” ismiyle çağrılmaya başlandı.

Rasulullah(sav) tarafından çok sevildiği için “Hibbü Rasulillah/ Allah Rasulü’nün sevdiği kişi” sıfatıyla meşhur olan Zeyd bin Harise İslâm’ı ilk kabul edenler arasında yer aldı. Hz. Peygamber (sav)’in eşi ve amcasını kaybettiği hüzün yılında, Taif’te hakaretlere uğrayıp taş yağmuruna tutulduğunda yanındaydı. Yaşadığı müddetçe Rasulullah (sav)’ın sağ kolu olmaya gayret eden vefakâr Zeyd’i Allah Rasulü de çok seviyordu.

Bizi Kim Beğenecek / Dr. Burhan İşliyen (Kitap Alıntı)

Beğenme, beğenilme, takdir görme duyguları fıtrîdir. Her insan yaptığının karşılığını görmek isteyebilir. Ancak her şeyde olduğu gibi burada da ölçü ve sınırlar önemlidir. Yapılan işlerde kimden beğeni beklenildiği sorusu önem arz etmektedir. Zira ameller kim için yapılırsa karşılığı da ondan beklenir. Burada Müslümanın unutmaması gereken husus, dünya hayatının geçiciliği ve yapacağı ameller karşısında Rabbimize vereceğimiz hesaptır. Yaşanan olaylar üzerinden konuyu ele alan Dr. Burhan İşliyen, ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ile nasıl yaklaşmamız gerektiğini ele alıyor. Kitabın son cümlesi olarak paylaşılan ayet-i kerime ise; “Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.” (En’am, 6/162)

YUNUS EMRE DİVAN

Ol izi ben izledüm sagum solum gözledüm

Çok ‘acâibler gördüm yokdur cihân içinde

O izi ben izledim, sağım solum gözledim, Çok acayipler gördüm, yoktur cihan içinde.

Kaynak: Bursa İl Müftülüğü Bülteni