Bugün günlerden cuma

Bu sayfa Bursa İl Müftülüğü tarafından hazırlanmıştır

Haber Giriş Tarihi: 09.12.2022 10:08
Haber Güncellenme Tarihi: 09.12.2022 10:08
Haberyazilimi.com
HOŞGÖRÜ VE İNSAN SEVGİSİ

Mustafakemalpaşa İlçe Müftüsü Ahmet BÜYÜKGÜL “Hoşgörü”, diğer bir ifadeyle “müsamaha”, sevgi temeline dayanan ahlaki bir erdemdir. Hoş görmek; kolaylık göstermek, iyi karşılamak, ayıplamamak, hatayı görmezden gelmek, kırıcı ve aşağılayıcı olmamak, affedici olmak, kendi anlayışımıza aykırı olan görüşleri sabırla karşılamak demektir. Hoş görmek; affedilebilecek kusurları düzeltme hususunda insanlara fırsat tanımayı, samimi bir niyetle yardımcı olmayı ve onları anlayışla karşılamayı gerektirir. Dolayısıyla hoşgörü, ne katlanma, tahammül etme gibi samimiyetsiz bir tavır ne de görmezlikten gelme, aldırış etmeme gibi sorumsuzca bir tutumdur. Aksine kişinin kendi irade ve tercihi doğrultusunda ortaya çıkan ahlaki bir meziyettir. Hoşgörünün varlığından söz edilebilmesi için hoş görenin, hoş gördüğü şeyi bastırabilecek ya da engelleyebilecek güce sahip olması, fakat o gücü kullanmamayı yeğliyor olması gereklidir. Aksi takdirde hoşgörüden bahsedilemez.

İslam âlimlerinin, sevgi konusuna yaklaşımlarındaki temel prensipleri Kur'an ve Sünnet ’ten almış oldukları gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durum, Kur'an ve Sünnet’te insan gerçeğini kavrama açısından, onların lehine kaydedilmesi gereken bir başarıdır. İslam'ın bu iki ana kaynağının mücerredi aşarak müşahhaslaştırdığı sevgi kavramı, insanı, İnsanın yakın ve uzak çevresini, içinde yaşadığı toplumu ve insanlığı, hatta bütün canlı ve cansız varlıkları kapsayıcı niteliktedir. İslam'ın yeryüzüne bir “sevgi medeniyeti” takdim ettiğini söylememiz mübalağa sayılmamalıdır.

Kur'an-ı Kerim, Allah'ın sevdiği ve Allah'ı seven toplumdan bahsederken, onların vasıflarını, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu, Allah yolunda Cihat eden, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan gibi müşahhas esaslara bağlamaktadır. Allah, kendisinin sevdikleri arasında muhsinleri, tövbe eden ve temizlenenleri, saygı ve sevgisi sebebiyle kendisinden korkanları (müttekiler), sabredenleri, her türlü gayreti göstererek ve gücünü sarf ederek sonra da Allah'a güvenenleri, adaletli davrananları saymaktadır ki, bunlar fert ve toplum açısından en önemli vasıfları kendilerinde toplayan kimselerdir.

Sevgi duygusunun hakikatini, onu tadandan başkası anlatamaz. Sevgiyi tadan ise içinde bulunduğu halde her şeyi unutmuş olduğundan, o durumu sözlerle ifade edemez. Bu hal, kendinden tamamen geçmiş bir sarhoşun haline benzer. O durumda iken kendisine sarhoşluk halinin hakikati sorulsa, sarhoşluk aklını tamamen kapsamış olduğu için, anlatması mümkün değildir. Bu iki sarhoş arasındaki fark ise şudur: Şarap sarhoşluğu ârizi olup, geçmesi mümkündür. Ayıldığı zaman sarhoşluk anından söz edebilir. Sevgi sarhoşluğu ise zatidir ve kişiden ayrılmaz. Sevgi sarhoşluğuna ulaşan kimsenin ayılması mümkün değildir ki, onun hakikatinden haber verebilsin.

Sevgi duygusunun sebebi beğenmektir. Bu beğenme nefsi faziletlerle alakalı olursa, sevilene saygı duyulur. Beğenme, güzel suret ve hareketlerle ilgili olursa, sevginin aşk mertebesi ortaya çıkar. Aşk arttıkça mahiyeti ve tesiri tayin edilemez. Âşık ile maşukun ruhları bir olup, cesetleri ayrıdır. Bu durumda ruhlar, istekler, düşünceler hepsi bir ve beraber olur. Böyle bir sevgi duygusunun nihayetine ve neticesine ulaşmak, hatta mahiyetini tayin etmek bile mümkün değildir.  

Gençliğe Dair

İpek böceği

İlim için söylenen Arapça bir ifadenin Türkçesi şöyledir: "Her şeyin bir engeli, ilmin ise birçok engeli vardır." Buradan hareketle şöyle bir cümle kurulabilir: "Her çağın bir engeli, gençlik döneminin ise birçok engeli vardır." Çünkü genç insan bu engellerle baş edebilecek tecrübeye sahip değildir, bu engelleri salimen aşabilecek yaşanmışlık geçmişine sahip değildir. Dolayısıyla yetişmiş insanlarla yetişmekte olanlar arasında tecrübe alışverişi şart olmaktadır.

Gençler için hemen herkesin aklına gelen ilk tavsiye çalışmaktır. Fakat genç insanların bu çalışma psikolojisi ile nasıl tanıştırılacağı konusunda ciddi problemlerimiz vardır. Bizden çok farklı bir dünyanın sahillerinde gezen gençlerimizin ruh dünyasına girerek -tabiri caizse- kaleyi içten fethetmedikten sonra kuru nasihatler fazla bir işe yaramayacaktır. Bunun için gençlik psikolojisini bilmek kadar önemli olan diğer bir unsur aceleci olmamak, sabırlı olmak, bıktırıcı olmamak, temkinli olmaktır.

Çalışmanın birinci şartı çalışmaktan zevk almaktır. Çalışmayı hayatın temel unsurlarından biri olarak görmek, onu ibadetlerin başına koymaktır. Çünkü çalışmadan kendimizi tanıyamadığımız gibi Rabbimizi de gereği gibi tanıyamayacağız demektir.

Çalışmanın zevkini alan insanın ihtiyaç duyacağı ikinci unsur çalışma ortamı, bir başka ifade ile yoğunlaşma mekânıdır. Çünkü zihni ve ruhi kabiliyetlerin gereği gibi devreye girebilmesi için günlük hayatın "hay","huy"undan uzaklaşmak gerekir. (Kaynak: Gençlerle Gönül Gönüle)  

AİLEMİZ YUVAMIZ

Ailede arabuluculuk: Yıkıcı değil yapıcı olmak

Allah’ın adını şahit tutarak, son nefese kadar bir yastığa baş koymak için birbirlerine söz veren iki insanın bir uyum yakalaması her zaman kolay olmaz. Bazen eşlerden biri, aile olma sorumluluğunu ihmal edebilmekte ya da kötüye kullanabilmektedir. Aile birliğinin devam etmesini sağlamak, zayıflayan ilişkileri tamir ve telafi etmek için birçok yol ve yöntem bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim bize ‘Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin’(Hucurat 46/11) buyurur. Allah Rasulü (sav) de hadis-i şeriflerinde; iki kişinin arasını düzeltmenin, derece bakımından oruç ve sadakadan daha faziletli olduğunu bildirmiştir. Aile birliğini temelden sarsacak büyük hata ve suçların söz konusu olmadığı aile anlaşmazlıklarının çözümü için her iki aileden hakem tayin edilmesi, her iki tarafın hatalarını fark etmelerine vesile olarak ailelerin dağılmasına engel olabilecektir.

Kitap Tanıtımı: Biz Gençlere Dair-10

Geçmişten günümüze insanoğlu tarihi boyunca sürekli bir iletişim içerisinde olmuştur. Aynı zamanda iletişim, çeşitli faktörler sebebiyle (dil/üslup, gelişen teknoloji v.b.) içerik bakımından birçok değişime uğrasa da genel hatları itibariyle bireyler arasındaki en temel görevini sürdürmeye devam etmektedir. Özellikle günümüz şartlarında hızla gelişen teknoloji, giderek artan ihtiyaçlar, eleştiri ve üslup algı-anlayışının değişmesi; dindar genç bireyler açısından birçok ilkenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örneğin, eleştiri için sağlıklı bir zemine, yönteme ve ahlak ilkelerine ihtiyaç vardır. Sağlıklı bir iletişim bağlamında sağlıklı bir eleştiri yapabilmek için ilmi yönümüz ve konu hakkında yeterli bilgi ve donanıma sahip olmamız gerekmektedir.

Değerli Genç Arkadaşlarım!

Bu kitabımızda bahsettiğimiz ilkeler çerçevesinde ‘iletişim-sosyal medya-dil/üslup-eleştiri’ konuları ele alınmış olup sizlerin istifadesine sunulmuştur.

EL - HÂLİK

“Yaratmak” anlamındaki halk masdarından sıfat olup “yaratan” demektir. Gerçek anlamıyla yalnız Allah için kullanılabilen hâlikın bir başka tanımı da “ana maddesi ve modeli olmadan nesneleri icat eden”dir.

Halk Kur’ân-ı Kerîm’de 171 yerde fiil sîgalarıyla, elli iki yerde de masdar olarak Allah’a nisbet edilmiştir. Hâlik kelimesi sekiz âyette doğrudan doğruya, iki âyette “şekil verenlerin en güzeli” veya “kendilerine yaratıcılık nisbet edilenler içinde yegâne gerçek yaratıcı” anlamındaki ahsenü’l-hâlikīn terkibi içinde, bir âyette de tâzim amacıyla çoğul sîgası kullanılarak, “Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?” ifadesiyle Allah’a izâfe edilmiştir. İki âyette ise “devamlı ve mükemmel biçimde yaratan” mânasında mübalağa sîgası oluşturan hallâk kelimesi kullanılmıştır. Kur’an’da toplam 236 yerde Allah’a nisbet edilen halk kavramının çeşitli konu ve muhtevalarının başında göklerin ve yerin yani kâinatın yaratılışı gelir. Bundan başka her şeyin icat edilişi, tabiat düzeninin kurulup korunması, insanın, ona verilen nimet ve yeteneklerin, özellikle de eşinin halkedilmesinden ve herhangi bir konu belirtilmeden mutlak mânada yaratmadan da söz edilir. Bu âyetlerde geçen ve çeşitli ilâhî fiilleri anlatan yaratma genellikle “ana madde olmadan, yoktan yaratma” veya “yokluktan varlık alanına çıkarma” şeklinde anlaşılmaktadır. Yaratma bazan da mevcut bir şeyden, bir ana maddeden gerçekleştirilmektedir. Meselâ Âdem’in topraktan, daha sonra insan türünün üreme mekanizmasına bağlı olarak nutfeden, aşılanmış yumurtadan yaratılışı böyledir “Sürekli ve mükemmel şekilde yaratan” anlamındaki hallâk, “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm ismiyle birlikte iki âyette yer almıştır (el-Hicr 15/86; Yâsin 36/81). Tabiatın ve özellikle insanın yaratılışından, hayatın mânası, amacı ve ikinci bir âlemde sürekliliğinden bahseden âyetlerde “yaratılışın başlatılması ve tekrar edilmesi” ifadesinin sıkça kullanılması dikkat çekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki hallâk ismi, bütün tabiatın ve onun içinde yer alıp ilâhî vahye muhatap olan insanın sürekli şekilde Allah ile münasebet halinde olduğunu, O’nun yaratmayı tazeleyerek sürdürmesi suretiyle varlığını devam ettirdiğini ifade etmektedir. İnsanoğlunun bu anlamdaki hayatiyeti ölümden sonra tekrar edilecek yaratma ile yeni boyutlar kazanacaktır. “ ...Şüphesiz Allah temizlenenleri sever.” ( Bakara , 2/ 222)

Temizlik , imanın yarısıdır. “ Hadis- i Şerif

ABDEST

Besmele ile başla Bismillah Önce eller şıp şıp şıp 3 kere ağza hüp hüp hüp Sonra burna hıh hıh hıh Yüzünü unutma oh oh oh Sıra sağ kolda vıj vıj vıj Sol kola atla vıj vıj vıj Eller başa hırt hırt hırt Parmak kulağa gıcırt gıcırt Eller boyna ooh ooh Hanimiş ayaklar şıpır şıpır Hanimiş ayaklar şıpır şıpır