BİR PARÇA MEY RUHU MELİSSA MEY

* Dokuz yaşında harçlıklarını biriktirmiş fotoğraf makinesi almış. Hayata vizörden bakan yaşamının başlangıcı olmuş bu Melissa Mey için. Yani ilkokul üçte başlamış, ışığın izini sürmeye.

Haber Giriş Tarihi: 18.04.2020 08:30
Haber Güncellenme Tarihi: 18.04.2020 08:30
Haberyazilimi.com

* Şehirleri gezmiş, şehirleri çekmiş. Şehirler onu kendine çektikçe de O hep gezmiş. "Eeee ne diyelim "Bir parça mey ruhu, Melissa Mey... Okuyun siz de hak vereceksiniz... Hani laf aramızda biraz da kıskanacaksanız"

* "Dostlarım bilir;  "MEY kafası", "MEY lenmek iyidir", "MEY lenmek güzeldir" tanımlarını. Hayal kurabiliyor ve gökyüzüne bakıp gülebiliyorsanız durduk yere, sizinle aynı yerdeyiz demektir. Meylenmişsinizdir."  Hadi bu tanımların anlamı siz agazete okurları da öğrenin.

Büşra EKİM

Fotoğraf sanatçısı, sanat tarihçisi, yazar, akademisyen ve gezgin Melissa Mey'in sohbeti, biliyorum ki bu zor günlerimizde ruhumuza iyi gelecek.

Melissa Mey, yılın belli aylarında Floransa’da yaşıyor. Maltepe Üniversitesinde ve Konservatuarında öğretim görevlisi olarak, "Sanat Tarihi ve Büyük Besteciler & Başyapıtları" dersleri veriyor. Aynı zamanda yine Maltepe üniversitesinde sinema alanında doktora yapıyor.

Mitoloji, ikonografi ve sembol uzmanı olan sanatçının son kitapları  arasında dil öğrenenlere yardımcı olmak adına öykü kitapları da yer alıyor. Dil Öğreten Hikayeler kitapları Türkçe, İngilizce, İspanyolca, Almanca olarak yayınlandı. Yakında İtalyancası da bizlerle buluşacak. O kadar seviliyor, faydalı bulunuyor ki kitaplar devamı gelecek gibi görünüyor. Bir de "Küçük Prens Tenimde" var ki... Ruha şifa ifadesini hep duyarız kendisinden... Öylesi ruha şifa bir fotoğraf - kitap çalışması işte. Kitabın ön sözü ise Sunay Akın'dan... Kendisi gibi Küçük Prens’in hikâyesinden etkilenerek Küçük Prens tattoosu yaptıranları “Küçük Prens Tenimde” projesi ile bir araya getirip içindeki çocuğu hiç yitirmemiş büyükleri tek tek fotoğraflayıp, hikâyelerini dinlemiş. Bu bir çocuk kitabı değil, içindeki çocuğun gözlerine hâlâ bakabilenlerin rehberi aynı zamanda... Melissa Mey'in son kitabı ise Salai. İçinde on beş konu başlığı altında aforizmalar ve onlara özel çizimler var. Üstelik yine yabancı dil seçeneği ile Türkçe & İngilizce.

 MEY'E YOLDAŞ KÜÇÜK PRENS

Melissa Hanım, bir "Küçük Prens" koleksiyoneri. Onunla ilgili bir çok proje yapmış ve destek de olmuş. En fazla yabancı dile çevrilen kitapların başında gelen Küçük Prens'i, ziyaret ettiği ülkelerin dilinden alıyor. Tabi her bir kitap, bir başka seyahatten, dünyanın farklı bir yerinden, bambaşka bir hikayeyle yerini alıyor arşivde.çevresinden de bu şekilde kabul ediyor, mutlaka imzalı. Geçen yılın son aylarında Almanya'da bir müzede Küçük Prens Tenimde kitabına ait fotoğrafları da sergilendi.

B.E: Ben en çok antik kentlere ve müzelere giderim hocam. Yola her zaman bir yoldaş gerekmez belki ama...  Yanımda da dört ayrı renkte küçük ahşap kedilerim olur. Onları bir antik tiyatronun sahnesine oturturum bazen, bazen bir Zeus başına yaslanırlar bir müzede, bazen asırlardır akan bir çeşmenin tarihe uzanan serinliğinde dinlenirler. Hatta o kedilerden birini Gürbüz Hocama (Gürbüz Doğan Ekşioğlu) hediye edeceğim :)  Sizin de yıllardır yanınızda bir peluş oyuncağınız olurmuş. Ve bir de Küçük Prens... Ben sizin küçük adamınızı ve "hayatın özünü bulduğunuz küçük anlarınızı" sormak istiyorum...

M.M: Seyahatlerimi yıllardır yalnız yapıyorum ve dediğiniz gibi bir yol arkadaşı oluyor küçük dostum. Aslında bu yalnızlığımda oldukça kalabalık geziyorum. Foto kameram, defterlerim, kitaplarım, hayallerim, topladığım hikayeler... Yani gittiğim her yere alıştığım şeyleri de yanımda götürüyorum. Ama ayrılmaz dostum hep yanımdadır. Hayatın özünü bulduğum öyle çok küçük an - anı var ki onları anlattığım ve kalıcı kıldığım yerlerden biri de kitaplarım. Şimdi uzun süredir gün ışığına çıkmayı bekleyen ve bugünlerde üzerinde çalıştığım yeni kitabımda bunları bol bol okuyabileceksiniz.

B.E: “Tam anlamıyla işim yok benim. Sanatçının işi ne ise o.” bu cümlenizi okuyunca şöyle bir durdum düşündüm. İşi sanat, sanatı işi olan biri olarak, kampüse gittiğinizde Hezarfen heykeliyle selamlaşarak başlıyorsunuz güne değil mi? Bu selamlaşmayla nasıl bir dünyaya adım atarsınız? Sanatı konuşmak, sanatın tarihine yolculuğa çıkmak... Günlerinizi, ömrünüzü sanatla yoğurmak ve sanatla yoğrulmaya aday insanlara ışık olmak nasıl bir hissiyat?

M.M: Çok klasik bir cümle olacak ama bunu kendime de sıklıkla söylüyorum: “Çok şükür çok şanslıyım.” diye. Dünyada kaç kişi var ki yaptığı işe aşık ve her koşulda onun içinde olmaktan mutlu? Ben o az sayıdaki insanlardan olduğum için her gün şükrediyorum. Her ne iş yaparsam yapayım sanat mutlaka içinde olurdu. Bu nedenle benim için gerçekten bir parçam, nefes almak gibi farkında olmadığım ama onsuz da olamayacağım bir yaşamsal reflekstir sanat. Ben resim dışında heykel eğitimi de aldım. Heykellere ilgim farklıdır. Kampüste neredeyse her köşede bir heykel var ve ben Hezarfen Çelebi heykeline ayrı bir tutkuyla bağlıyım. Kampüsün benim için sembolü biraz da o. Diğeri de GSF girişindeki Hermes heykelidir. Mutlaka selam verir bir fotoğraf çekerim yanlarından geçerken. Onlarla konuştuğum da doğrudur. (instag takipçilerim bilir.)

Sanatı konuşmak, sanat tarihinin o efsunlu koridorlarında dolaşmak tarifi zor bir haz veriyor bana. Orada mutlu, huzurlu ve tamamen benim. Öğrencilerim bilirler; derste zaman durur. Biz ara vermeyiz ve tüm o saatlerde sanata, bilime, sanatçı hikayelerine dair ne varsa konuşuruz.

B.E: Mitoloji, sembollerin dünyası ve de ikonografi. Bunlar da sizin uzmanlık alanlarınız. Geçtiğimiz aylarda Köyceğiz'in bir köyünde, seksen yaşında Mehmet Amca, Semboller adlı bir kitap vermişti bana. Adeta kayboldum içinde. Hatta birkaç tanesini edindim sonradan. Bu alanlara sizi çeken neydi? Ve sizin için özel olan semboller var mı?

M.M: Semboller çocukluğumdan beri ilgi alanlarım içinde. Gizemi ve onları çözmeyi seviyorum. Hatta dedektif olmak isterdim; ama ülkemizde bu durum benim hayalimdeki gibi değil. Ben biraz daha Sherlock Holmes ekolüyüm. Lise yıllarıma kadar az konuşur çok okur, kütüphaneden çıkmazdım. O dönemde antik dilleri ve sembolleri okuyup araştırdığımdan beri içindeyim. Hiyerogliften Göktürkçe’ye her şeyi araştırıp öğreniyordum. Zamanla sanatın içindeki sembollere yöneldim. Sanılanın aksine sembol konusu çok ama çok derin ve büyük. O nedenle onun da içinde uzmanlık alanları olmalı. Ben Avrupa resim sanatı ve Hristiyanlık dini sembollerinde uzmanım; ama diğer sembolleri de oldukça iyi biliyor ve hala öğrenmeye devam ediyorum. Bu konuda uzun süredir zamansızlıktan ertelediğim yeni projeler ve dersler üzerinde çalışıyorum. Evet benim için özel, benimle bütünleşmiş semboller var. Dikkatli olan takipçilerim bunları biliyor ki kitaplarımın tümünde görülebilir.

Göz, eller ve arı bunlardan bazıları. Bir de stilize zambak en önemli ve benimle özdeşleşmiş sembollerdendir.

B.E: Yolda olmak desem Melissa Hanım... Yola çıkmak mı? Yolda olmak mı? Yoksa hedefe varmak mı? Sizin için ne ifade ediyor yol... Yollar... Yolculuklar... Size kaç ülke gezdiniz, kaç şehir gördünüz diye sormayacağım. Dokunduğunuz ruhları, sarıldığınız bedenlere sığmayan yüreklerin size etkisini merak ediyorum ben. Hani Göbeklitepe'de kucaklaştığınız çocuklar gibi.

M.M: Öncelikle bana Melissa hanım denmesinden çok hoşlanmıyorum. Melissa yeterli. 

“Yol” çok özel kelimelerden biridir benim için. Sözlerimde, aforizmalarımda sıklıkla kullanırım. Yola çıktığımda bir şeyi biliyorum artık. Gittiğim yol da benim yolcu da ve yolun sonunda bulduğum da benim o yola çıkarken kaçtığım da.  Yaşam bir yoldur diyenler doğru der; ama yaşamın içindeki o yolun kendiniz olduğunu, böylelikle yaşamın da ta kendisi olduğunuzu dersem yalan olmaz.

Tüm bu seyahatlerimde her şeyden öyle çok beslendim ki bazen inanılmaz aksilikler, zorluklar yaşadım ama hemen sonra dönüp baktığımda kendime şunu demeyi öğrendim: “Bu bir dersti Mey, bir sınav, anladın mı ne demek istedi yaşam sana? Aldın mı mesajı?”

O yollarda çocuklar en büyük hayal arkadaşlarım oldu. En son geçen yaz gittiğim Şanlıurfa Göbeklitepe’de ot yığınları üstünde birkaç küçük kız çocuğu gördüm. Güneş altında kurumuş toprak gibi kavruk ruhları, bakışları yaşlarından öte çocuklar. Yanlarına gittiğimde öyle utanıp sıkıldılar ki hayatlarında hiç sarılmamışlar. Gerçekten hiç. Ama ben kocaman sarıldım onlara ve bunun utanılacak bir şey olmadığını söyledim. Sarılmak dünyanın en güzel duygusu. Dünyanın tüm çocuklarına sarılmak isterdim.Bunun en güzel duygu olduğunu göstermek.

"ÖZEL BİR GÖZ"

Dokuz yaşında harçlıklarını biriktererek aldığı fotoğraf makinesi, hayata vizörden bakan yaşamının başlangıcı olmuş Melissa Hanım'ın. Yani dokuz yaşında başlamış, ışığın izini sürmeye. Şehirleri gezmiş, şehirleri çekmiş. Şehirler onu kendine çektikçe de hep gezmiş.

Fotoğrafları Türkiye'nin en önemli çağdaş sanat müzayedesinde yer alıyor. 2011 yılında açtığı,  "Şehir İzleri" adlı kişisel sergisinde; Çek Cumhuriyeti, İtalya, Fransa, Almanya, Polonya, Romanya, Bulgaristan,Avustralya, Makedonya, Yunanistan, Arnavutluk ve Türkiye'den 14 özel fotoğraf bulunuyor. Şehirlerden birer iz niteliğinde yansıma ve grafiti ağırlıklı fotoğraflar bunlar. Alanında uzman akademisyenler, fotoğrafçılar ; Mey'in Özel Bir Gözü Olduğunu Söylüyor...

ARA GÜLER İLE TANIŞIKLIK

Zor kolaydır imkansız biraz zaman alır

B.E: Daha bu röportaj fikri aklımda yokken, Ara Güler üstadımızla olan fotoğraflarınıza bakıp gülümserdim. Çok hoş, çok sıcak kareler. Dokuz yaşında başlayan fotoğraf yolculuğunuz. Sonra ödüller, profesyonel fotoğrafçılık zamanları ve en önemlisi özgünlük... Peki ya Ara Güler? Nasıl kesişti yollarınız? Omzuna yaslandığınız, karşılıklı tavla oynadığınız; "O hep iyi geliyor ruhuma." dediğiniz Ara Güler neler ifade ediyor sizin için?

M.M: Ara hocamı 9 yaşındayken fotoğraf dergisinde gördüm ilk kez. O günden beri benim için güneş oldu, ben de günebakanı. İlk kameramı onun için aldım, ki hala çalışır. Hatta bunları yazarken bile içi, çekime hazır siyah beyaz film ile dolu.

Ara hocam herkes için çok kıymetli, tüm dünya için. Singapur havaalanındaki kitapçı vitrininde de vardır fotoğraf kitapları dünyanın öbür ucundaki bir ülkede de. Yani herkesin bir ARA’sı vardır şu hayatta. Bir fotoğrafı mutlaka dokunmuştur birilerine. Benim çocukluk kahramanım, fotoğrafa başlama sebebim. O yaşlarda ben de foto muhabir olmak istemiştim, sokak fotoğrafları çeker gazete ve dergilere gönderirdim. Zamanı herkes gibi iyi kullanmayıp gençlik yıllarımda yeterli beslenemedim hocamdan, uzak kaldım. Ama neyse ki son yıllarında olabildiğince telafi etmeye çalıştım bu arayı. Güzel anlar ve anılar biriktirdim kendimce, bize dair. O tavla gününü asla unutmayacağım mesela. Ara Cafe’de oturuyorduk. Artık gelen gidenden ve yüksek sesle konuşanlardan sıkılıp öfkelenmeye başlamıştı ki onu oyalamak için “Hocam gel tavla oynayalım.” dedim. Baktı şaşkın. Bende nasıl bir cesaret, oyalamak adına ağzımdan “Yenerim ama” deyiverdim. (Arada bir dolu hikâye var ama onlar uzun,özel) Sonuç, yeniyorum ve yarısında artık “Aaah be yeter bundan da sıkıldım!” deyip kapattı tavlayı. Karşısından çok yanına oturmayı severdim. Elimle omzuna dokunup yaşlı bir çınardan enerji almak gibi anılar toplamayı ondan. Hala cüzdanımdan hiç çıkarmam mesela elleriyle kesip verdiği Bomonti’deki müzesinin açılış kurdelesini. O gün son doğum günüydü ve gidişinden sadece birkaç ay önceydi. Sorunuza gelince, Ara Güler benim için “İmkânsız yoktur, zor vardır.” anlamını ifade eder.

B.E: Gürbüz Hocamız demiş ya hani; "Yeniden dünyaya gelme hakkım olsa ve sorsalar Melissa gibi dolaşmak isterdim. Gezmek değil sadece, öyle güzel üstadlarla birliktesin ki..." Hepimizin dileği olurdu bu elbette. Sunay Akın, Gürbüz Hocamız, İlber Hoca... Çok sevdiğim; "ruha şifa" ifadenizle sorayım... Ruhunuza şifa olan üstadlarınız kimler?

M.M: Sorunuzun içindekiler zaten ruhuma şifa olan hocalarım. Bunların dışında ruhuma şifa ve tutkum olan ilk dört isim şöyle: Şems, Rumi, Leonardo Da Vinci, Vincent Van Gogh. (Bu liste çok uzun ama)

Tarihe not düşecek bir proje

B.E: Siz dünyadaki salgını, bizzat dostlarınız aracılığıyla hepimizden daha yakın takip ettiniz. İnsanlığın sınır, sınıf tanımayan bir düşmanı var aylardır. İran'da ya da İtalya'daki bir dostunuzun sesi aynı endişeyi taşıyordu değil mi? Bir anda eşitlendi her şey. Avuçlarınızdaki Küçük Adam'a; sarı saçları, bilge sözleri olan o derin ruha sormak isterdim... Bu küçük taç (corona/covid-19) insanlara sence ne anlatmak istiyor sevgili Prens? Biz artık nelerden arınıp, nelere sarılalım? Gezegenimize hangi tohumları ekelim?

M.M:

Küçük dostum yanımda. Bu sorunuzu okuduğumda balkona çıktım. Gökyüzünde yıldızlar görünmüyor ama ay dolunaya doğru gitmekte. Biraz onu seyrettim ve düşündüm. Sonra küçük adamım fısıldadı: Öncelikle kitabı alıp okuyun bugünlerde. İnsanlar tamahkardır unutur, özellikle iyi ve yararlı şeyleri, dedi. İnsanın arınması gereken öyle çok yükü, kiri, pası var ki üzerinde bunu asla başaramayacaklar diye korkuyor. Haklı sayılır, ben de endişeliyim. Böylesi büyük bir olayı bile hala ciddiye almayan insanları nasıl arındırabilirsiniz yanlıştan? Öze dönmeli insan. Özünü aramalı bulmaya çalışmalı. Kolay olmayacak eminim; ama denemeli bu özel günlerde. En azından birkaç dakika da olsa kendiyle kalıp kendini duymalı. Sonra ilk kendine sarılmalı; kırgın yüreğine, ruhuna. Bence tüm bu olanlar içlerinin çok kırgın oluşundan. Böyle diyor küçük dostum. Katılıyorum ona yine ve eklemek istiyorum; arındığımız, sarıldığımız önce kendimiz olalım ve empati tohumları ektiğimiz gezegen de yine önce kendimiz. Çünkü kendini bilmeyen, tanımayan ve sevemeyen başka neyi bilebilir? Neyi sevebilir?

Çok anlamlı projeleri hayata geçirmiş Melissa Hanım. Yaptığı proje ve sergi gelirlerinden ve Küçük Prens Tenimde kitabının gelirini, yüz kız öğrencinin yaşadığı bir kız yurduna bağışlamış. (Konya Ereğli)  "Çocukları koruyun, sevin ve öğretin; "Sarılmak güzeldir!" diyen sıcacık bir yürek o...

Şimdi ise sosyal medyada, tarihe not düşme adına bir proje başlattı kendisi. Katılmak için sabırsızlandığım projesini şöyle duyurdu bizlere;

"Şems’in çok sevdiğim bir sözü var: “Kainat yekvücut tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır...” Tam da böyle olduğumuzu gördüğümüz  bu günlerin geleceğe bir not, bir iz bırakmak için fırsat olduğunu düşünüyorum. Dışarıya kapalı uzak ama içimize yakın ve açık olduğumuz bu günleri yazalım istiyorum. Projem bu. Ne hissediyorsunuz? Neler geçiyor yüreğinizden? Geleceğe bir not ya da mektup gibi ya da tüm bunlar bittiğinde yüzyıl sonra okuyacakların bizleri anlayacağı dilden, günlükler gibi. İsteyen cep telefonuyla bir fotoğraf çekip anlatır duygusunu isteyen bir video. Bir sokak görüntüsü ya da her gün değişen size dair selfieler olabilir. Bugünlerimize dair objeler olabilir. Sevdiklerimizi anımsatan bir obje, kaybettiklerimizi, uzakta olduklarımıza duyduğumuz hasreti, özlemi anlatan objeler ya da her zamankinden farklı görünen konserve kutuları, makarna ambalajları, maskeler, eldivenler. Her şeyi mey@melissamey.com adresime gönderebilirsiniz. (posta adresim için de mail oluyla ulaşılabilir) Tüm bu gönderilerinizi toplayıp düzenlemek ve yeniden güzel günlere döndüğümüzde birkaç yerde sergi yapmak istiyorum. Hepinizden büyük katılımlar bekliyor ve daha çok ruha ulaşması için paylaşmanızı da rica ediyorum. Destekleriniz için şimdiden teşekkürler. Her şey gibi bu da geçecek. Güneşli güzel günleri özgürce göreceğiz yine."

B.E:  Sizinle bu satırlarda tekrar buluşup; Leonardo da Vinci'nin tılsımlı ruhuna, mitlerin gizemine, sembollerin mistik dünyasına, sokaklardan vizörünüze yansıyan hayatlara misafir olmayı diliyorum. Şimdilik son sorum olsun o halde... Mey, Van Gogh adını duyunca bile neden ağlar?

M.M: Uzun yıllar sanat tarihi içinde dolaşırken en ilgilendiğim konulardan biri de sanatçıların yaşam hikayeleri oldu. Çünkü bir sanat eserinin kaynağını bilmeden, tanımadan ne anlayabilir ne de sevebilirsiniz. O sadece bir süs objesi gibi görünür gözünüze o kadar. Oysa bir yapıtın hikâyesini oluşturan sanatçıdır ve ona dair hikâyeyi bilmeden bütünü anlayamazsınız. Ben de bu yaşam hikâyelerini okudukça çok etkileniyor, hatta itiraf edeyim ki ağlıyorum. Örneğin tezimi yazarken ağlamaktan okuyamıyordum. Şimdi büyük besteciler dersimi işlerken de aynı hüzün duygusunu yaşıyorum. Van Gogh ile tuhaf bir bağım var. İçimi çok acıtan bir yaşam hikayesi, yalnızlığı ve yaşama karşı direnci var. Bir de günebakanlar ile kargalara olan tutkumuz ortak. “Dil Öğreten Hikayeler” kitabımda ona dair de bir öyküm var. Okuduğunuzda biraz olsun anlayacaksınız.

Dostlarım bilir;  "MEY kafası", "MEY lenmek iyidir", "MEY lenmek güzeldir" tanımlarını. Hayal kurabiliyor ve gökyüzüne bakıp gülebiliyorsanız durduk yere, sizinle aynı yerdeyiz demektir. Meylenmişsinizdir. 

...

Kişisel paylaşımları için @melissamey

Fotoğrafları için @melissameyart

Kitaplarını takip için @meysbooks hesaplarını takip edebilirsiniz. Melissa MEY