İlk Çinli bir doktor Li Venliang’dan duyduk bu salgını. Diğer gün kendisinin de virüsle savaştığını ve sonraki gün hayatını kaybettiğini duyduk. Sonra insanlar bir bir ölmeye başladı. Biz millet olarak acaba bugün Çin’de kaç kişi öldü diye akşam haberlerini beklerken, şimdi ise kendimiz savaşır olduk bu hastalıkla.

Savaş diyorum evet

hepimiz bir savaş veriyoruz ama evde ama dışarıda çalışarak, ekmek parası kazanarak hem hayat mücadelemize devam ediyoruz hem de bu salgının bizden uzak kalması için savaş veriyoruz.

Şimdi biz millet olarak bu savaşı verirken peki bizim doktorlarımız neyle savaş veriyor?

Çok duyduk öldürülen doktorlarımızı,

dayak yiyen doktorlarımızı, kafasına kiremit atılan doktoru daha bize yansımayan nicelerini…

Türkiye’de salgının hızla yayılmaya başlamasıyla benim tek aklıma gelen şey doktorlarımız sağlık çalışanlarımız oldu. Bugün kaçıncı gün bilmem ama hala tek düşüncem doktorlarımızın sağlığı ve gösterdikleri mücadele.

Tarihten biliriz millet olarak birçok salgınla mücadele verdiğimizi.

 Sarıkamış–Kafkas Cephesi’nde savaş yıllarında hekimlerimizin tifüs diye bir salgınla mücadele ettiğini biliriz. Bu salgının aslında isminin ‘hekim katili’ olarak bilindiğini de biliriz.

Hasta oldukları halde hekimlerimizin ve hasta bakıcılarımızın bakımsız hastanelerde yüzlerce hastaya, korunmasız olarak insanüstü bir çabayla hizmet verdiğini de biliriz.

O dönemde 242 sağlık personelinin yaşamını yitirdiğini ve Birinci Dünya Savaşı’nda ise mevcut 1202 muvazzaf hekimden 163’ü, 1283 yedek tabipten 187’si vefat ettiğini de biliriz.

Bu ölüm sayılarının dünyada hiçbir milletin hekiminin Türk hekiminin maruz kaldığı tehlikelere göğüs gererek hayatını feda etmediğini hiç unutmadık.

Şimdi ise yine bir savaştayız doktorlarımız yine mücadelede.

Ne yapıyorlar derseniz işte kanıtları;

‘Evde 3 çocuk var, bir hafta boyunca evime gitmeyeceğim’ diyen yoğun bakım sorumlusu doktorun sözleri.

‘Günde en az 5 şüpheli hasta görüyorum, evde yaşlı annem ve babam var. Onları nasıl koruyacağımı bilemiyorum’ diyen göğüs hastalıkları uzmanının sözleri.

Nöbetten çıktıktan sonra evine gidemeyip bir sonraki nöbetini hastanede bekleyen genç asistan.

İstanbul Tıp Fakültesi’nde muayene ettiği hastasından virüs bulaşan, şu anda yoğun bakımda olan profesörü ve yardımcılarının karantinada olması.

60 yaş üzerindeki tüm devlet görevlileri evlerine gönderilirken göreve çağrılan altmış yaş üstü sağlık personeli.

Ön cephede olan pratisyen doktorlar, acilde hasta kabul eden doktorlar, ambulans personeli, birebir bakım yapan hemşireler ve sağlık personeli.

Başka kanıt gerekli mi bilmem ama yıllar önce aslında en büyük kanıtı Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ‘Beni Türk hekimlerine emanet edin’ sözüyle vermiştir.

Bu konuda birçok şey iddia edilse de ben Atatürk’ün bu sözü milletine güvendiği için söylediğine inanıyorum. Üzerine birçok yorumun dışında basitçe düşünüldüğünde Atatürk’ün sağlıklıyken de içinde bulunduğu tutumu son zamanlarda da devam ettiğinin en güzel kanıtıdır.

Atatürk’ün her daim ülkesi insanına karşı duyduğu sonsuz güven ve sevgi Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında yapmış olduğu bütün hareketler de bu güvenin izlerini taşır.

Ulusunu kurtarma çabaları ortasındayken Batı’nın medeniyetten nasibini almamış olduğunu bizzat gösteren ve kendi ulusunun onlardan çok daha ilerilere gidebileceğini, onlardan çok daha üstün bir millet olduğunu söyleyen bir önderin doğal olarak son zamanlarında da bu tutumuna aykırı davranıp Türk doktorlarına sırt çevirmesi düşünülemezdi.

Bu bağlamda sarf edilmiş ve edebiyatını her zaman koruyan bir cümle.

NOT: Her ne kadar milliyetçi bir yazı yazmış olsam da şunu söylemek isterim, kendi doktoruma olan minnettarlığımı dile getirirken aslında doktorluğun evrensel olarak büyük bir değere sahip olduğunun bilincindeyim. Bu zor zamanlarda mücadele eden tüm insanlığın doktorlarıyla tüm insanlık gurur duyuyor. Biz dünya olarak cefakar doktorlara sahibiz…

Korona virüsün tüm dünyada yarattığı panik sürerken, yüksek risk grubunda olan tek topluluk olan sağlıkçılar salgın ile mücadelede bir adım bile geri durmadılar…