“Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.(Aliya İZZETBEGOVİÇ)”

Yoğun ve yorgun geçen bir haftanın ardından seçimlerden, adaylardan, siyasetten uzak bir hafta sonu çoğu çalışanın beklentisi olsa gerek.

İçimiz dışımız siyaset oldu. Bir tarafta muhtar adayları diğer tarafta belediye başkan adayları. Arşivimi karıştırırken uzun yıllar önce kaleme alınmış bir yazı dikkatimi çekti. Ülkemizin ve içinde bulunduğumuz ruh halini görür gibi oldum bu yazıda.

“Ne kadar acıdır, bilir misiniz? Korkularımız yüzünden kaybettiklerimizi düşünmek...” diye başlayan yazı şöyle devam ediyor…

“Yalanlar üzerine kurulan gelecek, hatalardan dersler almamak, paylaşamamak, dünden kurtulamamak, iç çatışmalarla, maskelerle yaşamak... Dün ölüdür... Şu an tek gerçektir. Yarın ise kucağınıza doğacak bebektir.

Ansızın kaybettiğimiz sevdiklerimizin ve yeni doğan bebeklerin kaygısıyla yaşamı kendimize zehrediyoruz. Tek gerçek olan şu anı, "şimdiyi" yaşayamıyoruz.

Neden? Çünkü özgüven yoksunuyuz... Oturmamış, gelişmemiş kişiliklerimizle, toplumsal kalıplarımızla, kendimizi aşamadan, sıradanlıktan kurtulamadan birer robot gibi yaşamaya çalışıyoruz. Paylaşmaktan korkuyoruz. Bizi rahatsız eden, hatalarla dolu geçmişimizi kendimize bile anlatamıyoruz. Kalmış ki başkalarına anlatmak düşüncesi bile bizleri ürkütüyor.

Oysa hata yapmak özgürlüğümüzdür. O doğal olan, öğrenmenin temeli sayılan hata yapma özgürlüğümüzü kullanmış olmakla, başka bir ifadeyle, acıyı tatmak, hissetmek, tatlının iyi olduğunu da öğrenmek, anlamak olduğunu bilmiyoruz.

Üç yaşındaki bir çocuğa elini sobaya vurduğunda canı yanacağını defalarca söylemeniz bir şey ifade etmeyecektir. Elini sobaya vurarak, canının yanması ile sobadan uzak durması gerektiğini yaşayarak öğrenecektir.

Lütfen yaşamaktan korkmayınız!!!

Paylaşmak, mide bulantısı olup da kusamayan hastanın, kasılmaları göze alarak, parmak atıp kusması, birkaç gün mide kasılmasına razı olup, sonrasında sağlığını kazanması gibidir...

Beyni-bilinç altı dolu olan insan, sürekli mide bulantısıyla yaşayan hasta gibidir. Düşünün, eskilerini çıkartamadığımız için yeni bir şeyler yiyemeden, sürekli "öğürerek" ama aynı zamanda taktığımız maskelerle farklı görünerek yaşamaya çalışan zavallılarız...

Sevgiyi, sevmeyi bilmiyoruz. En önemlisi kendimizi sevmiyoruz. Sevgi, ilgi ve bilgi ile gelişir. Kendimizi tanımak, bilmek, değerli görmek "kendini sevme"nin anahtarıdır.

Hangimiz, bir aynanın karşısına geçip, kendimizle yüzleşme cesaretini gösterebiliyoruz?

Dürüstçe kendisiyle yüzleşebilen insan, doğrularını-yanlışlarını görüp, kendisini değiştiren, geliştiren, paylaşmaktan ve gerçeklerden korkmayan bir insan olur.

İnsanlar dünyada benzersiz ve tektir. Benzersizliğimizi fark etmemiz, değerimizin de farkındalığını hissetmemizdir. Tüm hatalarımıza rağmen değerli ve benzersiz olduğumuzu bilmemiz, acımızı hafifletir, özgüveni, özsaygıyı ve en önemlisi kendimizi sevmeyi bize öğretir. Bu da kişisel bütünlüğümüzün temelini oluşturur.

Deneyimlerimiz ve çektiğimizi düşündüğümüz acılar gerçekte kendimizi bulmamızı sağlar. Yani olumsuzluktan olumluyu yakalamış olmakla biz, sıradanlıktan kurtulup, gelişmiş birer insan olarak "insan" olmanın hazzını yaşarız. İşte o zaman yaşam bir başkadır, sevgi, saygı, güven, dostluk bir başka anlam taşır artık...”

İşte böyle sevgili okurlar bu kadar güzel tespit ve yorumdan sonra bize de sadece düşünmek kalıyor, sanırım...

Günün Sözü:

“Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir. (M.Kemal ATATÜRK)”