Yaşam öyle veya böyle devam ediyor. Gün geliyor gülüyoruz, gün geliyor ağlıyoruz. Bazen sohbet ediyoruz, bazen kavga ediyoruz ama daha çok yaşam mücadelesinde ayakta kalmak için çalışıyoruz.

Çoğumuzun amacı aynı, aç kalmama, açıkta kalmama. Yıkılmadım ayaktayım diyebilmenin mutluluğu, çoğu duygu ve düşüncemizin önüne geçiyor.

Şimdi sizinle gerçek bir yaşam öyküsünden kesitleri paylaşmak istiyorum. Yarım kalanlara rağmen, yaşama dair duygu ve düşüncelerin yoğunlaşmasını…

“Yağmuru gözlerine yavaş yavaş doldurdu. Başka türlüsü de gelirdi elinden belki. Birden doldurmak ya da hiç doldurmamak gibi. Ama o öylesini seçti. Tadını çıkarmak için. Sıradan bir yaşamın sıradan bir parçasıydı aslında…

Bir yaşamı oluşturan binlerce olgudan yalnızca biri! Nefes alıp vermesi, güzel ya da çirkin olması, başarılı veya kendince biri sayılması hiç önemli değildi.

Ayrıca kusursuzluk da bir erdem değildi onun gözünde. Evlilik için evlilik düşleri kurmadan evlendi, evliliği evlilik için istemeden! Sanki doğal, olması gereken oluverendi, özel çaba gerektirmeyen.

Her uykusuz gece bir çizgi ekledi alnına, her yalnızlık bir derinlik gözlerine! Farkına varmadı önceleri, vardığındaysa çok geçti belki, belki de değil! Ama seçenekleri azalmıştı. Yok denecek kadar!...

Ayrıntılar önem kazanmaya başladı o zaman gözlerinde. Yavaş yavaş ayrıntıları sever oldu. Sıradanlığını yazgısıymış gibi kabullenmişti zaten! Diğerleri, yani farkına varışları yazgı dışı olmalıydı.

Görünürde dingin, dertsizdi yaşamı… Yani kuş kanatlarından yoksun! Çırpınan dalgalardan, savrulan yeşillerden, yangınlardan yoksun!..

Gel git, otur kalk, gez dolaş telaşlarıyla geçen, geri gelmeyecek bir gençlik. İçinde görev ve sorumluluklar barındıran, olması gerekenlerle süre giden, düşün serüveninden biraz uzak bir evlilik!

Yaşamını oluşturan küçük alışkılar çoğala çoğala koca bir sıkıntı yumağı haline gelmeseydi eğer, belki de başka bir biçim alırdı bu öykü...

Bütün olağanüstü olaylar, sıradan insanların başına gelir nedense. Sıradanlığının bilincinde olduğu için mi, yoksa gizemli bir beklentiyi çağrıştırdığından mı, ne sebeple olursa olsun, bu tümceyi sevdi.

İçten içe ığıldayıp duran tatlı mahmurluğunda uysallığının, yaşamına bir renk, bir anlam istedi belki de farkında olmaksızın, bir özlem gibi…”

Dostlarımız düşman olacak ya da düşmanlarımız dost kılığına bürünerek çıkacak karşımıza. Başımız belaya girdiğinde göreceğiz insanların gerçek kimliklerini.

Başarılarımızın yanında başarısızlıklarımız da olacak, sevinci ve hüznü tadacağız böylece... Gün gelecek başımıza öyle işler gelecek ki, işte o zaman anlayacağız ailem dediğimiz insanların hayatımızdaki yerini!

Önyargılarımızın parçalandığı olaylarla karşılaşacağız bazen üzüleceğiz dolayısıyla... Ve olayların arkasında yatan gerçek nedenlere yöneleceğiz.

Yani, oturduğumuz yerden bize hayatı öğretecek bir okul yoktur. Bir insan da öğretemez bize hayatı! Onu taşın altına elini sokarak, düşe kalka biz öğreneceğiz. Bir de erken yaşlarda öğrenmeye bakacağız tabii ki!..

Ve nihayet sıra kaçınılmaz olarak söze geldiğinde yolculuk helal, yola direnmek azap olur. Selamsız gidilmez, helalleşmeden olmaz… Ben yolda yürümeye devam ediyorum sevgili dostlar, sizler kalın sağlıcakla...

Günün Sözü:

“Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme. Sen dağları seyret. Yenik düşüyorsan özlemlerine aldırma, kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset. Işıklar sönmüşse ve karanlıksa ona da aldırma, ay ışığını seyret. SABRET... Sabret ki; her şey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun. Sabret ki; her şey gönlünce olsun...(Hz. Mevlana)”