Bu haftaki hikâyemizin kaynağı kavuşmamış aşklar üzerine... Bilirsiniz bu hikayeler hiç unutulmaz...

Zaten kavuşsaymış kahramanlarımız onun adına aşk denmezmiş. Kırk atlar, koçlar, taylar, kuzular, gökçe gelinler ve koç yiğitlerden kurulu Yörük kervanı Binboğa Dağları’nı aşıp, Güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçtiler. Günlerdir at üstünde yorulmuşlardı. Kervanın en önünde giden Yörük Bey’i iner ve yüksek sesle:

Konak yerimiz buradır. Atlar bağlana, denkler çözüle, tez elden çadırlar kurula, Allah hayırlar getire” der.

Atlar, kuzular, koyunlar çayıra salınır.

Yerli halk, göçebe Yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdi.

Hoş geldine gitmek bölgenin ağasına düşerdi.

Ağa, yanına bölge büyüklerini alır, gider tanış olurdu.

Tanır’ın Şanlı Bey’i yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarına da oğlu Osman’ı gönderdi.

Atlayıp atlarına, vardılar Yörük yaylasına. Yörükler hürmetle ve yürekten karşıladılar gelenleri. Çadırından önce ak saçlı Yörük Bey’i, ardında o ahu gözlü, fidan boylu Telli Senem çıktı.

Başı yularda iki eli böğründe daha buyurun diyemeden, ziyaretçilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osman’a takıldı gözleri. Bir yıl gibi sürdü ikisi için de bu bakışlar.

Buyurun dedi Yörük Bey’i.

Yanında hâlâ, yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndü. Senem dedi, “Atı tut kızım.” Koştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin Bey’in atının yularına sarıldı. Konuşulup tanışıldı. İkramlar yapıldı.

Ama iki gencin aklı ve gözleri bir an bile ayrılmadı birbirlerinden.

İşte diyordu Senem, “Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğit.” Osman da, “Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım bir hatun” diyordu kendi kendine.

Akşama kadar kalındı Yörük yaylasında. Ama Senem'le Osman içlerine düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerine.

Akşam Yörüklerden ayrılıp yola çıktıkları zaman, Osman yüreğinden bir parçanın orda kaldığını hissetti. Senem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildiğini sandı.

Günler akıp geçti. Ne Senem ne de Osman unutamadılar birbirlerini.

Bir bahane bulup yeniden gidemedi Osman Yörük çadırına.

Ama seven yürek neler etmez ki, her şeyin çaresi bulundu. Bir Yörük kadını yardım etti bey kızına Beyoğlu atlayıp atına Senem’e koştu. Ay ışığında buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri, daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine.

Sevda bu. Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür insanı. Senem de Osman da aynı ateşte kavruldular.

Senem seviyordu ama çaresizdi.

Biliyordu ki babası Oba’dan dışarı kız vermezdi.

Töreler böyleydi. "Kaçalım" dediler bir gün. "Yok" dedi Senem. "Kaçalım" dedi oğlan. "Yok" dedi Senem.

“Ben böyle bir ateşle yana yana ölürüm de kaçmam.”

                               ***

Bir yiğit sararıp solar erir gider de, bir bey kadını hatun anası hissetmez mi. Gayrı sordular, Osman anlattı. Bir tek oğlanın derdine çare bulmak, onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için.

Etraf çevrelerden ağalar toplandı. Dünür kafilesi ve hediyeler hazırlanıp vardı Yörük ağasına.

Bir sevinç bir umut düştü içine Senem’in ve Osman Ağa'nın. Ne kaldı ki aha bugün olsa yarın kavuşuverirler.

“Allah’ın emriyle” dediler kızını istediler.

“Allah yazdıysa biz ne edek velâkin obamızın kanunları vardır. İhtiyarlarımıza soralım, birkaç gün izin verin düşünelim, iletiriz kararımızı.

İsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola, böyle bir beyin gelini ola. Ama töreler” dediler.

Umut içinde döndü dünür kafilesi. Bir yangın düştü içine Yörük beyinin. Ama ölür de törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdi.

“Fakat bu çevrenin en güçlü adamı dünür geliyor. Vermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar kızı. Onlar basmadan biz kaçmalıyız” dedi oba yaşlılarına.

Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan yola koyuldu. Ve Senem içi kan ağlıyor. Bir ölüden farksızdı. Tüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler bir gecede.

Ertesi gün boş buldular yaylayı.

Bin yerinden hançerlenmiş gibi inledi yıkıldı Osman.

Her yana haberler salındı.

Aylar yıllar sürdü bu arayış. Ama ne Yörük kervanının izine rastlandı ne de Senem’den bir haber alındı.

Yandı yıkıldı Osman ama Senem’den bir haber alamadı.

Talihi her gün biraz daha karardı. Günler yel gibi geldi geçti. Onun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem’i. On yıl, yirmi yıl, elli yıl geçti bir haber gelmedi Senem’den.

Sonra bir yaz günü evinin önünde otururken; köyün çerçicisi geldi koşarak yanına.

“Ağam!” dedi. “Desem yıkılır mısın yoksa sevinir misin? Eski bir yaraya tuz mu atarım!”

“Anlat hele ne istersin. Haberin hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git.”

“Kozan’daydım” dedi çerçi, “Mal satardım. Buğday almış kumaş verirdim. İki büklüm bir ihtiyar geldi yanıma. Saçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadın. Oğul dedi nerelisin? Tanırlıyım ana dedim. Osman Ağa'yı bilir misin dedi. Bilirim elbet dedim. İnsan köyünün ağasını bilmez mi?

Kuşağından bir çıkını çıkarttı.

Aha bu elime tutuşturup, Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdir. Kimseye yar olmamıştır. Bir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır de. Ama gayrı her şey geçti.

Gelip aramaya, arayıp sormaya de. Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana.

Gayrı sen bilirsin" dedi çerçi.

Yüreğindeki kor yeniden yandı.

Osman Ağa'nın içinde kaynar bir şey aktı. Altınlar tarlalar verdi çerçiye. At hazırlattı, yanında iki adam düştü Kozan'ın yoluna. Osman Ağa, Telli Senem’le buluştu mu buluşmadı mı pek bilinmiyor.

Bildiğimiz tertemiz sevdaları, sevgileri, aşkları günümüze kadar dillere destan olup günümüzde hâlâ konuşulur ve yazılır olmasıdır.

Sevdiklerinizin kıymetini bilin. Güneş gibi, Ay gibi olun. Aydınlatın birbirinizin dünyasını.

Karanlıktan aydınlığa giden yolunuz hep açık olsun.

Her şey gönlünüzce olsun…