Türkler, kapılarına gelen yabancıyı “Tanrı Misafiri” olarak kabul ederler. Misafirin kimliği, mevki ve makamı, mal mülk sahibi olup olmaması, davetli veya davetsiz gelmesi hiç önemli değildir. Hangi din ve inançtan, hangi milletten ve hangi yaşta olursa olsun her misafir saygıya, izzet ve ikrama layıktır. Evin en güzel bölümü “Misafir Odası” olarak ayrılır, en güzel havlu, en güzel çarşaflar misafir için saklanır ve her an misafir gelecekmiş gibi önceden hazır bekletilir. Türklerde konuk baş tacı edilir. Misafir, kutsal bir varlık gibidir. Sanırım misafirperverliği bu sefer abarttıkça abarttık, hatta üzerine katık üstüne katık yaptık.

Toplumda kabul görmenin yolu misafirperverliktir.Topluma kendini kabul ettirmenin yolu ise erdemli misafirdir.

“Misafirin umduğu ev sahibine iki öğün olurmuş”

Bu yüzden misafirliğin süresi 3 gün olarak anılmıştır. Bizde ki misafirlerin 8 gün, 8 hafta, 8 ay değil 8 yıldır yatıya kaldı! 
Türkiye'de yaşayan Suriyeliler, son yıllarda kamuoyunun  özellikle de sosyal medyanın en fazla tartıştığı konular arasında yer alıyor.
2011 yılında Suriye'de başlayan çatışmaların ardından Türkiye'ye gelmeye başlayan Suriyeliler, ülkede geçici koruma statüsüyle yaşıyor. Rakamlar her geçen yıl artıyor. 
İdlib’de Rusya ve Esad rejiminin saldırıları sonrasında yaşanan göç dalgası nedeniyle 1 milyon sivil Türkiye sınırına ulaştığı gerçekliğiyle söyleniyor. 

Geçici koruma statüsüyle Türkiye'de bulunanlar dışında bir de oturma izni ile kayıtlı olarak 3 milyon 649 bin 750 Suriyeli  yaşıyor.
Bu kesim, ekonomik durumu nispeten daha iyi olan Suriyelilerden oluşuyor. 

Nüfusun çoğunluğunu çocuklar ve gençlerin oluşturduğu Suriyeli göçmenler şehirlerde yaşarken kayıt dışı olanlar ise düzensiz göçmen olarak kamplarda, kurulan çadır kentlerde yaşıyor. 

Zorda olana darda kalana kucak açmak dünya insanlığı adına vicdani bir görev olduğunun bilincindeyiz. 
Zulme maruz kalan, savaş bombalarının içinde kalan, silahların arasında güne uyanma korkusu yaşayan yarına umut etmeye takati kalmayanlara ekmeğimizi bölmek yüreğimizi sarmak bizim en hakiki asaletimizden olmalı...

Lakin, kafamda sorular çoğaldıkça çoğalıyor!  
Suriye sınırında olan ülkelerin vicdanı, merhameti, içereceği bir tas su, yedireceği bir somun ekmeği yokmu? 
Rusya ve Esad rejiminin Türkiye ye gönderdiği misafirleri ağırlamak için katkı payı nerede kimlerde? 
En çok tartışılan konu; dini bayramlarda bavullar ellerinde sınırdan öte geçip 15 günlüğüne topraklarında bayramlaşma heyecanını yaşamaları... 
Haliyle Türk halkının sorduğu sorulardan biri de şu;
Bayram olan yerde savaş mı olur, savaş varsa bayramın tatili mi olur? 
En çok belirgin olansa; Türk askeri İdlib’de iken Suriyeli eli silah tutan gençler nerede ne yapıyor? 
Misafirlerin burada bulunmasının sebep sonuç ilişkisi nedir? 
Empati yap, sende onlardan biri olabilir vatanından koparılabilir toprağından olabilirdin diyorlar! 
Düşünüyorum, düşündükçe sorular dahada büyüyor! 
Vatanımı terk eder miydim? Yoksa kalıp toprağımı korumak için savaşır mıydım? 
Sanırım doğup büyüdüğüm toprağımda son bulmayı beklerdim. Biz kadınlar Nene Hatunların torunu, Şerife Bacıların has bacılarıyız...
Bayrağı toprağı için canını  feda eden yiğitlerin kanıyla yıkandı bu cennet vatan. 
Şehitlerin yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor bu cennet vatan. 
Dağında taşında, yaylasında ovasında, ırmağında denizinde, 7 bölgesinde adım adım karış karış tarih kokuyor, kahramanların ismiyle nefes alıyor bu cennet vatan.

Yaşlıları kadınları çocukları koru, mazlumun yanında ol! 
Taşı sıksa suyunu çıkartacak genç adamları tığ gibi delikanlıları bırak toprağını savunsun, onurunu gururunu korusun. 
Yazları plajları gezen, nargile püfürdetenleri Miami’ye gitmiş gibi hava yapan gençleri Türk halkı kabullenmeyecek, şehitlerin kemikleri sızlayacak, anaların bağrı yanıp kavrulacaktır.
Misafir misafiri ev sahibi hiçbirini istemeyecektir! 

Her milletin her inancın gidecek bir Türkiye'si var ama bizim Türk milletinin gidecek başka bir Türkiye'si daha yok!