Bazılarımız, “İyi ki icat etmişler yaşasın mangırlar, maniler, sipaliler, Dolar’lar, Euro’lar, Lira’lar…” derken, birçoğumuz Lidyalılara beddua ediyordur; tıpkı ben gibi…

Mucidi Lidyalılar olarak bilinen parayı aslen kim icat etti?
Parayı da yazıyı olduğu gibi Sümerler geliştirmiştir. Tarihte bilinen ilk para arpadır. Arpaya dayalı parasal sistem Sümerler’de M.Ö 3000’lerde yazıyla aynı koşullarda ortaya çıktı ve kullanılmaya başlandı. Arpa kullanmanın takas etme yönteminden farkı vardı. Sümerler mal ve hizmetleri bir tarifeye bağlı olarak arpa ile ödüyor ya da satın alıyordu.

Örneğin bir kilo et için 10 kilo arpa ödeniyordu. Arpa aslında mal veya hizmet karşılığı sabit değerli bir nesneydi. Arpanın para olarak tanımlanmasının nedeni budur. Arpayla her şeyi alabilirdiniz. Bu sistem uzun süre kullanıldı. Sümerliler her şeyin karşılığını arpa olarak hesaplıyordu.

Arpaya benzer şekilde tarihin birçok döneminde tuz da bir değişim aracı olarak kullanıldı. Mesela Romalılar askerlerin maaşlarını tuz ile ödüyordu. Hatta İngilizce salary yani maaş kelimesi, Romence tuz kelimesinden geliyor.

Ancak arpanın ya da tuzun taşınması ve muhafaza edilmesi de zorluk yarattığı için farklı bir değişim nesnesi gerekiyordu.

Bu noktada devreye metaller girdi. Sümerliler arpadan sonra gümüş “şekel”e geçti. Gümüş şekel bildiğimiz madeni para gibi değildi. Bir şekel 8.33 gram gümüş demekti. Gümüş ya da metal para sistemi binlerce yıl kullanıldı ve yaygınlaştı.

Lidya Kralı Alyates’in bastırdığı ilk paralar böyleydi.

Lidyalıların parayı bulma meselesi ise ilk madeni parayı bastırmalarıyla ilgili bir durum. Lidya Kralı Alyatyes, bugün Ege bölgemize düşen topraklarda tarihin ilk madeni parasını bastırdı ve tedavüle soktu. Bugün kullandığımız bütün metal paralar Alyates’in sikkelerinin soyundan geliyor.

Hani bir şarkıda şöyle diyor ‘para para para
varlığı bir dert yokluğu yara’

Varlığından mutlu gibi görünenler olsa da şatafatlı hayat süren birçok insanın yaşantısına şahit olurken huzursuzluğunu da görmüş anlamış oldum.

Her şeyi satın alabileceğini düşünen zihnin doyumsuzluğunun doyumu ile tedirgin ve memnuniyetsiz günlere sürüklendiğini fark etmese de çabuk ve kolay elde ettiği nesnelerin kıymetini bilmediği gibi çevresindeki pohpohlayan insanların samimiyetsizliğinden bir süre sonra sevgi saygı kavramından da uzaklaşıyor. Gelsin farklı adrenalinler maceralar saçma sapan mutsuz eden mutluluklar.

Yokluğu yoksullarda dert, doğru…

Bir babanın çocuğuna pantolon alamadığı için canına kıyması dram yüklü bir sonla sonuçlanıyor. O babanın  ‘evladımın gözünde ben kimim, ne işe yarıyorum’ gururunu inciten düşüncesi yok mu? İşte orası uçurumun en uç noktası.

Kapitalist sistem, girdabının içine çektikçe çekiyor fakiri, fukarayı, gurabayı…

Fakir zaten o sistemin kölesi olduğu için olduğu yerinde saymıyor mu?  Kısaldığı kesin bir adım dahi uzamıyor. Çünkü para durağan bir şey değil para hareketli…

Paranın akışkanlığının çok olması demek paranın birazda dişi bir enerji olduğunu düşünürsen onu sevdiğinde ona iyi baktığında onu gördüğünde onurlandırdığında bereketi çoğalır artar bütün insanlarla ilişkin iyi olmalı parayı çekebilmek için diyenlere diyorum ki

Parayı insanla ilişkilendirmek değil ilişkiyle ilişkilendirmek gerek

Düşünün ki hayatımızda para denen kağıt ya da metal sembollerin olmadığını…

Yaşam ne güzel ne de mutlu olurdu

Herkes yiyeceği kadar yemek giyeceği kadar kıyafet oturabileceği kadar ev, kullanabileceği kadar eşya için çırpınır mücadelesini ona göre verir yıllarını o yöne doğru çizerdi.

Aç gözlülük hırs kibir insanoğluna hiç uğramazdı. Bütün kötülüklerin sülalesi olan para ile hiç tanışmamış ve dünyada cenneti yaşıyor olurduk. Herkese yetecek kadar ekmeğimiz, suyumuz, havamız, toprağımız olacaktı.

Kendini sevdirdiği çok insan var dünya onun üzerine dönüyor lakin o kimseyi sevmiyor. O sizi değil siz onu yönetin. Amacınız değil aracınız olsun.